Nasıl namaz kılacağız?
Ayet-i kerimede; “Muhakkak ki namaz her türlü kötülükten men eder” buyuruluyor. Cenâb-ı Hak bir başka ayet-i kerimede de, kıldıkları namazlardan fayda elde edemeyen insanlardan bahis geçiyor. Burada Allah’ın razı olduğu namazı biz nasıl kılacağız
27.09.2024 08:37:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Ayet-i kerimede; "Muhakkak ki namaz her türlü kötülükten men eder" buyuruluyor.
Cenâb-ı Hak bir başka ayet-i kerimede de, kıldıkları namazlardan fayda elde edemeyen insanlardan bahis geçiyor. Burada Allah'ın razı olduğu namazı biz nasıl kılacağız.
Bu konuda günümüze kadar gelmiş, geçmiş ulema sınıfı hem bilgi vermede, hem tavsiyede bulunmada ve hem ikazda üzerlerine düşen görevi bihakkın yerine getirmişlerdir.
Günümüzde ise; ne hikmet ki, bu konu o kadar ehemmiyetli kabul edilip bu kadar imkânlar olmasına rağmen televizyonlar, radyolar, mecmualar, gazeteler, dergiler olmasına rağmen sanki böyle bir fariza yokmuş gibi insanı başıboş alabildiğine serbest bir varlık olarak bırakıyorlar.
İçinden ayıkanlarda meselenin ehemmiyetini tam olarak idrak edemediği için de bir hassasiyetle üzerine farz olan namaz farziyetini, farz olan bu ibadeti bihakkın çok defa eda edemiyor.
Bizi takip eden kardeşlerimizin de, dikkat etmesi gereken husustur namaz. Birçok defa biz, her şeye inanmamıza rağmen bilhassa namaz konusunda sanki elimizde bir garanti varmış gibi işte gelecek yıl başlarım. Hayır, yok ondan sonraki yıl başlarım. Ondan sonra bir tur atar, kırk yaşından sonra başlarım. Ondan sonrada bir tur atar, elliden sonra başlarım.
Derken bir de gelir bakar ki, ömür bitmiş. Eyvah biz ne yaptık diye hayıflanır ama bu pişmanlık da insana fayda vermez.
Onun için çok iyi bilmemiz gereken bir husus var. Namaz dinin direği. Bu direk olmadıktan sonra dini, bizim sağlam tutmamız mümkün değil. Zor belki de imkânsız.
Yani, biraz daha geniş ve gevşek tabirle, zor belki de imkânsız. Ama bana göre mümkün değil. Namaz o kadar mühim.
Çünkü namaz zikrullahın tamamını içinde yaptığımız bir ibadet. Kıyam halinde, kıraat halinde, rükû halinde, secde halinde efendime söyleyeyim, kâdede yaptığımız…
Esasen Kur'ân-ı Kerim'de: "Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah'ı zikreder, zikrediyor…" Hatta bir ayette de mazi sigasıyla yani, geçmiş sigası: "Sebbiha lillhi ma fissemaveti vel ard…"
Ayetin mazi ve muzari sigasıyla zikredilmesinde, çok büyük nükteler var. Yani, geçmişte ilk yaratıldığı zamanda her şey Allah'ı zikretti. Şu anda da Allah'ı zikrediyor. İleride de zikredecek manası var.
Dolayısıyla namazla bunun bağlantısına gelirsek namaz öyle büyük ibadet ki, bu ibadette bitkilerin, nebatatın yaptığı ibadet var. Artı, işte ağaçlar kökleriyle Allah'ı zikreder. Gövdeleriyle Allah'ı zikreder. Dağlar ayakta durmasıyla Allah'ı zikreder. Kısaca hayvanlar rükû halinde Cenâb-ı Hakk'ı zikreder. Hiçbir varlık yok ki, Allah'ı zikretmekten uzak olsun.
Onun için namaz bütün bu varlıkların yaptığı zikrin tamamını cem ediyor içinde. Mesela dağların zikrini biz kıyam halinde yapıyoruz.
Artı, hayvanların zikrini rükû halinde namazda biz yapıyoruz. Kıyamda dağların, hayvanların her türlüsünün zikrini bilhassa bu dört bacaklı dediğimiz rükû halinde yapıyoruz. Nebatat bütün kökleriyle beraber Cenâb-ı Hakk'ı zikreder. Secde halindedir. Secdede de biz o bitkilerin Allah'a olan zikrini yapıyoruz. Kısaca bunu daha da geliştirebiliriz.
