Prof. Dr. Haydar Baş'ın kalemindenDini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
İslam âlemi ile ilgili olarak İngiltere'nin isteklerine gelince; bu emellere sevk eden en önemli husus, istila ettiği Hindistan ve diğer yerlerdeki Müslümanlar üzerinde İngiliz hâkimiyetini tam olarak gerçekleştirmekti. Lord Curzon, içinde bulunduğumuz asrın başlarında İngiltere'de bir Şark araştırmaları okulunun açılması fikrinin şiddetli savunucusuydu. Zira bunu "imparatorluğun tesisinin zaruri bir parçası" sayıyordu. Yine bu, İngiltere'nin Şarkta elde ettiği mevkiini korumaya yardım edecekti. Şark ve Afrika araştırmaları okuluna dönüştü.
İngiltere Hükümeti, sömürgeci hedeflerini gerçekleştirmek için, Doğuda sömürgeleştirdiği ülkelerdeki siyasetini, dilediği araştırmaları kendisine sunan bir grup müsteşrikle müşavere ve temas kurduktan sonra tespit ederdi. Dr. İbrahim El-Lebban bu konuda şunları söylüyor: "Gerçek şu ki Batıdaki siyaset adamları bu fakültelerin (Avrupa'daki şark dilleri fakültelerinin) hocalarıyla sıkı irtibat halindeydiler. Arap ve Müslüman milletlerle ilgili siyasî işlerde mühim kararlar almadan evvel, onların görüşlerine müracaat ederlerdi. Ben, müsteşrik büyüklerinden birinin şöyle dediğini işittim: Mr. Aden, Ortadoğu'yla ilgili, bir kararı ortaya koymadan önce Arapça'yla uğraşan müsteşrikleri toplar, görüşlerine kulak verir, daha sonra onlardan dinlediklerinin ışığında alacağı kararı alırdı. Hatta onlardan bazıları, Arap topluluklarının tanınmış şahsiyetleriyle dostluk bağlarını tesis eder, bu dostluğu bir perde yapıp arkasında harp esnasında casusluk faaliyetlerini yürütürdü." Sömürgecilik, görünüşte dinî, gerçekte ise emperyalist harpler olan Haçlı Seferleri'nin bir uzantısıdır. Arap ve İslam memleketlerini yeniden istila etmek, Haçlı Seferleri'nin mağlûbiyetinden beri Avrupalıları kaplayan bir emel ve bir ideal oldu. Bu gaye ile mezkûr ülkeleri, inanç, ibadet, ahlak ve zenginlikler gibi bütün hususiyetleriyle incelemeye yöneldiler. Böylece onlardaki kuvvet noktalarını tanıyıp bunları zayıflatmayı, zayıf yönlerini de tespit edip istifade etmeyi amaçladılar. Müsteşrikliğin, sömürgecilikle olan ilgisi sanıldığı gibi yalnızca akıl verme noktasında kalmadı. Aksine Edward Said'in de dediği gibi, çok daha derin ve geniş boyutlara ulaştı. Müsteşrikliğin sömürgecilerin ileri gelenlerine aklî planda yol göstermesi daha önce, yani Şark, emperyalizmin istilasına uğramadan da söz konusuydu. Yoksa bu istila gerçekleştikten sonra değil. Müsteşriklik kültürü sömürgecilik için Şarkın dağ ve derelerinde Şark milletlerine boyun eğdirip onlara egemen olmak için bir rehber vazifesini gördü. "Mahkum ırkları diğer bir ifadeyle Şarklıları tanımak, onların daha kolay ve esaslı olarak idare edilmelerini sağladı. Zira bilgi ve tanıma, sahibine kuvvet verir. Kuvvetli olmak için fazla bilgi sahibi olmak lazım." İşte Müslümanların ülkelerini askerî ve siyasî istiladan sonra sömürgecilikte yardımlaşan müsteşriklik onların bünyelerindeki manevî ve hissî mukavemeti zayıflatmaya, onları inanç ve kültürleri hakkında şüpheye düşürmeye yöneltti. Böylece sömürgeciliğe Müslümanları tamamen Batı kültür ve medeniyetine boyun eğdirme imkanını vermeyi amaçladı.
