Melekût âleminin sırlarını dinlerler
Kalb sahipleri, melekût âleminin sırlarını dinlerler. Ne var ki, ifşa yasaktır. Bu yolda yapılacak bir açıklama doğru olmaz. Onlar, her bakımdan varlığını yok eden ve tam bir hürriyete eren kimselerdir
25.10.2023 21:00:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri şöyle buyurdu:
Allah tarafından başarı alan ve yardım gören kimselerin sineleri, O'nun nuru ile açıktır. Onlar, çok ötedeki üstün şeyleri görür. Allah Teâlâ bütün eşyayı, kudretiyle konuşturduğu gibi, bu zümre için, göklerde ve yerde mevcut zerreleri konuşturur. Hatta onlar, bu zerrelerin, Hak Teâlâ'yı tesbih ve takdis ettiğini duyarlar. Her zerrenin, kendi bünyesi içinde, aczini itiraf ederek açık bir dille, sessiz, harfsiz konuştuğuna şahit olurlar. Gerçek kulağa sahip olmayanlar bunu duyamazlar.
Bu âlemde, her zerrenin, gerçek kalbe sahip olanlarla bir türlü münacatı vardır. Bu, Allah Teâlâ'nın Kelâm sıfatının bir sırrıdır. Sonu yoktur. Sonsuz olduğunu, şu ayet-i kerime ne kadar güzel ifade eder: "Söyle, Rabbimin kelâmlarını yazmak için denizler mürekkep olsa, kelâm bitmeden tükenir. Bir misli daha yardıma gelse, yine tükenir." (Kehf, 109).
İşte böylece kalb sahipleri, melekût âleminin sırlarını dinlerler. Ne var ki, ifşa yasaktır. Bu yolda yapılacak bir açıklama doğru olmaz. Onlar, her bakımdan varlığını yok eden ve tam bir hürriyete eren kimselerdir. Bu hürlerin sinesi, sırların kabri olmaktadır. Hiç padişahın sırrını saklamaya emin görülüp, sır verilen kimsenin, halk arasına çıkıp bağırdığını gördün mü? Sırlar açıklanmaz. Eğer her verilen sır açıktan söylenecek olsaydı, Peygamber Efendimiz, "Bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız" buyurmazdı.
Böyle olmasaydı durumu anlatır, az gülüp çok ağlamalarını sağlardı. Peygamber Efendimiz, bazı sır olarak kalması gereken şeylerin açıktan konuşulmamasını istemiş ve şöyle buyurmuştur: "Nücûm ilmi anlatılınca kendinizi tutunuz. Kader bahsi açılınca kendinizi tutunuz."
Eğer sırrın halk arasında söylenmesini yasak etmeseydi, bazı sır olarak kalması gereken şeyler için, yalnız Huzeyfe Hazretlerini seçmezdi.
Anladın ki, bu konu çok nazik ve fazla söz götürmüyor. Anlatılması da güç. Ancak, bazı misallerle anlatma yoluna gidilebilir. İşte bu sebeple anlayabilmene kolaylık olması için misal getireceğiz.
Bu misalde İlâhi nur penceresinden giren, manevî yolculuk eden bir zatı anlatacağız. Bu yoldaki konuşmamızı şöyle açacağız:
O zat İlâhi nur penceresinden yazılı kâğıdı görür, yüzünün siyahlığını işaret ederek, şöyle sorar: "Bu halin ne? Yüzündeki bu siyahlığın sebebi ne ola?"
Bu soruya, kâğıt şu cevabı verir: "Hakkımda insaflı davranmadın. Yüzümün karalığını kendim yapmadım ki. Mürekkebe sor. O hokkada duruyordu. Olduğu yerden geldi, yüz sahamı yersiz ve zulüm olarak kapladı. O zat, haklısın der."
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Allah tarafından başarı alan ve yardım gören kimselerin sineleri, O'nun nuru ile açıktır. Onlar, çok ötedeki üstün şeyleri görür. Allah Teâlâ bütün eşyayı, kudretiyle konuşturduğu gibi, bu zümre için, göklerde ve yerde mevcut zerreleri konuşturur. Hatta onlar, bu zerrelerin, Hak Teâlâ'yı tesbih ve takdis ettiğini duyarlar. Her zerrenin, kendi bünyesi içinde, aczini itiraf ederek açık bir dille, sessiz, harfsiz konuştuğuna şahit olurlar. Gerçek kulağa sahip olmayanlar bunu duyamazlar.
Bu âlemde, her zerrenin, gerçek kalbe sahip olanlarla bir türlü münacatı vardır. Bu, Allah Teâlâ'nın Kelâm sıfatının bir sırrıdır. Sonu yoktur. Sonsuz olduğunu, şu ayet-i kerime ne kadar güzel ifade eder: "Söyle, Rabbimin kelâmlarını yazmak için denizler mürekkep olsa, kelâm bitmeden tükenir. Bir misli daha yardıma gelse, yine tükenir." (Kehf, 109).
İşte böylece kalb sahipleri, melekût âleminin sırlarını dinlerler. Ne var ki, ifşa yasaktır. Bu yolda yapılacak bir açıklama doğru olmaz. Onlar, her bakımdan varlığını yok eden ve tam bir hürriyete eren kimselerdir. Bu hürlerin sinesi, sırların kabri olmaktadır. Hiç padişahın sırrını saklamaya emin görülüp, sır verilen kimsenin, halk arasına çıkıp bağırdığını gördün mü? Sırlar açıklanmaz. Eğer her verilen sır açıktan söylenecek olsaydı, Peygamber Efendimiz, "Bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız" buyurmazdı.
Böyle olmasaydı durumu anlatır, az gülüp çok ağlamalarını sağlardı. Peygamber Efendimiz, bazı sır olarak kalması gereken şeylerin açıktan konuşulmamasını istemiş ve şöyle buyurmuştur: "Nücûm ilmi anlatılınca kendinizi tutunuz. Kader bahsi açılınca kendinizi tutunuz."
Eğer sırrın halk arasında söylenmesini yasak etmeseydi, bazı sır olarak kalması gereken şeyler için, yalnız Huzeyfe Hazretlerini seçmezdi.
Anladın ki, bu konu çok nazik ve fazla söz götürmüyor. Anlatılması da güç. Ancak, bazı misallerle anlatma yoluna gidilebilir. İşte bu sebeple anlayabilmene kolaylık olması için misal getireceğiz.
Bu misalde İlâhi nur penceresinden giren, manevî yolculuk eden bir zatı anlatacağız. Bu yoldaki konuşmamızı şöyle açacağız:
O zat İlâhi nur penceresinden yazılı kâğıdı görür, yüzünün siyahlığını işaret ederek, şöyle sorar: "Bu halin ne? Yüzündeki bu siyahlığın sebebi ne ola?"
Bu soruya, kâğıt şu cevabı verir: "Hakkımda insaflı davranmadın. Yüzümün karalığını kendim yapmadım ki. Mürekkebe sor. O hokkada duruyordu. Olduğu yerden geldi, yüz sahamı yersiz ve zulüm olarak kapladı. O zat, haklısın der."
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.