İşte öyle muazzam ululazim bir ibadet ki, kâinatta ne var, ne yok canlı cansız bütün varlıklar bizim namazımızda cem ediliyor.
Her şey Allah'ı zikrediyor ya. Onun için namaza dururken insanın bazı şeylerden sıyrılarak yani, zikrini hal olarak yapması lazım.
Akıl penceresinden içeri girerek hal olarak yapması lazım. Ne diyoruz. İftitah tekbiri "Allahu ekber". Namaza girerken tekbir alıyoruz.
Bu çok, çok ama çok büyük bir başlangıç. Nereye? İbadet dünyasına. Allah'a ait olan mekâna girmektir "Allahu ekber" demek.
Elimizin tersiyle dünyayı atıyoruz. "Allahu ekber" yani, bir tek Allah var. En büyük O'dur. Ben, O'nun dışındakileri attım. Bir şey yok.
Nasıl namaz kılacağız? Eğer O'nun dışındakileri siz, atar da Allah'ın huzurunda daim olduğunuzu yaşarsanız, kıyamınız, kıraatınız yani okumanız Kur'ân ayetlerini okumanız, rükûunuz, secdeniz, kâdeniz hep Allah'ı zikir olur ki, işte istenilen kalbe huşu veren mirâc olan; "essalâtu mirâcu müminin" dediğimiz namaz bu olmuş olur.
Tabi, bunu söylemek kolay. Ama hayata geçirmek zor. Öyle olur ki, imkânsızda olur. Niye? Çok defa anlatırız; biz namazın dışında yaptıklarımızı namaza durduğumuzda tek tek seyrediyoruz. Sinema şeridi gibi. Efendim ard arda geliyor. O gün ne yaptın? Ne ettin? Ne yedin? Ne içtin? Hanımınla ne konuştun? Çocuklarına ne söyledin? Ticaret yaparken efendime söyleyeyim, müşterine hangi konularda hangi mevzularda malını nasıl takdim ettin? Nasıl sattın?
Artı, bu da yetmiyor, ya biz, onu yüzde yirmi kârla sattık. Bu adam, bize teslim olmuştu, yüzde kırk da desek buna hiç itiraz etmezdi. Niye yapmadım?
Bütün bu fitnenin merkezi bir de baktın ki, orası oldu. Neden oldu? Çünkü dedik ya, o kalp hepsini çekti. Çekti, çekti dünyayı da attı. "Allahu ekber" dedi. Dünyayı attı. Namaza durdu. Ama burası (kalp) dünyadan ilgisini kesmedi. Burada ne çekildi fotoğraf makinesi kalp neyi tespit etti namaza girdiniz bir de baktınız ki, hepsi önünüze geldi.
Şimdi bundan nasıl kurtulmamız lazım? Çok arkadaşlarımızın şikayeti bundan. Evet, huşu içinde olup, Allah'la beraber olduğumuzu, yaşamak suretiyle namazımızı kılacağız ama gayret ediyoruz, olmuyor. Ne yapmamız lazım?
Hazreti Fahr-i Âlem Efendimiz'in (s.a.a.): "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz."
Küçük cihat, savaştan dönerken söylediği küçük cihat. Asıl büyük içimizde olan düşmanla mücadeledir.
Ben, davasıyla onun öyle dal budağı var ki, öyle meseleleri var ki, işte ahlâk-ı zemimenin çöküp, emmâreyi istila ettiği başkaldırtmadığı hal. Onunla beraber olduğunda o kalp seni bir türlü huzurunda olduğun Allah'ın huzuruna koymuyor. İstesen de koymuyor. Onun için büyük bir mücadele gerekiyor.
Eğer sen bu mücadeleyi vermedin. Efendime söyleyeyim, Allahu ekber dedin ama gene sen dünya işleriyle meşgul oldun hiç umurunda değil. Cesedin, Allah'ın huzurunda kalbin dünyada belki de bazı düğünlerde bayramlarda. İşte öğretmendir dersini veriyor, ben çok oluyordum. Öğretmenken ders veriyorum, geliyor namaza duruyorum; "şu konuyu niye böyle anlatmadım?"
Baktık ki, biz namazda ders de vermeye başlamışız. Bu mücadelenin içine karar verip girmek gerekir. Beni takip edenler bu mücadeleye mutlaka başlasınlar.
