Milletlerin hayatı ve varlığı, milet olma kimliklerini korumalarıyla doğru orantılıdır. Kimliklerini kaybeden milletlerin zaman içerisinde yok olup gittikleri bir gerçektir. Nitekim tarih boyunca, milletleri yok edebilmek için kimlikleri etrafında sıcak ve soğuk olmak üzere ciddi savaşlar yapılmıştır.
Bilindiği gbi bir milletin dini, dili, tarihi, örfü, adeti, geleneği, bayrağı, sancağı, o milletin benliğini oluşturan asıl öğelerdir. O bakımdan, milletlerin milli ve manevi değerleri, aynı zamanda milli birlik ve bütünlüğüdür ki, tarih sahnesinden silinmek iseten milletlerin önce öz değerlerine el atılmış, bunlar tahrip edilmiş; değerleri alt üst olan milletin birlik ve beraberliği kendiliğinden parçalanmıştır.(1)
İşte, Balkanlarda da aynı politika izlenmiş; özelde Boşnakların, genelde Balkanlardaki tüm Müslümanların yok edilmesi amcına yönelik bir kültür tahribatına girişilmiştir. Özellikle, Tito döneminde bu bölgedeki Müslüman halklar, planlı, bir Hıristiyanlaştırma hareketine tabi tutulmuştur. Tito, Bosnalıları asimile etmek için, "Müslümanlar ve Hıristiyanlar kardeştir" fikrini gündem ederek ısrarla bu görüş üzerinde durmuş, neticede alamadığı yerlerde de Müslümanları gaddarca katletmiştir.(2)
... Ve Mİlosevİç sahnede!..
Yüzyıllar önce İspanya, Sicilya ve Macaristan'daki Müslümanların yok edilmesiyle başlayan katliamlar; Osmanlı Devleti'nin Balkanlardan çekilmesi ile geride bıraktığı Müslüman kitlelerin çeşitli aralıklarla bu coğrafyadan kazınarak, tüm varlığıyla yok edilmesi için yapılmıştır. Tito'nun ölümünden sonra bu acımasız zulüm ve katliamları, 1989'da Sırbistan devlet başkanlığına getirilen Slobodan Miloseviç sürdürmüştür. Yüzbinlerce Müslüman'ın katledilmesi, milyonlarcasının evlerinden sürülerek perişan edilmesi emirlerinin sahibi Miloseviç, Tito'dan farklı bir Yugoslavya hayali taşıyordu: Ortodoks inancına ve Sırp ırkçılığına dayanan bir "Büyük Sırbistan" ideali.
Enteresandır, etnik olarak aynı ırki kökten gelen, Güney Slavı olan üç halk (Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar), benimsedikleri dinleri ile kendi benliklerini oluşturmuş, durumdaydılar. Sırplar Ortodoks, Hırvatlar Katolik, Boşnaklar ise Müslüman'dı. Sırplar'ın ve Hırvatlar'ın farklı mezhepte olmalarına rağmen Hıristiyanlık'ta kalmaları, Boşnaklar'ın ise düşmanlarının (!) dinine girmesi, okların üzerlerine çevrilmelerine yol açmıştı. Öyle ki, Boşnaklar kendilerine İslam'ı tanıtan ve onların vesilesiyle Müslüman oldukları Türklere büyük bir sempati duymuşlar ve hemen hemen bütün kültürel unsurlarıyla onları örnek almışlardı. Mimari tarzdan giyim kuşama, örf ve geleneklerden günlük hayatın her noktasında Türkler'i taklit ediyorlardı. O dereceye varmıştı ki, bir çok Boşnak kendini, "Türk" diye adlandırıyor, dinini ise "Türklerin Dini" olarak ifade ediyordu. Sadece Boşnaklar değil, aksine Sırplar ve Hırvatlar da Boşnakları Türk olarak isimlendiriyorlar, Türkleştiklerini söyleyerek onları," Sadakatsiz Kardeşler"," Hain Millet" şeklinde adlandırıyorlardı. Boşnaklar, "Hiç direnmeden İslam'ı kabul ettiler ve ülkelerini savaşmadan Osmanlılar'a teslim ettiler" (3) türünden isnadlarla hedef haline getirilmişlerdi.
Yİne şu melanet yuvasI...