Her türlü iftirayı attılar
Sömürgeciliğin gayelerini tahakkuk ettirmeye yönelik olarak oryantalistler İslamiyet'i çarpıtabilmek için, mesnetsiz ve dayanaksız bir çok iddia ortaya attılar. İslam'ın pek çok hakikati Oryantalistler tarafından kasıtlı olarak çarpıtıldı. Onlar "İslam'ın kılıçla yayılan bir din olduğunu, cinselliğe düşkün olduğunu ve Hz. Muhammed'in sahtekar olduğunu" (haşa) iddia etiler. Oryantalist Duncan Mc Donald'a göre "Muhammed efsanesi çöktüğünde yani O'nun kişiliği ve hayatı hakikat ışığı altında incelendiğinde bütün inanç çökecekti." Bu insanların Hıristiyan okulları ve rahipler tarafından kazanılması gerekliydi. Oryantalistlerin İslam'ı ve Onun peygamberini karalamak maksadıyla ortaya attıkları iddialar şöyledir:
1. Montgomery Watt gibileri Hz. Muhammed'in İslam'ı çok eski bir din olarak şekillendirmeye çalıştığına inanıyorlardı. Eski din Musevilik idi. Müslümanların ilk kıblesi Kudüs'tü. Bu ise Peygamberin dinini ilk önce Musevilere kabul ettirmek istediğini gösteriyordu. Watt İslam peygamberinin Yahudilerle ilişkisi olduğunu düşünüyor, hatta daha da ileri giderek İslam'ın bir Yahudi mezhebi bile olabileceğini iddia ediyordu.
2. Oryantalistlere göre Peygamber Kur'an'ın başta gelen yazarı ve derleyicisi idi. Onlara göre Kur'an "Peygamberin sahip olduğu enerjinin yansıması" idi. Peygamber ise "şiirsel zevk ve deha sahibi kimse" idi. Robert Bell ve Rodinson, Kur'an'ı "Peygamberin bilinç altından fışkıran bir şiir" olarak kabul etmekteydi.
Oryantalistlerce Kur'an yaratıcı muhayyilenin bir ürünü olarak düşünülüyor ve Peygamberin hatalı olabileceği iddia ediliyordu. Bu çalışmalar aynı zamanda Müslümanların Batı karşısında ezildiğini savunuyordu. Onlara göre İslam medeniyeti bir çöküşü yaşıyor, Hıristiyan dünyası ise kendini dinamik bir biçimde yeniliyordu. Bu alanda geri kalmış ülkelerin kendilerini (!) yenileyebilmeleri için sömürgecilik şarttı.
Oryantalistlerin İslam'ın temel esaslarıyla oynamalarının ve bunları tahrif çalışmalarının asıl sebebi, İslam ülkelerinin dinî bütünlüklerini zedelemek suretiyle millî birliklerini çökertmek ve bu şekilde buraları daha kolay sömürebilmektir. Bu maksatla Oryantalistler İslam'ın en temel iki esasından biri olan hadis müessesine yüklendiler ve hadis literatürünün keyfî olarak düzenlendiğini, tarihî olaylardan etkilendiğini ve dikkatsizce aktarıldığını kanıtlamaya çalıştılar. Bu çalışmaların bazıları Goldziher ve Joseph Schact tarafından yapılmış, bazı hadislerin sahihliği konusunda ciddi şüpheler uyandırılmıştı.
Misyoner Oryantalistlerin iki esas amacı vardı. Peygamberin peygamberliğini reddetmek ve Kur'an'ın vahiy olduğu konusundaki inancı çürütmek. Müslümanları Endülüs'ten atmak için sinsi bir faaliyet olarak ortaya çıkan Oryantalizm ya da Şarkiyatçılık daha sonra Batılılar tarafından sözde bir ilim dalı haline getirilmiştir. Zuemer, Lamnens, Mc Donald, Montgomery Watt, Faucault gibi şahıslar çalışmalarını yayınladılar ve bu yayınlarda hep İslam'ı karalamaya çalıştılar.