"Hocam bu bir savaş mı?" Evet, en büyük savaş. "Bunu başarabilir miyiz?" En güzel şekilde başarırsınız.
Onun için burada namazın dışındaki vakit madem bizim namazın dışında çektiğimiz kalpteki fotoğraf makinesi açılıyor. Önümüze o resimler, o olaylar geliyor. Bu sefer namazın dışında bizim gözümüz kulağımız kalbimiz iyi çalışacak. Hak'tan gayri olan şeyi görmeyecek, işitmeyecek, duymayacak, konuşmayacak, Hak ile olan hususları görecek konuşacak duyacak ve kalple ve dille de eli işinde olacak ama gönlü Hak'ta olacak.
"El kârda gönül yârda" işte bu. Dünya işindesin, halk içindesin, konuşuyorsun, inşaat yapıyorsun, ne bilim terzisin elbise dikiyorsun, gömlek dikiyorsun. Ayakkabıcısın, ayakkabı satıyorsun, imal ediyorsun.
Ne bileyim manifaturacısın, efendim her türlü kumaşı satıyorsun, pazarlıyorsun bunlarla beraber işini aksatmıyorsun. Aksatmayacaksın. Ama bütün bunları yaparken de burası (kalp) kimin yeriydi? Cenâb-ı Vacibu'l Vûcud Hazretleri'nin yeriydi. İşte orası da O'nunla beraber devamlı olacak. Devamlı O'nunla irtibat halinde olacak.
"Allah, Allah." "Yahu Hocam! İnsan unutmaz mı?" Yok unutmaz. Niye? Sen Allah dedikçe O sana "buyur kulum" diyor. "Fezkuruni ezkurkum/Beni zikret Ben de seni zikredeyim."
Çok müthiş bir olaydır bu. O, halk içinde Hak ile olmak budur. Elin başka şeyle meşgul olur. Ayağın, gözün, kulağın ama burası (kalp) eğer sen o kalp manasında o dille zikri Allah'a ulaştırdı isen hiç merak etme bak yeminle konuşuyorum O, hiçbir yerde kendini sana unutturmaz…
Allah, senin, benim gibi vefasız değil ki. Bahane arıyor, bu kulumu ben yücelteyim, yükselteyim diye.
Namazda bu hali yakalamak lazım. Mücadele vereceğiz. Ne kadar zamanda bu mücadele devam eder? İnsan olur ki, altı ayda. İnsan olur ki, bir yılda. Olur ki iki yılda. Olur ki, üç yılda. Bir ömür boyu da olsa bu mücadelenin içine girmek gerekir.
O kadar sürmez ama bir de baktın ki sen, kalp dünyasından bir pencere açılmış Allah Allah! Allah'ı unuttuğun bir zaman olmuyor ve ondan sonra; "Hoştur bana senden gelen, Ya hilâtu yahut kefen. Lütfun da hoş, kahrın da hoş."
Değil mi? İşte, insan görmesi lazım ki, her şey Allah'tan her şeyin yaratıcısı Allah. Bütün bunları da bize denemek için veriyor.
Allah, hayır anında şükredip, şer anında sabreden ve her halinde kazanan kullarından eylesin.
İşte onlar da ibadet. Bu hâlimizi biz, namazla yakaladığımız takdirde hiç merak etmeyelim bu namaz, kâmil manada namaz olur. Tabi orada kıraatımız vardır. Rükûumuz vardır. Secdemiz vardır. Kâdemiz vardır. Tekbirimiz vardır. Kısaca, bütün bunları da erkâna göre yapmamız lazım. Usulüne göre yapmamız lazım.
"Allahu ekber" deriz namaza dururuz, sanki adam yarış yapıyor… Tahsildara vergi verir gibi namaz kılarsan, o namaz sana fayda vermez.
Hayır! Bu anlattıklarımızı içeren manada namaz kıldın, hiç merak etme.
"Ama efendim ben, başta bu." Hiç yılmayacaksın. O başlamak da bu noktaya gelmenin ispatıdır. Bir başladın mı, tamam, bu noktaya gelirsin.
Seni, Allah orada tutmaz. Onu da merak etme. Bütün engelleri tek tek aşarsın. İtminana erdin mi, Vacibu'l Vücud Hazretleriyle beraber olursun.
Bu kadar büyük servet olur mu? Sen bütün mükevvenatı yaratan canlıları, cansızları bütün galaksileri yaratan Allah'ı kazanıyorsun. Senden daha büyük zengin olabilir mi?
