Mübahale olayından çıkan sonuçlar -1-
Resul-i Ekrem, Necran Hristiyanlarını, İslam’a davet ettikten sonra, onların büyük âlimlerinden olan Seyyid, Akıb, Casilik, Alkame ve 70 kişiyi aşkın bir grup, 300 kişiye ulaşan takipçileriyle beraber Medine’ye geldiler
16.06.2023 08:14:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





"Kim, Sana gelen ilimden sonra Seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım ve sonra dua edelim de, Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun."
Ayetin inişi şu şekilde olmuştur:
Resul-i Ekrem, Necran Hristiyanlarını, İslam'a davet ettikten sonra, onların büyük âlimlerinden olan Seyyid, Akıb, Casilik, Alkame ve 70 kişiyi aşkın bir grup, 300 kişiye ulaşan takipçileriyle beraber Medine'ye geldiler.
Resulullah ile yaptıkları birkaç ilmî münazarada, sabit ve muhkem delillerle gereken cevapları alarak yenilgiye uğradılar.
Zira Resulullah'ın delilleri, onların elinde bulunan güvenilir kitaplardandı. O kitaplarla kendi haklılığını, Hz. İsa'nın Hz. Peygamberin alamet ve nişaneleri hakkında söylediği sözleri ve zuhur edeceği ile ilgili olarak haber verdiğini onlara anlattı.
Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın verdiği haberlere göre böyle bir zuhurun bekleyişi içindeydiler. Buna göre o (Resul) deveye binmiş halde (Mekke'de bulunan) Faran dağlarından zahir olacak, İyr ve Uhud (Medine) arasında hicret edecektir.
Hz. Resulullah'ın delilleri öyle güçlüydü ki, teslim olmaktan başka cevapları yoktu.
Ancak makam ve mevki sevgisi onların teslim olmasına engel oluyordu. Onlar İslam'ı kabul etmediklerinden Resulullah, Allah'ın emri üzerine doğrunun yalancıdan ayırt edilmesi için onlara mübahale (karşılıklı beddua) yapılması önerisinde bulundu.
Rivayete göre Resulullah kendisine inen ve onları mübahaleye davet eden ayeti okudu.
Ayet şöyledir: "Artık Sana gelen bunca ilimden sonra onun hakkında Seninle çekişip tartışmalara girişirlerse, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı kadınlarınızı, canlarımızı ve canlarınızı çağıralım sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üzerine kılalım."
Hıristiyanlar da bu öneriyi kabullenip, bu işin yarına bırakılmasını söylediler. Hz. Peygamber de bunu kabul etti.
Belirtilen gün olan ertesi gün, Hristiyanların hepsi, yetmişten fazla alimin eşliğinde Medine'nin çıkışında, Resulullah'ın çok büyük ve kalabalık bir toplulukla onları yıldırmak ve korkutmak için geleceğini bekliyorlardı.
Aniden Medine kalesinin kapısı açıldı. Resulullah; sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın ön tarafında ise iki çocuk olduğu halde gelerek, Hristiyanların karşısındaki bir ağacın altında oturdu. Bunların dışında kimse onlarla birlikte gelmemişti.
Hıristiyanların en bilgini olan piskopos, mütercimlerden Muhammed ile gelenlerin kim olduklarını sordu.
Mütercimler: "O genç damadı ve amcasının oğlu Ali b. Ebi Tâlib'dir, o kadın O'nun kızı Fatıma, iki çocuk ise O'nun torunları ve kızının evlatları olan Hasan ve Hüseyin'dir" dediler.
Piskopos bu durumu görünce Hristiyan âlimlerine şöyle dedi: "Bakınız, Muhammed nasıl da mutmain bir halde en yakınlarını, evlatlarını ve en çok sevdiği azizlerini mübahaleye getirip onları belaya mâruz bıraktı.
Allah'a and olsun ki, eğer O'nun tereddüdü veya korkusu olsaydı, asla onları getirmez ve mübahaleden vazgeçerdi veya en azından ailesinden olan sevdiklerini bu hadiseden uzak tutardı.
Onunla mübahale yapmamız kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri'nden korkmasaydım O'na iman ederdim.
Öyleyse O'nun isteklerini kabullenerek anlaşıp, şehrimize dönelim. Onların hepsi, "Söylediklerin doğrudur" deyip piskoposu tasdik ettiler.
Daha sonra piskopos Peygambere, "Biz, Seninle mübahale yapmıyor, anlaşmak istiyoruz" dedi. Hz. Peygamber de onların bu teklifini kabul etti.