İslam âlemi ile ilgili olarak İngiltere'nin isteklerine gelince; bu emellere sevk eden en önemli husus, istila ettiği Hindistan ve diğer yerlerdeki Müslümanlar üzerinde İngiliz hâkimiyetini tam olarak gerçekleştirmekti. Lord Curzon, içinde bulunduğumuz asrın başlarında İngiltere'de bir Şark araştırmaları okulunun açılması fikrinin şiddetli savunucusuydu. Zira bunu "imparatorluğun tesisinin zaruri bir parçası" sayıyordu. Yine bu, İngiltere'nin Şarkta elde ettiği mevkiini korumaya yardım edecekti. Şark ve Afrika araştırmaları okuluna dönüştü.
İngiltere Hükümeti, sömürgeci hedeflerini gerçekleştirmek için, Doğuda sömürgeleştirdiği ülkelerdeki siyasetini, dilediği araştırmaları kendisine sunan bir grup müsteşrikle müşavere ve temas kurduktan sonra tespit ederdi. Dr. İbrahim El-Lebban bu konuda şunları söylüyor: "Gerçek şu ki Batıdaki siyaset adamları bu fakültelerin (Avrupa'daki şark dilleri fakültelerinin) hocalarıyla sıkı irtibat halindeydiler. Arap ve Müslüman milletlerle ilgili siyasî işlerde mühim kararlar almadan evvel, onların görüşlerine müracaat ederlerdi. Ben, müsteşrik büyüklerinden birinin şöyle dediğini işittim: Mr. Aden, Ortadoğu'yla ilgili, bir kararı ortaya koymadan önce Arapça'yla uğraşan müsteşrikleri toplar, görüşlerine kulak verir, daha sonra onlardan dinlediklerinin ışığında alacağı kararı alırdı. Hatta onlardan bazıları, Arap topluluklarının tanınmış şahsiyetleriyle dostluk bağlarını tesis eder, bu dostluğu bir perde yapıp arkasında harp esnasında casusluk faaliyetlerini yürütürdü." Sömürgecilik, görünüşte dinî, gerçekte ise emperyalist harpler olan Haçlı Seferleri'nin bir uzantısıdır. Arap ve İslam memleketlerini yeniden istila etmek, Haçlı Seferleri'nin mağlûbiyetinden beri Avrupalıları kaplayan bir emel ve bir ideal oldu. Bu gaye ile mezkûr ülkeleri, inanç, ibadet, ahlak ve zenginlikler gibi bütün hususiyetleriyle incelemeye yöneldiler. Böylece onlardaki kuvvet noktalarını tanıyıp bunları zayıflatmayı, zayıf yönlerini de tespit edip istifade etmeyi amaçladılar. Müsteşrikliğin, sömürgecilikle olan ilgisi sanıldığı gibi yalnızca akıl verme noktasında kalmadı. Aksine Edward Said'in de dediği gibi, çok daha derin ve geniş boyutlara ulaştı. Müsteşrikliğin sömürgecilerin ileri gelenlerine aklî planda yol göstermesi daha önce, yani Şark, emperyalizmin istilasına uğramadan da söz konusuydu. Yoksa bu istila gerçekleştikten sonra değil. Müsteşriklik kültürü sömürgecilik için Şarkın dağ ve derelerinde Şark milletlerine boyun eğdirip onlara egemen olmak için bir rehber vazifesini gördü. "Mahkum ırkları diğer bir ifadeyle Şarklıları tanımak, onların daha kolay ve esaslı olarak idare edilmelerini sağladı. Zira bilgi ve tanıma, sahibine kuvvet verir. Kuvvetli olmak için fazla bilgi sahibi olmak lazım." İşte Müslümanların ülkelerini askerî ve siyasî istiladan sonra sömürgecilikte yardımlaşan müsteşriklik onların bünyelerindeki manevî ve hissî mukavemeti zayıflatmaya, onları inanç ve kültürleri hakkında şüpheye düşürmeye yöneltti. Böylece sömürgeciliğe Müslümanları tamamen Batı kültür ve medeniyetine boyun eğdirme imkanını vermeyi amaçladı.
