Kur'an-ı Kerîm muhabbeti, çorak gönlümüze bereketli nisan yağmurları gibi yağmadıkça, Muhammedi bir mevsimin zümrütlüğüne kavuşamayız. Gönül bahçeleri, yağmura aşık toprak gibi amel-i salih yağmurları bekler. Yaradandan ötürü, yaratılanlara şefkat, merhamet hizmet ve muhabbet filizleri yeşerir.İnsan, kainat kitabının hülasası, hilkatın nüsha-i kübrası haline gelir. Rabbın, gören gözü, işiten kulağı olur. Elinden, dilinden ve gönlünden ümmet istifade eder.Mesnevî'de Hz. Ömer (r.a.) kıssası bu hali ne güzel aksettirir:"Rum elçisi, Medîne-i Münevvere'ye siyasî bir görüşme için gelir. Halife Hz. Ömer (r.a.)'ın sarayını sorar. Sorduğu kimseler:"- Halîfe'nin köşkü yoktur Onun parlak bir gönül sarayı vardır. Kendisinin dünyaya ait yalnız, fakîrlerin ve gariblerin barındığı gibi bir kulübesi vardır." derler.Rum elçisinin bu sözler üzerine denhşeti ve hayreti artar. Yükünü, atını, hediyelerini başıbaş bırakır. Hz. Ömer Farûk (r.a.)'ı aramaya koyulur. Her tarafta Halîfe'yi sorar. Hayretle kendi kendine:"Demek Dünyada böyle bir hükümdar var ki, aynı ruh gibi, etrafın nazarından gizli kalıyor!.." diye mırıldanır. Halîfeye ram olmak için, onu aramaktadır:Bir arap kadın:"- İşte senin aradığın Halîfe, şu hurma ağacının altındadır! Herkes yatakta, döşekte yatarken; O, bunların zıddı olan kumların üzerindedir!. Git de, hurma ağacının gölgesinde yatan zıll-i ilahîyi (Hakk'ın gölgesini) gör!.."der.Uyumakta olan Hz. Ömer (r.a.)'den elçiye heybet ve rûhuna hoş bir hal gelir. Elçi, muhabbet ve heybed, birbirinin zıddı iki haslet olduğu halde, bu tezadın kendi rûhunda nasıl birleştiğine hayret eder. Elçi, kendi kendine;"Ben imparator görmüş ve onların nezdinde takdir toplamış bir kimseyim! Onlardan hiç bir heybet görmediğim halde, bu kişinin heybet ve muhabbeti şuurumu izale etti.""Bu Halîfe, silahsız, müdafaasız yerde yatıyor ve uyuyor. Ben ise, karşısında bütün bedenim ile titriyorum! Bu hal nedir? Bu hal neyin nesidir?!. Demek ki bu heybet, Hakk'ındır. Şu aba giyen kimsenin değildir!.." der.Rum elçisi, böyle rûhî ihtilaçlar (çalkantılar) yaşarken Hz. Ömer (r.a.) uykudan uyanır. Rum elçisi, Hz. Ömer (r.a.)'e ta'zim ile selam verir. Halîfe selama mukabele eder. Ondan sonra yüreği oynamış elçiyi can sarayına alır; huzura kavuşturur. Vîrane olmuş gönlünü ta'mîr eder. Ona, ince, derin, esrarlı sözler söyler.Elçi, hal ve makam müşahede eder.Hz. Ömer (r.a )'a ağyar (yabancı) sûretinde gelen elçi, yar olur. Bu sohbetin neşvesiyle elçi, kendinden geçer. Hatırında ne elçilik, ne de bir haber verip almak kalır .Yine Mevlânâ (k.s.):"Mürşid, kamil idi. Talib, yani elçi ise, hakîkati idrake teşne ve iştahlı idi.""Mürşid, müridin istidatlı olduğunu görünce, onun pak olan kalbî zemînine, yine pak olan irfan ve tevhîd tohumunu eker." buyurur.Salih bir kimse, yüzünde parlayan salah nûrundan belli olur. Çehresi, etrafa huzur hâli ve gönül hoşluğu saçar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.