Türkiye'nin yaşadığı AB sürecinde örselenen ve darbe alan çok önemli iki esas sözkonusu. Ulusal devlet için "olmazsa olmaz" bu iki temelden biri bağımsızlık, diğeri ise millî devlet politikalarıdır.
Bağımsızlık esası aslında millî devlet politikalarının şemsiyesi yahut fanusu olarak da nitelenebilir. Veya millî politikaların temellendiği ana esas bağımsızlıktır, denebilir.
Özellikle Türk dünyasının bağımsızlıklarını ilân etmeye başladıkları vakitten itibaren hızlandırılan AB sürecimizi, bu iki esas açısından ele alırsak; çok da iç açıcı bir manzaranın ortaya çıkmadığı görülür.
Günümüzden geriye doğru gidelim. Millî bir ekonomi politikamızın varlığını iddia edebilecek kimse varsa beri gelsin. Aynı şekilde millî bir siyaset, millî bir kültür, millî bir dış politika, hatta millî bir hukukumuzun, bütün bu alanlarda yabancıların baskı ve dayatmalarından korunmuş uygulamalarımızın varlığını ortaya koyabilecek biri varsa, beri gelsin. Burada 'milli' kavramı bağımsızlığı ifade eder.
Aldığı üç-beş milyar dolarlık dış borç karşılığında buğdayından şekerpancarına, sanayi bölgelerinden bankacılık düzenlemelerine kadar pekçok ekonomik alanını dış talimatlarla düzenleyen bir iradenin, millî bir ekonomisi olabilir mi?
Hukukunun üstünde Demokles'in kılıcı gibi Uluslararası Tahkim'in sallandığı bir ortamda, bağımsız ve millî bir yargıdan bahsedilebilir mi? Bağımsız Yargı'sının verdiği cezayı dış baskılar sebebiyle rafa kaldıran siyasî iradenin cenderesi altındaki yargı erki, ne kadar bağımsız olabilir?
Yabancı ülkelerin azınlık lobilerindeki pazarlıklarla şekillenen politik ilke ve söylemlerin ne kadarı millî olabilir?
Milletin yerleşik kültürüne ve onu tarihten bugüne ayakta tutan değerler sistemine bir karabasan gibi çöreklenmeye çalışan harici enformasyon ve inkültürasyona hiçbir gümrük ve kota koymayan, bilakis yerleşik kültürün yozlaşmasına zemin hazırlayan bir anlayış, ne derece millî kültürü koruyabilir?
Kendi bölgesindeki ve tarihî coğrafyasındaki gelişmelere "başkalarının kendisinden çekindiği misyon"la yaklaşmak bir yana, dış politikada hep "başkalarının uydusu" olmayı yeğleyen kolaycı dış politik çizgi, ne kadar millî olabilir?
Bu gerçekleri daha da artırmak mümkün...
O halde şöyle soralım; ekonomisi, siyaseti, hukuku, kültürü, dış politikası... vs. tüm alanlarında başkalarının iradesi ve tonu daha ağır basan bir devletin, "ulusal devlet" yahut "bağımsız devlet" olma niteliği örselenmiş, darbe almış olmaz mı? Türkiyemiz, bugün ekonomide, siyasette, dış politikada, Kıbrıs'ta, Güneydoğu'da, İstanbul'da, Ankara'da ve hatta kendi Büyük Meclisi'nde bu kaderi yaşıyor mu, yaşamıyor mu?
İttifakla herkes, bu kaderi yaşadığımızı haykırır. İstisnasız, ama az, ama çok bunu yaşıyoruz, deriz hepimiz.
Bu sebeple işte tam bu noktada devlet ve millet olarak en basit gibi görünen hesapları dahi çok iyi yapmamız kaçınılmaz... Korkarım Türkiye'nin bu noktada dış güdümlü anlayışları, geçmişte denenmişleri, denenmişlerin soyundan yeni cilalanmışları bir kez daha deneme lüksü yoktur. Böyle bir meyil bile, millî bütünlüğümüz, ulusal bağımsızlığımız ve canımız Türkiyemiz için bardağı taşıran son damla olur.
Her alanda ulusal politikalar ve stratejiler derken, kimileri çok iyi bildikleri halde gerçeği saptırarak "milli" kavramıyla "dünyadan tecrit edilmiş bir Türkiye" tablosunu öne sürerler... Hayır. Türkiye'nin milli politikaları, başta kendi tarihsel coğrafyası olmak üzere tüm dünyaya geçmişte olduğu gibi medeniyeti, gerçek insan hak ve hürriyetlerini, sömürge mantığını devredışı bırakarak karşılıklı dayanışma ve işbirliği içinde ekonomik kalkınmayı ve menfaatler dengesini öngören güçlü bir ufuktur. Tüm insanlığın hayrına olan söylemlerdir. Tarihimiz buna şahittir.
Bu bakımdan AB sürecinde örselenen bağımsızlık ve ulusal politikalarımızın yeni baştan gözden geçirilmesi, sadece Türkiye için değil, bölgemiz ve insanlık için de ciddi menfaatler içermektedir. Bu aziz milletten gayrı da hiçbir toplum, böyle kuşatıcı bir medeniyet projesini oluşturamaz. Kendimizi avutup, vakit kaybetmeyelim.