Dini tercihlerinden dolayı tam bir soykırımına tabi tutulan Boşnaklara, bu derece düşmanlık duyulmasının en önemli ve sinsi nedeni, Sırp Ortodoks ve Katolik Kilisesi'nin tavırları idi. Özellikle Ortodoks Kilisesi ve Ortodosk din adamları, varlıklarını ve de misyonlarını, böylesi düşmanlıklarla devam ettirmekteydiler. Bu düşmanlığın merkezinde ise, tarihin her döneminde olduğu gibi, yine Türkler yer almaktaydı.
Başka eski Yugoslavya, Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere, Rusya'daki Ortodoks din adamları ve misyonerler, hep Türk-İslam düşmanlığı yaratarak devlet adamlarını ve sivil halkı yönlendirmişlerdir. Nitekim Miloseviç'in, Fener Rum Patriğinin elini öperek ona bağlılığını göstermesi ile Sırplara maddi destek sağladığı haberleri o dönemde basında hayli yer etmişti.(4)
Bosna-Hersek'te sIrp zulmü
Bir savaşta "Etnik temizlik" söz konusu ise bunda sivil halkın en çok zarar görmesi kaçınılmazdır. Tıpkı, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk'ün öz vatanında Doğu Anadolu Bölgesi'nde, Ermenilerin Türklere karşı yaptıkları mezalim ve katliamlar gibi, Bosna-Hersek'te de Müslüman Boşnaklar, Sırp Çetniklerin soykırımına maruz kalmıştır.
Etnik temizlik, bir toplumun maddi manevi tüm varlığı ile ortadan kaldırılması, yok edilmesi hadisesidir. Hiçbir iz, kalıntı, eser bırakmaksızın bulundukları coğrafyadan silinmesi tam anlamıyla temizlenmesidir. Sırpların icra ettikleri katliamlar, işte bu manayı ifade eder niteliktedir. Müslüman sivil halk, Sırp birliklerinin en acımasız saldırı ve mezalimine maruz kalmış; kadınından erkeğine, ninesinden dedesine, gencinden çocuğuna, bebeğinden henüz doğmamış ceninine; Sırp zulüm ve vahşetinin en iğrenç usulleriyle katledilmişlerdir.
REFERANDUMDAN MEZALİME
29 Şubat-1 Mart 1922'de yapılan halk oylamasının hemen akabinde Sırpların başkent Saraybosna'da ilk kurşunu sıkmasıyla başlayan iç savaşta, Sırp birlikleri ellerindeki ağır silahlarla irili ufaklı her yerleşim birimini işgal etmeye başladılar. Buna karşın, Boşnak halkın büyük bir kısmı bu gelişmelerden habersiz oldukları için Sırpları bu şekilde karşılarında gördüklerinde adeta şok olmuşlardı. Neye uğradıklarını anlamadan köylerinden tarlalarından, şehirde işyerlerinden ve evlerinden toplanmaya başlanmışlardı. Boşnaklar için ani olan bu saldırı ve kuşatmalarda karşılarında buldukları Sırplar, şu şekilde örgütlenmişlerdi: Federe Ordusu'na mensup askerler, özel olarak oluşturulan vurucu timler (Arkan Gurubu gibi) ve çeşitli yerlerden gelen sivil gönüllülerden oluşan çeteler... Bir de bunlara sonraki aylarda, dünyanın çeşitli yerlerinden ( özellikle Slav- Ortodoks kökenli ) Yunanistan, Rusya, Bulgaristan gibi ülkelerden gelen gönüllü ve paralı askerler dahil oldular.
Tesbit edilebilinen rakamlara göre 250.000 Bosnalı, Soykırım yoluyla katledilmiş(*), 2.000.000'un üzerinde insan zulum ve işkencelerle zoraki göçe zorlanmış (*), 600.000'den fazla kadına tecavüz edilmiştir: Yaklaşık dört yıl boyunca masum Boşnaklara yönelik büyük bir işkence ve katliam uygulanmasında en üst düzeyde rol oynanan Miloseviç, 1997 Temmuz'unda Yugoslavya devlet başkanlığına getirildi. 1938'de bağımsızlık isteyen Kosova Arnavut'ların ayaklanmasını bastırmak için bölgeye Sırf birliktelirini gönderdi. Ve bu defa da Arnavut'lara karşı katliam ve işkence hareketleri başladı. Bilinen rakamlara göre 10.000 masum insan soykırım yoluyla yok edilirken yüzbinlercesi de yaralanmış ve sakatlanmıştır.