Onun yarattığını cebine koyduğun zaman kuş gibi uçuyorsun. Eğer bütün bunları yaratanı sen gönlüne korsan nasıl uçmazsın ki? Asıl uçmak da o dur. Kısaca bunu diyebiliriz efendim." (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan Sohbetlerinden)
Cenâb-ı Hak bir başka ayet-i kerimede de, kıldıkları namazlardan fayda elde edemeyen insanlardan bahis geçiyor. Burada Allah'ın razı olduğu namazı biz nasıl kılacağız.
Bu konuda günümüze kadar gelmiş, geçmiş ulema sınıfı hem bilgi vermede, hem tavsiyede bulunmada ve hem ikazda üzerlerine düşen görevi bihakkın yerine getirmişlerdir.
Günümüzde ise; ne hikmet ki, bu konu o kadar ehemmiyetli kabul edilip bu kadar imkânlar olmasına rağmen televizyonlar, radyolar, mecmualar, gazeteler, dergiler olmasına rağmen sanki böyle bir fariza yokmuş gibi insanı başıboş alabildiğine serbest bir varlık olarak bırakıyorlar.
İçinden ayıkanlarda meselenin ehemmiyetini tam olarak idrak edemediği için de bir hassasiyetle üzerine farz olan namaz farziyetini, farz olan bu ibadeti bihakkın çok defa eda edemiyor.
Bizi takip eden kardeşlerimizin de, dikkat etmesi gereken husustur namaz. Birçok defa biz, her şeye inanmamıza rağmen bilhassa namaz konusunda sanki elimizde bir garanti varmış gibi işte gelecek yıl başlarım. Hayır, yok ondan sonraki yıl başlarım. Ondan sonra bir tur atar, kırk yaşından sonra başlarım. Ondan sonrada bir tur atar, elliden sonra başlarım.
Derken bir de gelir bakar ki, ömür bitmiş. Eyvah biz ne yaptık diye hayıflanır ama bu pişmanlık da insana fayda vermez.
Onun için çok iyi bilmemiz gereken bir husus var. Namaz dinin direği. Bu direk olmadıktan sonra dini, bizim sağlam tutmamız mümkün değil. Zor belki de imkânsız.
Yani, biraz daha geniş ve gevşek tabirle, zor belki de imkânsız. Ama bana göre mümkün değil. Namaz o kadar mühim.
Çünkü namaz zikrullahın tamamını içinde yaptığımız bir ibadet. Kıyam halinde, kıraat halinde, rükû halinde, secde halinde efendime söyleyeyim, kâdede yaptığımız…
Esasen Kur'ân-ı Kerim'de: "Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah'ı zikreder, zikrediyor…" Hatta bir ayette de mazi sigasıyla yani, geçmiş sigası: "Sebbiha lillhi ma fissemaveti vel ard…"
Ayetin mazi ve muzari sigasıyla zikredilmesinde, çok büyük nükteler var. Yani, geçmişte ilk yaratıldığı zamanda her şey Allah'ı zikretti. Şu anda da Allah'ı zikrediyor. İleride de zikredecek manası var.
Dolayısıyla namazla bunun bağlantısına gelirsek namaz öyle büyük ibadet ki, bu ibadette bitkilerin, nebatatın yaptığı ibadet var. Artı, işte ağaçlar kökleriyle Allah'ı zikreder. Gövdeleriyle Allah'ı zikreder. Dağlar ayakta durmasıyla Allah'ı zikreder. Kısaca hayvanlar rükû halinde Cenâb-ı Hakk'ı zikreder. Hiçbir varlık yok ki, Allah'ı zikretmekten uzak olsun.
Onun için namaz bütün bu varlıkların yaptığı zikrin tamamını cem ediyor içinde. Mesela dağların zikrini biz kıyam halinde yapıyoruz.
Artı, hayvanların zikrini rükû halinde namazda biz yapıyoruz. Kıyamda dağların, hayvanların her türlüsünün zikrini bilhassa bu dört bacaklı dediğimiz rükû halinde yapıyoruz. Nebatat bütün kökleriyle beraber Cenâb-ı Hakk'ı zikreder. Secde halindedir. Secdede de biz o bitkilerin Allah'a olan zikrini yapıyoruz. Kısaca bunu daha da geliştirebiliriz.
İşte öyle muazzam ululazim bir ibadet ki, kâinatta ne var, ne yok canlı cansız bütün varlıklar bizim namazımızda cem ediliyor.
