Molla Zübeyde, O’na “Mustafa’m” diye hitap ederdi -2-
Atatürk’ün yanında 24 yılını geçiren Cevat Abbas Gürer, anne Zübeyde ile oğul Mustafa arasındaki ilişkiyi şöyle misallendirir
20.06.2025 00:11:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Atatürk'ün yanında 24 yılını geçiren Cevat Abbas Gürer, anne Zübeyde ile oğul Mustafa arasındaki ilişkiyi şöyle misallendirir:
"…Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin İtalya'da, Almanya'da, Bulgaristan'da mümessilleri henüz mezkûr devletlerce resmen kabul olunmamıştılar. Yalnız Sovyet Rusya, İran ve Afganistan'da sefirlerimiz mevcuttu.
İşte harici vaziyetimizin böyle olduğu bir sırada Fransız edibi Mösyö Claude Farrere (Klot Farer) İstanbul'a gelmiş ve Atatürk'le mülakat talebinde bulunmuştu.
(…) Bilhassa Erzurum Kongresi'nin akdinden sonra ihanet timsali Vahdettin tarafından idama mahkum edilen Mustafa Kemal'in akıbetini düşünmekten hastalanan büyük Türk kadını evladını mutlaka görmek arzusunu yerine getirmiş ve Adapazarı'na gelmişlerdi.
Atatürk üç büyük mülakatı yapmış ve İzmit nutkunu vermişti. Muhterem validelerini beraberlerine alarak Ankara'ya dönmüşlerdi.
Bayan Zübeyde daha küçük yaşta öksüz kalan oğlunun her haliyle yakından alakadardı. Çünkü O'nun yetişmesinde ve yetiştikten sonra melekete hadim olmasında büyük bir âmil olmuştu. Atatürk'e hem tam mânâsıyla analık, hem babalık etmişti.
Sevgili oğlu Mustafa'sının idamla mahkumiyetini haber aldığı zaman son derece dinç olmasına rağmen teessürden kahırlanan Bayan Zübeyde hastalanmış, yatağa düşmüştü.
Uzun bir müddet oğlundan sahih bir malumat alamaması da hastalığının ilerlemesine sebebiyet vermişti.
Çankaya artık Bayan Zübeyde'ye çok kıymetli ve sevgili oğlunu bol bol görmek ve O'nu kollamak fırsatı verdiğinden, Bayan Zübeyde pek memnun ve bahtiyar bir ömür sürüyor ise de yine ekseriya vaktini hastalık içinde geçiriyordu.
(…) Yalnız ana olmak itibariyle değil fakat bu vakur, ciddi, taşkın, zekası büyük Türk kadınını her gün ziyaret etmek Atatürk için de bir vazife idi.
Ziyaretler haberleşmeden yapılmazdı. Çünkü ana ve oğul hazırlanmadan birbirlerini görmezlerdi.
(…) Ebedi şef, sabahleyin uyanır uyanmaz eğer o gün annesini görecek ise, annesinden birisi vasıtasıyla izin alırdı. Sonra büyük bir merasimde bulunacakmışçasına hazırlanırdı.
Bayan Zübeyde de hasta yatağında dahi olsa büyük bir ihtimamla Atatürk'ü kabule hazırlanırdı.
Saçlarını taratır, işlemeli başörtüsünü örter, Makedonyalı gelinlik kızın zengin çeyizinden kalmış oyalı bürümcük gömleğinin üzerine ipekli entarisini giyerdi. Ve İstanbulkâri renkli maşlahı ile resmi kıyafetini tamamladıktan sonra oğlunu beklediği haberini gönderirdi.
Bayan Zübeyde Atatürk'e 'Mustafa' diye hitap ederdi.
(...) Ekseriya her iki büyüğün görüşmelerinde beraber bulunurdum.
Büyük, kıymetli evlat yetiştirmek bahtiyarlığıyla, kıymetli büyük bir anaya sahip olmak gururunu bir arada toplayan gözlerim, evet Türk içtimai bünyesindeki terbiyenin ve o terbiye temellerinin ne kadar derin ve köklü, ne kadar nezih ve ciddi, ne kadar samimi olduğunun canlı timsallerini gördükçe kendimden geçiyordum.
Bu ana oğlunu daha beşik çocuğu iken, vatan ve millet sevgisini telkin eden ninnilerle başlamış, onu her çağında aynı akidelerle büyütmüş; köyde, şehirde tahsile sevk etmiş, ilim ve irfan aşılamıştı. Mevkiini bulan halaslar oğlunu o, Mustafa Kemal yapmıştı.
(…) Atatürk, anasının elini öptü; Bayan Zübeyde oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle Atatürk'ü bağrına basmak istiyordu. O'nu kucakladıktan sonra aziz Türk milletine eşsiz bir halaskâr kahraman veren ana olmak itibariyle gururlanmalı idi.
Fakat öyle olmadı. Bahtiyarlığı, gülen ve şirin yüzünden okunurken o büyük Türk anası kolları arasından uzaklaşan ciğerparesinin eline sarıldı.
Atatürk, 'Ne yapıyorsun anne!' dedi. Elini çekmek istedi. Bayan Zübeyde sükûnetle ve kati bir ciddiyetle, 'Ben senin ananım, sen benim elimi öpmekle bana karşı olan vazifeni yapıyorsun. Fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet reisisin. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebasıyım. Elini öpebilirim' cevabını verdi.
Oğlunun elini öpmekten ziyade Bayan Zübeyde, bu hareketiyle oğlunun mevkiinin en büyük ihtirama (saygıya) layık olduğunu etrafındakilere işaret ediyordu."