Bağımsızlık esası aslında millî devlet politikalarının şemsiyesi yahut fanusu olarak da nitelenebilir. Veya millî politikaların temellendiği ana esas bağımsızlıktır, denebilir.
Özellikle Türk dünyasının bağımsızlıklarını ilân etmeye başladıkları vakitten itibaren hızlandırılan AB sürecimizi, bu iki esas açısından ele alırsak; çok da iç açıcı bir manzaranın ortaya çıkmadığı görülür.
Günümüzden geriye doğru gidelim. Millî bir ekonomi politikamızın varlığını iddia edebilecek kimse varsa beri gelsin. Aynı şekilde millî bir siyaset, millî bir kültür, millî bir dış politika, hatta millî bir hukukumuzun, bütün bu alanlarda yabancıların baskı ve dayatmalarından korunmuş uygulamalarımızın varlığını ortaya koyabilecek biri varsa, beri gelsin. Burada 'milli' kavramı bağımsızlığı ifade eder.
Aldığı üç-beş milyar dolarlık dış borç karşılığında buğdayından şekerpancarına, sanayi bölgelerinden bankacılık düzenlemelerine kadar pekçok ekonomik alanını dış talimatlarla düzenleyen bir iradenin, millî bir ekonomisi olabilir mi?
Hukukunun üstünde Demokles'in kılıcı gibi Uluslararası Tahkim'in sallandığı bir ortamda, bağımsız ve millî bir yargıdan bahsedilebilir mi? Bağımsız Yargı'sının verdiği cezayı dış baskılar sebebiyle rafa kaldıran siyasî iradenin cenderesi altındaki yargı erki, ne kadar bağımsız olabilir?
Yabancı ülkelerin azınlık lobilerindeki pazarlıklarla şekillenen politik ilke ve söylemlerin ne kadarı millî olabilir?
Milletin yerleşik kültürüne ve onu tarihten bugüne ayakta tutan değerler sistemine bir karabasan gibi çöreklenmeye çalışan harici enformasyon ve inkültürasyona hiçbir gümrük ve kota koymayan, bilakis yerleşik kültürün yozlaşmasına zemin hazırlayan bir anlayış, ne derece millî kültürü koruyabilir?
Kendi bölgesindeki ve tarihî coğrafyasındaki gelişmelere "başkalarının kendisinden çekindiği misyon"la yaklaşmak bir yana, dış politikada hep "başkalarının uydusu" olmayı yeğleyen kolaycı dış politik çizgi, ne kadar millî olabilir?
Bu gerçekleri daha da artırmak mümkün...
O halde şöyle soralım; ekonomisi, siyaseti, hukuku, kültürü, dış politikası... vs. tüm alanlarında başkalarının iradesi ve tonu daha ağır basan bir devletin, "ulusal devlet" yahut "bağımsız devlet" olma niteliği örselenmiş, darbe almış olmaz mı? Türkiyemiz, bugün ekonomide, siyasette, dış politikada, Kıbrıs'ta, Güneydoğu'da, İstanbul'da, Ankara'da ve hatta kendi Büyük Meclisi'nde bu kaderi yaşıyor mu, yaşamıyor mu?
İttifakla herkes, bu kaderi yaşadığımızı haykırır. İstisnasız, ama az, ama çok bunu yaşıyoruz, deriz hepimiz.
Bu sebeple işte tam bu noktada devlet ve millet olarak en basit gibi görünen hesapları dahi çok iyi yapmamız kaçınılmaz... Korkarım Türkiye'nin bu noktada dış güdümlü anlayışları, geçmişte denenmişleri, denenmişlerin soyundan yeni cilalanmışları bir kez daha deneme lüksü yoktur. Böyle bir meyil bile, millî bütünlüğümüz, ulusal bağımsızlığımız ve canımız Türkiyemiz için bardağı taşıran son damla olur.
Her alanda ulusal politikalar ve stratejiler derken, kimileri çok iyi bildikleri halde gerçeği saptırarak "milli" kavramıyla "dünyadan tecrit edilmiş bir Türkiye" tablosunu öne sürerler... Hayır. Türkiye'nin milli politikaları, başta kendi tarihsel coğrafyası olmak üzere tüm dünyaya geçmişte olduğu gibi medeniyeti, gerçek insan hak ve hürriyetlerini, sömürge mantığını devredışı bırakarak karşılıklı dayanışma ve işbirliği içinde ekonomik kalkınmayı ve menfaatler dengesini öngören güçlü bir ufuktur. Tüm insanlığın hayrına olan söylemlerdir. Tarihimiz buna şahittir.
Bu bakımdan AB sürecinde örselenen bağımsızlık ve ulusal politikalarımızın yeni baştan gözden geçirilmesi, sadece Türkiye için değil, bölgemiz ve insanlık için de ciddi menfaatler içermektedir. Bu aziz milletten gayrı da hiçbir toplum, böyle kuşatıcı bir medeniyet projesini oluşturamaz. Kendimizi avutup, vakit kaybetmeyelim.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019