Her şey Allah'ı zikrediyor ya. Onun için namaza dururken insanın bazı şeylerden sıyrılarak yani, zikrini hal olarak yapması lazım.
Akıl penceresinden içeri girerek hal olarak yapması lazım. Ne diyoruz. İftitah tekbiri "Allahu ekber". Namaza girerken tekbir alıyoruz.
Bu çok, çok ama çok büyük bir başlangıç. Nereye? İbadet dünyasına. Allah'a ait olan mekâna girmektir "Allahu ekber" demek.
Elimizin tersiyle dünyayı atıyoruz. "Allahu ekber" yani, bir tek Allah var. En büyük O'dur. Ben, O'nun dışındakileri attım. Bir şey yok.
Nasıl namaz kılacağız? Eğer O'nun dışındakileri siz, atar da Allah'ın huzurunda daim olduğunuzu yaşarsanız, kıyamınız, kıraatınız yani okumanız Kur'ân ayetlerini okumanız, rükûunuz, secdeniz, kâdeniz hep Allah'ı zikir olur ki, işte istenilen kalbe huşu veren mirâc olan; "essalâtu mirâcu müminin" dediğimiz namaz bu olmuş olur.
Tabi, bunu söylemek kolay. Ama hayata geçirmek zor. Öyle olur ki, imkânsızda olur. Niye? Çok defa anlatırız; biz namazın dışında yaptıklarımızı namaza durduğumuzda tek tek seyrediyoruz. Sinema şeridi gibi. Efendim ard arda geliyor. O gün ne yaptın? Ne ettin? Ne yedin? Ne içtin? Hanımınla ne konuştun? Çocuklarına ne söyledin? Ticaret yaparken efendime söyleyeyim, müşterine hangi konularda hangi mevzularda malını nasıl takdim ettin? Nasıl sattın?
Artı, bu da yetmiyor, ya biz, onu yüzde yirmi kârla sattık. Bu adam, bize teslim olmuştu, yüzde kırk da desek buna hiç itiraz etmezdi. Niye yapmadım?
Bütün bu fitnenin merkezi bir de baktın ki, orası oldu. Neden oldu? Çünkü dedik ya, o kalp hepsini çekti. Çekti, çekti dünyayı da attı. "Allahu ekber" dedi. Dünyayı attı. Namaza durdu. Ama burası (kalp) dünyadan ilgisini kesmedi. Burada ne çekildi fotoğraf makinesi kalp neyi tespit etti namaza girdiniz bir de baktınız ki, hepsi önünüze geldi.
Şimdi bundan nasıl kurtulmamız lazım? Çok arkadaşlarımızın şikayeti bundan. Evet, huşu içinde olup, Allah'la beraber olduğumuzu, yaşamak suretiyle namazımızı kılacağız ama gayret ediyoruz, olmuyor. Ne yapmamız lazım?
Hazreti Fahr-i Âlem Efendimiz'in (s.a.a.): "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz."
Küçük cihat, savaştan dönerken söylediği küçük cihat. Asıl büyük içimizde olan düşmanla mücadeledir.
Ben, davasıyla onun öyle dal budağı var ki, öyle meseleleri var ki, işte ahlâk-ı zemimenin çöküp, emmâreyi istila ettiği başkaldırtmadığı hal. Onunla beraber olduğunda o kalp seni bir türlü huzurunda olduğun Allah'ın huzuruna koymuyor. İstesen de koymuyor. Onun için büyük bir mücadele gerekiyor.
Eğer sen bu mücadeleyi vermedin. Efendime söyleyeyim, Allahu ekber dedin ama gene sen dünya işleriyle meşgul oldun hiç umurunda değil. Cesedin, Allah'ın huzurunda kalbin dünyada belki de bazı düğünlerde bayramlarda. İşte öğretmendir dersini veriyor, ben çok oluyordum. Öğretmenken ders veriyorum, geliyor namaza duruyorum; "şu konuyu niye böyle anlatmadım?"
Baktık ki, biz namazda ders de vermeye başlamışız. Bu mücadelenin içine karar verip girmek gerekir. Beni takip edenler bu mücadeleye mutlaka başlasınlar.
"Hocam bu bir savaş mı?" Evet, en büyük savaş. "Bunu başarabilir miyiz?" En güzel şekilde başarırsınız.