Gerek Bosna'da gerekse Kosova'da meydana gelen bu iç savaşta dikkat çeken en önemli husus: yüzbinlerce sivil Müslümanın; bütün dünyanın, özellikle de AB'nin, ABD'nin, BM'nin ve NATO'nun gözünün önünde acımasızca katledilmeleri, hatta bu birliklerce gizliden destenlenmeleridir. Bu ikiyüzlülük ve çifte standart da, Batı'nın Haçlı taassup ve zihniyetinin göstergesinden başka bir şey değildir.
İşte vahşet manzaralarI
Sekiz yaşında bir çocuk anlatıyor: "16 Mayıs 1992'de Sırp çeteleri köyümüze geldiler. Halkı tarlalardan alarak bir araya topladılar. Kim kaçmak istediyse, hemen orada öldürdüler. Sonrada evleri yaktılar. Daha önceleri bir kez dahi kavga etmediğimiz komşularımız, babamın boğazını kestiler annemin ve bacımın üzerine benzin dökerek yaktılar."(5)
Zamanın Amerika Dışişleri Bakanı, sivil halka yönelik savaş suçu işleyen bazı Sırp ve Hırvat askerlerinin isimlerini ve suçlarını içeren bir liste açıklamıştı. Bu listede yer alan bazı katliamlar:
"Basislav Herak, 239 sivil insanı katletti. Arslanlar adlı paralı askerler grubu komutanı Zeljko Razniatoviç, Briko'da 3000 insanın öldürülmesine katıldı.
Milletvekili Vojislav Şeşelj, aynı zamanda "Beyaz kartallar" adlı özel birliğin komutanı, Bricko'da aynı katliama katıldı.
Omarska'da kurulan kampın komutanı Drago Prcac, aynı kampta katliamlar ve işkenceler yaptı.
Sırbistan Devletbaşkanı Miloşeviç, Bosna Sırpları lideri Karadziç ve komutan Tatki Mhadiç.
Diğer savaş suçları:
Bricko'da bir domuz çiftliğinde 3000 erkek, kadın ve çocuk Müslüman'ın, Sırp çeteleri tarafından katledilmesi.
Ortabosna'da Grobma Viçi şehrinde, 56 Müslüman ailye mensup fertlerin katledilmesi.
Banja Luka'da 30.000 Müslüman'ın katledilmesi ve yaralanması..."(6)
Hırvat Radyosu'nun bildirdiğine göre, "Doğu Bosna'da, Çersk şehrini ele geçiren Çetnikler 500 insanı öldürdü. 20.000 kişi ise Tuzla'ya kaçtı. Öldürülen 500 insanın ise kafası kesildi."(7)
"6000 Müslüman Bratunaç futbol sahasana yığıldı. Sonra kadınlar, yaşlılar ve çocuklar Sekoviç'e sevkedildi. Fakat geride kalan erkekler ve gençler ise karargahta işkenceye tabi tutuldular. 2000 tanesi öldürülerek cesetleri yakıldı ve Drina Nehri'ne atıldı. Geriye kalanlar Foça'ya götürüldü. Burada da 1000 tanesi kurşuna dizildi."(8)
Omarska kampından kaçan 63 yaşındaki Meho'nun anlattıkları: "Binden fazla Müslüman demirden kafeslerin arkasındaydılar. Sırp komandolar devamlı olarak günde 10-15 arasında Müsülüman'ı alıp götürüyorlardı. Sonra bazı kurşun seslerini duyuyorduk. Gidenlerden ise, bir daha geriye kimse gelmiyordu..."
Lujinoviç kampından: "Genç Müslümanlar kurbanlık koyunlar gibiydiler. Diz çöktürülüp boğazları kesiliyordu, sonra da kanları Sava Nehri'ne akıtılıyordu. Bir çoklarının ise, infazdan önce burunları ve cinsel organları kesiliyordu. Daha sonra cesetleri nehire atarken şu şekilde alay ediyorlardı: "Balıkları besliyoruz."... Mirsad Bridko, kamptan anlatıyor: "Bir grup genç, günlerce aç bırakılmış olan çoban köpeklerine yedirildi. Şayet bir Sırp askeri cephede öldürülürse, buna karşılık 10 tane Müslüman'ı katlediyorlardı."(9)
Batı Bosna'da bulunan Zvornik şehrinde "Kardeşlik Stadyumu"nda 2400 insan öldürüldü. Foça'da 1000, Vişegrad'da spor merkezinde 1000, Vlisenica'daki Suşica kampında 1000, Vogoşça'da bir otelde 1000'den fazla insan katledildi.