İşte büyük Müslüman Türk anası…
Cevat Abbas'ın bahsettiği ana-oğul bağlılığı konusu savaş meydanlarından arkadaşlarına gönderilen mektuplarda da vardır. Savaş meydanlarından yazdığı mektuplarda annesini mutlaka sorardı." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
"…Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin İtalya'da, Almanya'da, Bulgaristan'da mümessilleri henüz mezkûr devletlerce resmen kabul olunmamıştılar. Yalnız Sovyet Rusya, İran ve Afganistan'da sefirlerimiz mevcuttu.
İşte harici vaziyetimizin böyle olduğu bir sırada Fransız edibi Mösyö Claude Farrere (Klot Farer) İstanbul'a gelmiş ve Atatürk'le mülakat talebinde bulunmuştu.
(…) Bilhassa Erzurum Kongresi'nin akdinden sonra ihanet timsali Vahdettin tarafından idama mahkum edilen Mustafa Kemal'in akıbetini düşünmekten hastalanan büyük Türk kadını evladını mutlaka görmek arzusunu yerine getirmiş ve Adapazarı'na gelmişlerdi.
Atatürk üç büyük mülakatı yapmış ve İzmit nutkunu vermişti. Muhterem validelerini beraberlerine alarak Ankara'ya dönmüşlerdi.
Bayan Zübeyde daha küçük yaşta öksüz kalan oğlunun her haliyle yakından alakadardı. Çünkü O'nun yetişmesinde ve yetiştikten sonra melekete hadim olmasında büyük bir âmil olmuştu. Atatürk'e hem tam mânâsıyla analık, hem babalık etmişti.
Sevgili oğlu Mustafa'sının idamla mahkumiyetini haber aldığı zaman son derece dinç olmasına rağmen teessürden kahırlanan Bayan Zübeyde hastalanmış, yatağa düşmüştü.
Uzun bir müddet oğlundan sahih bir malumat alamaması da hastalığının ilerlemesine sebebiyet vermişti.
Çankaya artık Bayan Zübeyde'ye çok kıymetli ve sevgili oğlunu bol bol görmek ve O'nu kollamak fırsatı verdiğinden, Bayan Zübeyde pek memnun ve bahtiyar bir ömür sürüyor ise de yine ekseriya vaktini hastalık içinde geçiriyordu.
(…) Yalnız ana olmak itibariyle değil fakat bu vakur, ciddi, taşkın, zekası büyük Türk kadınını her gün ziyaret etmek Atatürk için de bir vazife idi.
Ziyaretler haberleşmeden yapılmazdı. Çünkü ana ve oğul hazırlanmadan birbirlerini görmezlerdi.
(…) Ebedi şef, sabahleyin uyanır uyanmaz eğer o gün annesini görecek ise, annesinden birisi vasıtasıyla izin alırdı. Sonra büyük bir merasimde bulunacakmışçasına hazırlanırdı.
Bayan Zübeyde de hasta yatağında dahi olsa büyük bir ihtimamla Atatürk'ü kabule hazırlanırdı.
Saçlarını taratır, işlemeli başörtüsünü örter, Makedonyalı gelinlik kızın zengin çeyizinden kalmış oyalı bürümcük gömleğinin üzerine ipekli entarisini giyerdi. Ve İstanbulkâri renkli maşlahı ile resmi kıyafetini tamamladıktan sonra oğlunu beklediği haberini gönderirdi.
Bayan Zübeyde Atatürk'e 'Mustafa' diye hitap ederdi.
(...) Ekseriya her iki büyüğün görüşmelerinde beraber bulunurdum.
Büyük, kıymetli evlat yetiştirmek bahtiyarlığıyla, kıymetli büyük bir anaya sahip olmak gururunu bir arada toplayan gözlerim, evet Türk içtimai bünyesindeki terbiyenin ve o terbiye temellerinin ne kadar derin ve köklü, ne kadar nezih ve ciddi, ne kadar samimi olduğunun canlı timsallerini gördükçe kendimden geçiyordum.
Bu ana oğlunu daha beşik çocuğu iken, vatan ve millet sevgisini telkin eden ninnilerle başlamış, onu her çağında aynı akidelerle büyütmüş; köyde, şehirde tahsile sevk etmiş, ilim ve irfan aşılamıştı. Mevkiini bulan halaslar oğlunu o, Mustafa Kemal yapmıştı.
(…) Atatürk, anasının elini öptü; Bayan Zübeyde oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle Atatürk'ü bağrına basmak istiyordu. O'nu kucakladıktan sonra aziz Türk milletine eşsiz bir halaskâr kahraman veren ana olmak itibariyle gururlanmalı idi.
Fakat öyle olmadı. Bahtiyarlığı, gülen ve şirin yüzünden okunurken o büyük Türk anası kolları arasından uzaklaşan ciğerparesinin eline sarıldı.
Atatürk, 'Ne yapıyorsun anne!' dedi. Elini çekmek istedi. Bayan Zübeyde sükûnetle ve kati bir ciddiyetle, 'Ben senin ananım, sen benim elimi öpmekle bana karşı olan vazifeni yapıyorsun. Fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet reisisin. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebasıyım. Elini öpebilirim' cevabını verdi.
Oğlunun elini öpmekten ziyade Bayan Zübeyde, bu hareketiyle oğlunun mevkiinin en büyük ihtirama (saygıya) layık olduğunu etrafındakilere işaret ediyordu."
İşte büyük Müslüman Türk anası…
Cevat Abbas'ın bahsettiği ana-oğul bağlılığı konusu savaş meydanlarından arkadaşlarına gönderilen mektuplarda da vardır. Savaş meydanlarından yazdığı mektuplarda annesini mutlaka sorardı." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.