O başkaymış!

Her ikisinin de kulaklarını çınlatarak, her ikisinin de kalemlerinden, yüreklerinden öperek Sevgili Hasan Demir'in, Sevgili Banu Avar'dan alıntıladığı, günümüz panoraması paragrafı aynen alıntılayarak başlayacağım...
"Banu Avar, Ermenilere Soykırımı yaptığımız iddialarının Fransa'da bayraktarlığını yapan Ermeni asıllı bir Fransız parlamenter olan Patrick Deveciyan'a bir mülakatında, "Siz bir Ermeni olarak 1915 olayları hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sorar. Deveciyan "Ben Ermeni değilim, Fransız'ım" cevabını verir. Bu cevaba şaşıran Banu Avar, "Ama siz Ermeni kökenlisiniz" deyince, Deveciyan bu defa "Burası bir ulus devlet ve ben de Fransız yurttaşıyım. Yani Fransız'ım" cevabının verir. Avar'ın "Ama siz değil misiniz Türkiye'de insanlara Kürt, Laz, Çerkez, Süryani denilmeli diyen" diye sorunca, Deveciyan şu ibretlik cevabı verir: O başka!"
En son, iki kelimelik, kaçak-göçek gibi görünmesine rağmen mazeretin bittiği yerde söylenmiş nihâi bir söz; o başka!...
Bu başkaları hatırlatarak, başkaları tarafından başkalaştırılmış ve hâlâ bizdenmiş gibi görünmeğe ama bu arada millî bütünlüğümüzü parçalayarak başkaların sayısını artırmağa gayret eden haçlı Müslümanlardan bahsetmeğe çalışacağım...
Meselâ; Türk tarihinden aklıma gelen eski ve millî vicdânımızın kavlamaya terk ettiğimiz yaralarından Kara Kağan'ı hatırlatacağım ve koynuna aldığı Çinli İçing Katun'un yaptığı casusluk ile Göktürkler'in baskın yemesine engel olamayan, 100.000 Türk'ün Çinliye esir düşmesine sebep olan ve buna dayanamayarak utançla tamuya varan, Türk Hakanı'nı; başın hatasının bütün bedeni nasıl belâlara düşürebileceğinin ibretlik belgesi olsun diye hatırlatacağım! Fısıltıyla bile olsa; "O, başka!" diyenleri duyacağım ve asla duymazdan gelmeyeceğim; elbette o, başka!...
Tarih makarasını sürâtle saracağım. Kutlu Kurtuluş Savaşımıza geleceğim. Kutlu Kurtuluş Savaşımız'dan sonra yeni kurulan Cumhuriyet'in otoritesini ve hâkimiyetini pekiştirmek için Kutlu Savaş sırasında; bilerek bilmeyerek Kuvay-ı Milliye karşısında yer alıp Kutlu Mücâdeleyi sekteye uğratanların, sür'atle ve kesinlikle cezalandırılmaları düşünülmüş ve belirlenen listenin sayısı 600 kişiyi geçmiş! Ama Lozan Antlaşmasının, cezalandırılacakların sayısının 150 kişiyi geçmemesi kararı, Genç Cumhuriyetçileri zora sokmuş! Ve "Buna değmiş, buna değmemiş" mantığı ile yere çarpılarak parçalanmış karpuzun az pislenmiş parçalarının, "ehven-i şerr"in tercîhi mecbûriyeti yaşanmış! Neticede günler süren elemeden sonra liste önce 300, daha sonra 149 kişiye indirilmiş ve son olarak ta 1 Haziran 1924'te Köylü Gazetesi sahibi Refet Bey'le 150 kişi tamamlanıp yurtdışına sürgüne gönderilmiş! Bu 150 kişi ve çok zorlanılarak ayıklanan diğer 450 kişi, Hıyânet-i Vataniyye suçunu işlemişler. İspatlıdır, tespitlidir ama Lozan Antlaşması gereği Genç Cumhuriyet Hükümeti, hâinlerini gereğince cezalandıramamaktadır! Sonunda Vahidettin ve maiyetinden 7; kabine üyelerinden 7; Sevr Antlaşması'nı imzalayan 3 kişi; Kuva-i İnzibatiye'den Başkumandanı Süleyman Şefik Paşa da dahil 7 kişi; Mülkiye ve askeriyeden 30 kişi; Çerkes Ethem ve avanesi 9 kişi; Çerkes Kongresi'ne katılan 15 kişi; 12 polis, 12 Gazeteci, diğer eşhâsdan 40 kişi olmak kaydıyla 150 kişi, sürgüne gönderilmiş! 26 Haziran 1938'de bu sürgün ve yasaklar kadırılmışsa da yurda dönen, çok az kişi olmuştur! Tabi O başka!...