Resulullah bu olay üzerine şöyle buyurdu: "Canımı elinde tutan Allah'a and olsun ki, azap ve bela Necranlıların başları üzerinde dolaşıyordu, eğer lanetleşmeye kalkışsalardı maymun ve domuz şekline dönüşürlerdi. Bütün vadi ateşle dolar ve Allah bütün Necran ehlini yok ederdi."
İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:
"Ebubekir İbn Merdûyeh diyor ki, bize Süleyman ibn Ahmed... Câbir'den rivâyet etti ki o şöyle dedi: Âkıb ve Tayyib, Resulüllah (s.a.v)'e geldiler.
Hz. Peygamber onları lanetleşmeye çağırdı. Onlar da ertesi günü lanetleşmek üzere sözleştiler. Ertesi günü Resulüllah (s.a.v.) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak geldi ve gelmeleri için onlara haber gönderdi. Fakat gelmediler ve haracı kabul ettiler.
Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Beni gönderen Allah'a yemin olsun ki, eğer hayır deselerdi vadi tepelerine ateş yağdıracaktı."
Câbir der ki: İşte onlar hakkında, "... Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarınızı ve kadınlarımızı..." ayeti nâzil oldu.
Yine Câbir diyor ki: Ayetteki, "Kendimizi ve kendinizi" kavli ile Resulüllah (s.a.v.) ve Ali İbn Ebi Tâlib, "oğullarınızı" kavli ile Hasan ile Hüseyin, "kadınlarınızı" kavli ile de Hz. Fatıma kastedilmiştir.
Bu ayet, Resulullah ile kendilerinin hak üzere olduklarını ve kendi dinlerinin geçerliğini iddia eden Necran Hristiyanlarının elçileri arasında geçen tartışma üzerine inmiştir.
Bu ayetin inişiyle Resulullah, onları mubahaleye (lanetleşmeye) davet etmiş ve sonuçta onların iddiasını gırtlaklarına çevirmiş, onları delille susturmuş ve burhanla onlara galip gelmiştir; onlar da acılı azaba ve ebedi lanete yakın ettikten sonra Resulullah ve Ehl-i Beyt'iyle mübahale etmekten sakınarak bunun karşısında sulh yapmayı ve cizye ödemeyi seçmişlerdir.
Bu olay, teferruat ve ayrıntılarını anlatmaya gerek kalmayacak kadar meşhurdur. Tarih, hadis ve tefsir kitaplarında bu olay çok detaylı bir şekilde beyan edilmiştir.
Burada önemli olan, Allah Teala'nın bu ayette o yüce makama seçtiği kişilerin kimlerin olduğu ve bu ilahî seçimin medlûllarının beyanıdır." Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Hasan eserinden)
Ayetin inişi şu şekilde olmuştur:
Resul-i Ekrem, Necran Hristiyanlarını, İslam'a davet ettikten sonra, onların büyük âlimlerinden olan Seyyid, Akıb, Casilik, Alkame ve 70 kişiyi aşkın bir grup, 300 kişiye ulaşan takipçileriyle beraber Medine'ye geldiler.
Resulullah ile yaptıkları birkaç ilmî münazarada, sabit ve muhkem delillerle gereken cevapları alarak yenilgiye uğradılar.
Zira Resulullah'ın delilleri, onların elinde bulunan güvenilir kitaplardandı. O kitaplarla kendi haklılığını, Hz. İsa'nın Hz. Peygamberin alamet ve nişaneleri hakkında söylediği sözleri ve zuhur edeceği ile ilgili olarak haber verdiğini onlara anlattı.
Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın verdiği haberlere göre böyle bir zuhurun bekleyişi içindeydiler. Buna göre o (Resul) deveye binmiş halde (Mekke'de bulunan) Faran dağlarından zahir olacak, İyr ve Uhud (Medine) arasında hicret edecektir.
Hz. Resulullah'ın delilleri öyle güçlüydü ki, teslim olmaktan başka cevapları yoktu.
Ancak makam ve mevki sevgisi onların teslim olmasına engel oluyordu. Onlar İslam'ı kabul etmediklerinden Resulullah, Allah'ın emri üzerine doğrunun yalancıdan ayırt edilmesi için onlara mübahale (karşılıklı beddua) yapılması önerisinde bulundu.
Rivayete göre Resulullah kendisine inen ve onları mübahaleye davet eden ayeti okudu.
Ayet şöyledir: "Artık Sana gelen bunca ilimden sonra onun hakkında Seninle çekişip tartışmalara girişirlerse, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı kadınlarınızı, canlarımızı ve canlarınızı çağıralım sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üzerine kılalım."
Hıristiyanlar da bu öneriyi kabullenip, bu işin yarına bırakılmasını söylediler. Hz. Peygamber de bunu kabul etti.