Her türlü iftirayı attılar
Sömürgeciliğin gayelerini tahakkuk ettirmeye yönelik olarak oryantalistler İslamiyet'i çarpıtabilmek için, mesnetsiz ve dayanaksız bir çok iddia ortaya attılar. İslam'ın pek çok hakikati Oryantalistler tarafından kasıtlı olarak çarpıtıldı. Onlar "İslam'ın kılıçla yayılan bir din olduğunu, cinselliğe düşkün olduğunu ve Hz. Muhammed'in sahtekar olduğunu" (haşa) iddia etiler. Oryantalist Duncan Mc Donald'a göre "Muhammed efsanesi çöktüğünde yani O'nun kişiliği ve hayatı hakikat ışığı altında incelendiğinde bütün inanç çökecekti." Bu insanların Hıristiyan okulları ve rahipler tarafından kazanılması gerekliydi. Oryantalistlerin İslam'ı ve Onun peygamberini karalamak maksadıyla ortaya attıkları iddialar şöyledir:
1. Montgomery Watt gibileri Hz. Muhammed'in İslam'ı çok eski bir din olarak şekillendirmeye çalıştığına inanıyorlardı. Eski din Musevilik idi. Müslümanların ilk kıblesi Kudüs'tü. Bu ise Peygamberin dinini ilk önce Musevilere kabul ettirmek istediğini gösteriyordu. Watt İslam peygamberinin Yahudilerle ilişkisi olduğunu düşünüyor, hatta daha da ileri giderek İslam'ın bir Yahudi mezhebi bile olabileceğini iddia ediyordu.
2. Oryantalistlere göre Peygamber Kur'an'ın başta gelen yazarı ve derleyicisi idi. Onlara göre Kur'an "Peygamberin sahip olduğu enerjinin yansıması" idi. Peygamber ise "şiirsel zevk ve deha sahibi kimse" idi. Robert Bell ve Rodinson, Kur'an'ı "Peygamberin bilinç altından fışkıran bir şiir" olarak kabul etmekteydi.
Oryantalistlerce Kur'an yaratıcı muhayyilenin bir ürünü olarak düşünülüyor ve Peygamberin hatalı olabileceği iddia ediliyordu. Bu çalışmalar aynı zamanda Müslümanların Batı karşısında ezildiğini savunuyordu. Onlara göre İslam medeniyeti bir çöküşü yaşıyor, Hıristiyan dünyası ise kendini dinamik bir biçimde yeniliyordu. Bu alanda geri kalmış ülkelerin kendilerini (!) yenileyebilmeleri için sömürgecilik şarttı.
Oryantalistlerin İslam'ın temel esaslarıyla oynamalarının ve bunları tahrif çalışmalarının asıl sebebi, İslam ülkelerinin dinî bütünlüklerini zedelemek suretiyle millî birliklerini çökertmek ve bu şekilde buraları daha kolay sömürebilmektir. Bu maksatla Oryantalistler İslam'ın en temel iki esasından biri olan hadis müessesine yüklendiler ve hadis literatürünün keyfî olarak düzenlendiğini, tarihî olaylardan etkilendiğini ve dikkatsizce aktarıldığını kanıtlamaya çalıştılar. Bu çalışmaların bazıları Goldziher ve Joseph Schact tarafından yapılmış, bazı hadislerin sahihliği konusunda ciddi şüpheler uyandırılmıştı.
Misyoner Oryantalistlerin iki esas amacı vardı. Peygamberin peygamberliğini reddetmek ve Kur'an'ın vahiy olduğu konusundaki inancı çürütmek. Müslümanları Endülüs'ten atmak için sinsi bir faaliyet olarak ortaya çıkan Oryantalizm ya da Şarkiyatçılık daha sonra Batılılar tarafından sözde bir ilim dalı haline getirilmiştir. Zuemer, Lamnens, Mc Donald, Montgomery Watt, Faucault gibi şahıslar çalışmalarını yayınladılar ve bu yayınlarda hep İslam'ı karalamaya çalıştılar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.