Meduvode'de bulunan bir toplu mezarda 3000 ceset bulundu. Yine Vukovar'daki bir toplu mezarda ise, 303 cesed ortaya çıktı
"Savaşın ilk üç ayında ölenlerin sayısı 1329, yaralıların sayısı ise 6700'dü. İlk altı ayda ölü sayısı 15.000'e yaralı sayısı da 120.000'e yükseldi. Göç edenlerin sayısı ise milyonun üzerindeydi. Bir yıl sonunda rakamlar şu şekilde arttı: 200.000 ölü, yüzbinlerce yaralı. İki yıl sonunda ise, 280.000 ölü, 140.000 sakat..."(10)
Prijedor şehrinden Bakra Kadiriç şahid olduğu vahşeti şöyle anlatıyor: "Sırplar saldırdığında evde yedi kişi idik. Hepimizi sürükleyerek evden çıkardılar ve duvara dizdiler. Hemen yanda ise komşularımız dikiliyordu. Dikilenlerin başında kaynım vardı. Askerlerden biri kasaturasını çıkararak onun gırtlağına Haç çizdi. Kaynım dayanamadı yere yığıldı. Diğer bir asker ise hemen onun kafasını kesti; etraf kandan kıpkırmızı oldu. Çetnikler bu şekilde tam 12 insanı öldürdü..."(11)
Prof. Dr. Ali Rıza Gruda'nın anlattıkları: "Vişagrad, Foça, Zurvonik ve Riyedos şehirlerinde Sırp-Karadağ canileri çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden silah zoruyla evlere kapattıktan sonra evin üzerine ve etrafına benzin dökerek insanları bağırta bağırta yakmışlardı. Bu hadiseyi de, banyoda yarı yanmış halde bulunan ihtiyar bir kadın anlatmış... Yine Sırp canileri, Bosna'nın bir çok köyünde imamları köy meydanına toplayarak, bıçaklarla gögüslerine Haç işareti çizmişler ve daha sonra bu imamların ağızlarından hortumla benzin doldurmular, sonra da bu zavallıların ağızlarına sıkıştırdıkları benzinli fitilleri ateşleyerek insanları infilak ettirmişlerdir. Bu olaylar köy halkının gözünün önünde yapılmıştır"(12)
Bir başka mazlumun anlattıkları:"Canlı insanlardan kan alındı, organları çıkarılarak Sırbistan'a gönderildi. Her gece yüzlerce insan öldürülerek köprülerden nehirlere atılıyorlardı. Anneler öldürüldükten sonra, çocukları cesetlerine sarılıp yine nehirlere atılıyorlardı. İnsanlar evleriyle yakılarak öldürülüyorlardı.
Çocuklar çimento makinelerine atılarak, makineler çalıştırılıyordu. İnsanların gözleri bıçaklarla çıkarılıyordu, kulakları kesiliyordu.
Çarakov Köyü'nde köy öğretmenin kızına ölene kadar teceavüz ettiler. Babası ise, kızının cesedine tecavüzü seyretmeye zorladılar. Sonra baba bir halıya sarılıp, benzin dökülerek yakıldı."(13)
Bricko kampının en korkunç işkencecisi ise, 18 yaşındaki bir Sırp kadın Monika'ydı. Eski bir fahişenin kızı olan Monika Smoviç, sorgulama sırasında Müslüman gençlerin karınlarını kırık şişe ile deşiyor ya da kulaklarını ve burunlarını kesiyordu.(14)
Bosna Hersek'te yaşanan bu insanlık dışı zulümlerin yanıdan Müslüman kadınlara yapılan toplu ve sistematik tecavüzler de ayrı bir ehemmiyete sahiptir. Onbinlerce hatta yüzbinlerce kadına ve genç kıza savaş esnasında askerler, çete mensupları, eşkiyalar, kamp gardiyanları, paralı askerler, sırp komşuları ve hatta BM'ye mensup Barış Kuvvetleri diye adlandırılan birliklere mensup askerler tarafından dahi en iğrenç bir şekilde tecavüz edilmiştir. Böylelikle Avrupa'nın göbeğinde Sırplar, hainleri (!) cezalandırdıklarını göstermek istemişlerdir.