Onun için burada namazın dışındaki vakit madem bizim namazın dışında çektiğimiz kalpteki fotoğraf makinesi açılıyor. Önümüze o resimler, o olaylar geliyor. Bu sefer namazın dışında bizim gözümüz kulağımız kalbimiz iyi çalışacak. Hak'tan gayri olan şeyi görmeyecek, işitmeyecek, duymayacak, konuşmayacak, Hak ile olan hususları görecek konuşacak duyacak ve kalple ve dille de eli işinde olacak ama gönlü Hak'ta olacak.
"El kârda gönül yârda" işte bu. Dünya işindesin, halk içindesin, konuşuyorsun, inşaat yapıyorsun, ne bilim terzisin elbise dikiyorsun, gömlek dikiyorsun. Ayakkabıcısın, ayakkabı satıyorsun, imal ediyorsun.
Ne bileyim manifaturacısın, efendim her türlü kumaşı satıyorsun, pazarlıyorsun bunlarla beraber işini aksatmıyorsun. Aksatmayacaksın. Ama bütün bunları yaparken de burası (kalp) kimin yeriydi? Cenâb-ı Vacibu'l Vûcud Hazretleri'nin yeriydi. İşte orası da O'nunla beraber devamlı olacak. Devamlı O'nunla irtibat halinde olacak.
"Allah, Allah." "Yahu Hocam! İnsan unutmaz mı?" Yok unutmaz. Niye? Sen Allah dedikçe O sana "buyur kulum" diyor. "Fezkuruni ezkurkum/Beni zikret Ben de seni zikredeyim."
Çok müthiş bir olaydır bu. O, halk içinde Hak ile olmak budur. Elin başka şeyle meşgul olur. Ayağın, gözün, kulağın ama burası (kalp) eğer sen o kalp manasında o dille zikri Allah'a ulaştırdı isen hiç merak etme bak yeminle konuşuyorum O, hiçbir yerde kendini sana unutturmaz…
Allah, senin, benim gibi vefasız değil ki. Bahane arıyor, bu kulumu ben yücelteyim, yükselteyim diye.
Namazda bu hali yakalamak lazım. Mücadele vereceğiz. Ne kadar zamanda bu mücadele devam eder? İnsan olur ki, altı ayda. İnsan olur ki, bir yılda. Olur ki iki yılda. Olur ki, üç yılda. Bir ömür boyu da olsa bu mücadelenin içine girmek gerekir.
O kadar sürmez ama bir de baktın ki sen, kalp dünyasından bir pencere açılmış Allah Allah! Allah'ı unuttuğun bir zaman olmuyor ve ondan sonra; "Hoştur bana senden gelen, Ya hilâtu yahut kefen. Lütfun da hoş, kahrın da hoş."
Değil mi? İşte, insan görmesi lazım ki, her şey Allah'tan her şeyin yaratıcısı Allah. Bütün bunları da bize denemek için veriyor.
Allah, hayır anında şükredip, şer anında sabreden ve her halinde kazanan kullarından eylesin.
İşte onlar da ibadet. Bu hâlimizi biz, namazla yakaladığımız takdirde hiç merak etmeyelim bu namaz, kâmil manada namaz olur. Tabi orada kıraatımız vardır. Rükûumuz vardır. Secdemiz vardır. Kâdemiz vardır. Tekbirimiz vardır. Kısaca, bütün bunları da erkâna göre yapmamız lazım. Usulüne göre yapmamız lazım.
"Allahu ekber" deriz namaza dururuz, sanki adam yarış yapıyor… Tahsildara vergi verir gibi namaz kılarsan, o namaz sana fayda vermez.
Hayır! Bu anlattıklarımızı içeren manada namaz kıldın, hiç merak etme.
"Ama efendim ben, başta bu." Hiç yılmayacaksın. O başlamak da bu noktaya gelmenin ispatıdır. Bir başladın mı, tamam, bu noktaya gelirsin.
Seni, Allah orada tutmaz. Onu da merak etme. Bütün engelleri tek tek aşarsın. İtminana erdin mi, Vacibu'l Vücud Hazretleriyle beraber olursun.
Bu kadar büyük servet olur mu? Sen bütün mükevvenatı yaratan canlıları, cansızları bütün galaksileri yaratan Allah'ı kazanıyorsun. Senden daha büyük zengin olabilir mi?
Onun yarattığını cebine koyduğun zaman kuş gibi uçuyorsun. Eğer bütün bunları yaratanı sen gönlüne korsan nasıl uçmazsın ki? Asıl uçmak da o dur. Kısaca bunu diyebiliriz efendim." (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan Sohbetlerinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.