Hz. Peygamber (s.a.v.), "Siz şüphesiz Beni Asfar'la (Rumlar) çarpışırsınız. Ne var ki onlarla önce siz çarpışırsınız ama sizden sonra müminlerden bir ordu gelir ve Rumlarla asıl onlar çarpışır. Onlarla çarpışan bu mü'minler öyle insanlardır ki, onlar Allah yolunda cihâd ederler, Allah yolunda yürümekten ve hiçbir kınayıcının kınamasından, ne de ileri geri konuşmasından hiç çekinmezler. En sonunda onlar İstanbul ve Roma'yı tesbîh ve tekbîr getirerek fethederler" (et-Tâberânî, VI, s.22) diyerek yüzlerce yıl önceden tarif ve tebrîkinden hareketle Türk Milletini, soyumuzu severiz; BOP Eş Başkanı olmakla övünen bir Müslüman Başbakan çıkar; "Bütün milliyetçilikler ayaklarımın altındadır!" diye hezeyân üretir! Eee! Tabi ki o başka!...
"Sahâbeden Vâsile b. el-Eska şöyle anlatmaktadır: O diyor ki; bir gün Hz. Peygamber'e sordum; "Ya Resulallah! Siz ırkçılığı yeriyor ve 'Bu cahiliye davası güdenler bizden değildir' buyuruyorsunuz. Acaba kişinin ırkını sevmesi bir tür ırkçılık mıdır?” Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdular; "Hayır! Bu ırkçılık değildir. Ama kişinin zulüm yaptığını bile bile kavmine yardımcı olması, işte asıl ırkçılık odur." (İbn-Mâce, Sünen, no: 3949, Ebu Davud, Sünen, no: 5119, Ahmewd b. Hanbel, IV, s. 107, el-Heysemi, VI, s. 244, X, s. 294)
Bu kesin bilgilerden hareketle, Türk bir üst kimliktir. "Ne mutlu Türk'üm diyene" deyip mer'i yasalara, devlete, millete sâdık olan herkes gözümüzün bebeğidir. Bin yıllık Kürt komşularımıza, hısımlarımıza ve din kardeşlerimize azınlık adını revâ görerek gayr-ı millî ve gayr-ı dîni bir sıfat vermeğe çalışan haçlı Müslümanlar; kundaktaki Kürt bebeğe kaleşnikofla kurşun yağdıran, kadın-ihtiyar-çocuk demeden 30.000 Kürd'ü katleden, 14-15 yaşlarındaki Kürt kızlarını dağa kaldırıp harem kuran, itiraz edenleri ajanlıkla suçlayıp infâz eden bir sapık, psikopat cânîyi, aynen Lozan Antlaşması gibi ama milletten gizli yapılan anlaşmalar gereği Barış Güvercini hüviyetiyle cezaevinden konuşturuyorsunuz! Yanlış yapıyorsunuz, diyoruz!
Türkiye Cumhuriyeti Yasaları'nın idama mahkûm ettiği, Haçlı ABD ve AB'nin dayatmalarıyla Türk Milletinden saklanan antlaşmalarla yağlı urgan kaçkını bir câni; Allah ile aldatarak iki kişiden birinin oyunu almış AKP Hükümeti'ne istediği herşeyi yaptırabiliyor! İtiraz ediyoruz!
İtirâzlarımıza itirâz ediyorlar: O başka!...
Zamanın hızlı, ömürlerin çok kısa olduğunu bilerek; Müslüman Türk tevekkülü ile sabrettiğimizi, artık bıçağın kemiğe dayandığını, Türk Milletinin bu zillete daha fazla tahammül edemeyeceğini, yıllardır söylemeyip söylenen Türk Milletinin artık söylemeğe başladığını, "Küfrün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır" Peygamber (s.a.v.) öğüdünden hareketle artık susulmayacağını hatırlatıyoruz!
Biz bu Devleti ve Vatanı sokakta bulmadık! Sokağa teslîm etmeyiz! Akıllı olun! Misâk-ı Millî uğruna, Milletin ve Devletin Bağımsızlığı uğruna, Ezân-ı Muhammedî'nin kıyâmete kadar semâlarımızda inlemesi uğruna; ölüp öldürmeği en iyi bilen milletiz! Diyoruz; sessizce fısıldıyorlar haçlı Müslümanlar; “o başkaaa!"
"En sonunda onlar İstanbul ve Roma'yı tesbîh ve tekbîr getirerek fethederler" şeklinde bütün zamana tarif edilmiş bir kavmin ahfâdı olarak aklınızı başınıza devşirip tevbe ederseniz, işte asıl; o başka vesselâm...
"Ulu Tanrı! Namussuz bir Türk yaratacağına, bütün dünyayı helâk et!" (Oğuz Kağan)
Selâm, sevgi, duâ...