Belirtilen gün olan ertesi gün, Hristiyanların hepsi, yetmişten fazla alimin eşliğinde Medine'nin çıkışında, Resulullah'ın çok büyük ve kalabalık bir toplulukla onları yıldırmak ve korkutmak için geleceğini bekliyorlardı.
Aniden Medine kalesinin kapısı açıldı. Resulullah; sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın ön tarafında ise iki çocuk olduğu halde gelerek, Hristiyanların karşısındaki bir ağacın altında oturdu. Bunların dışında kimse onlarla birlikte gelmemişti.
Hıristiyanların en bilgini olan piskopos, mütercimlerden Muhammed ile gelenlerin kim olduklarını sordu.
Mütercimler: "O genç damadı ve amcasının oğlu Ali b. Ebi Tâlib'dir, o kadın O'nun kızı Fatıma, iki çocuk ise O'nun torunları ve kızının evlatları olan Hasan ve Hüseyin'dir" dediler.
Piskopos bu durumu görünce Hristiyan âlimlerine şöyle dedi: "Bakınız, Muhammed nasıl da mutmain bir halde en yakınlarını, evlatlarını ve en çok sevdiği azizlerini mübahaleye getirip onları belaya mâruz bıraktı.
Allah'a and olsun ki, eğer O'nun tereddüdü veya korkusu olsaydı, asla onları getirmez ve mübahaleden vazgeçerdi veya en azından ailesinden olan sevdiklerini bu hadiseden uzak tutardı.
Onunla mübahale yapmamız kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri'nden korkmasaydım O'na iman ederdim.
Öyleyse O'nun isteklerini kabullenerek anlaşıp, şehrimize dönelim. Onların hepsi, "Söylediklerin doğrudur" deyip piskoposu tasdik ettiler.
Daha sonra piskopos Peygambere, "Biz, Seninle mübahale yapmıyor, anlaşmak istiyoruz" dedi. Hz. Peygamber de onların bu teklifini kabul etti.
Resulullah bu olay üzerine şöyle buyurdu: "Canımı elinde tutan Allah'a and olsun ki, azap ve bela Necranlıların başları üzerinde dolaşıyordu, eğer lanetleşmeye kalkışsalardı maymun ve domuz şekline dönüşürlerdi. Bütün vadi ateşle dolar ve Allah bütün Necran ehlini yok ederdi."
İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:
"Ebubekir İbn Merdûyeh diyor ki, bize Süleyman ibn Ahmed... Câbir'den rivâyet etti ki o şöyle dedi: Âkıb ve Tayyib, Resulüllah (s.a.v)'e geldiler.
Hz. Peygamber onları lanetleşmeye çağırdı. Onlar da ertesi günü lanetleşmek üzere sözleştiler. Ertesi günü Resulüllah (s.a.v.) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak geldi ve gelmeleri için onlara haber gönderdi. Fakat gelmediler ve haracı kabul ettiler.
Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Beni gönderen Allah'a yemin olsun ki, eğer hayır deselerdi vadi tepelerine ateş yağdıracaktı."
Câbir der ki: İşte onlar hakkında, "... Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarınızı ve kadınlarımızı..." ayeti nâzil oldu.
Yine Câbir diyor ki: Ayetteki, "Kendimizi ve kendinizi" kavli ile Resulüllah (s.a.v.) ve Ali İbn Ebi Tâlib, "oğullarınızı" kavli ile Hasan ile Hüseyin, "kadınlarınızı" kavli ile de Hz. Fatıma kastedilmiştir.
Bu ayet, Resulullah ile kendilerinin hak üzere olduklarını ve kendi dinlerinin geçerliğini iddia eden Necran Hristiyanlarının elçileri arasında geçen tartışma üzerine inmiştir.
Bu ayetin inişiyle Resulullah, onları mubahaleye (lanetleşmeye) davet etmiş ve sonuçta onların iddiasını gırtlaklarına çevirmiş, onları delille susturmuş ve burhanla onlara galip gelmiştir; onlar da acılı azaba ve ebedi lanete yakın ettikten sonra Resulullah ve Ehl-i Beyt'iyle mübahale etmekten sakınarak bunun karşısında sulh yapmayı ve cizye ödemeyi seçmişlerdir.
Bu olay, teferruat ve ayrıntılarını anlatmaya gerek kalmayacak kadar meşhurdur. Tarih, hadis ve tefsir kitaplarında bu olay çok detaylı bir şekilde beyan edilmiştir.
Burada önemli olan, Allah Teala'nın bu ayette o yüce makama seçtiği kişilerin kimlerin olduğu ve bu ilahî seçimin medlûllarının beyanıdır." Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Hasan eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.