BATI'NIN MİLOSEVİÇ ŞOVU
"Binlerce Boşnak ve Arnavut'un katledilmesine zulme uğrayıp evlerini terketmesine seyirci kalan NATO nihayet 24 Mart 98'de bölgeye müdahale etti. Miloseviç Lahey'de USSM tarafından savaş suçlusu ilan edildi. Ve Haziran 2001'de USSM'ye teslim edildi. Miloseviç'in bu kanlı mazisinin ve o dönemde ki icraatlarını batı dünyası tarafından gayet iyi bilindiği ve dört yıl boyunca bu zulme seyirci kalındığı malumdur. Bugün batı dünyasının Miloseviç'in mahkemeye çıkarılmasını sağlayarak kaybettiği prestiji yeniden kazanma düşüncesi içerisinde oluduğu görülmektedir. Ancak bu girişim samimiyetten uzaktır. Zira, Miloseviç USSM'ne teslim edilmiştir. Ancak Sırpların 4 yıl süren savaş boyunca işgal ettikleri toprakları geri vermeleri konusunda uluslararası platformda hiç bir girişimde bulunulmamıştır. Bu topraklar ha Sırp denetimindedir. Öte yandan yaptırdığı katliamlar bütün dünyanın malumu olan Miloseviç'in bu kanlı eylemlerine neden dört yıl boyunca sessiz kalınmıştır? Neden medeni Avrupa, bu şahsı savaş suçlusu ilan etmek için binlerce Müslüman'ın katledilmesini ve göçe zorlanmasını beklemiştir?
Miloseviç kendi ifadesiyle "Beni İngilizler yaktı! Diyerek bu soruların cevabını veriyor. Yani danışıklı dövüş misali İngiltere ve diğer Avrupalı devletler üç noktada milliyetçi bir söylemi olan Miloseviç'i pohpohlayıp, iktidara taşımış ve bu yasede Balkanlar'da savaş fitilini ateşledikten sonra şimdi de savaş suçlusu ilan edip, mahkemeye sevk etmiştir.
Hıristiyan Avrupa'nın tavrını anlamak için tarih sayfalarını karıştırmakta da fayda vardır. Sırbistan İmparatorluğu diğer Hıristiyan milletler birlik olmak suretiyle 1839'da Kosova'da Osmanlı ordusunun karşısına çıkmış ve büyük bir yenilgiye uğramıştı. Maksat Müslüman-Türkleri Avrupa'dan atmaktı. Ama beklenen olmadı. Ortodoks Sırp Kilisesi Hıristiyanlık ruhunu diri tutmak için Kosova yenilgisini yıldönümünü Aziz Vitüs Günü adını vererek bayram ilan etti. İşte bugün USSM'de yargılanan Miloseviç bu savaşın 600. Yıldönümünde, Kosova Meydan Muharebesinin geçtiği meydanda 1989'da Sırplara seslenmiş ve Büyük Sırbistan hayalini ateşlemişti. Bu olaydan kısa bir süre sonra Yugoslavya kang gölüne döndü. Ve topyekün Hıristiyan Batı dünyası bu duruma seyirci kaldı.
Bu hakikatler ışığında deriz ki, Miloseviçz'in teslim edilmesi dünya kamuoyu önünde puan kazanmaya yönelik, sathi bir girişimdir. Hıristiyan alemi dün ne ise bugün de odur.(15)
Dipnotlar:
1) Prof. Dr. Haydar Baş "Milli benliğin milletlerin hayatındaki yeri" Yeni Mesaj Gazetesi. 7 Mart 1998 S. 3
2) 1) Prof. Dr. Haydar Baş "Tarih tekerrür mü ediyor?" Yeni Mesaj Gazetesi. 3 Mart 1998. S.3
3) Viktor Meier, "Bosnien und seien muslime" Südosteuropa Mitteilungen, Münih 1986. sayı: 25/1, s. 15
4) Prof. Dr. Haydar Baş "Kosova'yı düşünürken" Yeni Mesaj Gazetesi. 14 Mart 1998 s.3
5) Volker Kubillus, Die etnische Söuberung, Code, Mart 1993. sayı 3, s.40.
6) Badische Zeitung, 01.07.1992. Nr: 149, s.3.
7) Age 8.1.1993 Nr: 5. s.3.
8) Age 3.3.1993 Nr: 50, s.1.
9) Der Spiegel, 27.7.1992, Nr: 31, s.21.
10) Milli Gazete 30,.4.1994, s.12
11) Badische Zeitung, 19.12.1992. Nr: 294, s.4
12) Milli Gazete agy.
13) Herwig Roggemann, Krieg und Frieden auf dem Balkan, Berlin 1993, s.202
14) Der Spiegel, 10.08.1992, Nr, 33, s. 131
15) Prof. Dr. Haydar Baş "Miloseviç ve Batı'nın tarihi oyunu" 04.07.2001 Yeni Mesaj Gazetesi s.3
Oğuz Köroğlu