Fuzûlî, hem Anadolu hem de Türk coğrafyasının yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük Divan şairi olarak tanınmıştır. (Mengi: 2014). Sadece Türk tarihine değil, dünya tarihine de araştırma konusu olmuş bir şairdir.
16. asır Divan şairi olan Fuzûlî'nin asıl ismi Mehmed b. Süleyman'dır. Babası Hille müftüsü Molla Süleyman'dır.
Bazı kaynaklar da Fuzûlî'nin Şii mezhebinden olduğu yer almasına karşın Sünni olduğunu ileri süren kaynaklar da vardır lâkin "Şii ve Sünni kardeştir" (Prof. Dr. Haydar Baş) dolayısıyla böyle bir ayrıma gidilmesinin de bir anlamı yoktur.
Fuzûlî kendini yetiştiren âlim bir şairdir. Arap, Fars ve Türk dillerini öğrenmekle kalmamış aynı zamanda bu üç dilin edebiyatlarını da çok iyi öğrenmiştir. Böylesine donanımlı bir şairin kendine 'Fuzûlî' mahlasını seçmesi de elbette tesadüf değildir.
Kelime her ne kadar 'boş, gereksiz' anlamlarına gelse de Arapçada "Fazl" (fazilet, sonsuz, iyilik, erdem, lütuf) kökünden gelir.
Fuzûlî'nin Farsça Dîvânı'nın önsözünde; aslında daha güzel mahlaslar aldığını ve bunlarla güzel şiirler yazdığını, bu mahlasların birçok şair tarafından çabucak benimsendiğini, bu yüzden karışıklık çıkmaması için kimsenin kullanmayacağı 'Fuzûlî' mahlasını aldığını açıklamıştır, bu kelimenin aynı zamanda "fazl" kelimesinin çoğulu olduğunu da hemen sözlerine eklemiştir.
O dönemde şairler şöhret edinip kalıcı olabilmek, ilim öğrenmek, padişah yahut bir devlet büyüğünün desteğiyle sanat yapabilmek ve huzur içinde yaşayabilmek için Osmanlı'nın kalbine; İstanbul'a gitmek ister ve o çevreye yakın olmak için çaba gösterirlerdi.
Fuzûlî'nin ise bütün hayatı Hille, Kerbelâ, Necef ve Bağdat gibi şehirlerde geçmiştir. İstanbul'dan uzak olmasına rağmen, şöhreti çağından başlayarak bütün Türk dünyasına yayılmıştır.
Fuzûlî'nin şiirlerinde her dem aşk vurgusu vardır, hep aşkı anlatmıştır. Şiirlerindeki aşk, maddî ve beşerî aşktan başlayarak İlâhî, tasavvufî aşka doğru gider. 'Leylâ ile Mecnûn' Mesnevîsinde beşerî aşktan nasıl yavaş yavaş sıyrılarak ve maddeden uzaklaşarak İlâhî, tasavvufî aşka doğru gittiği açıkça görülür.
Yediden yetmişe herkesin gönlüne hitap eden, etkili bir şairdir, okuyan herkes onun yazdığı beyti kolayca anlar ama üzerinde durup düşünüldükçe tasavvufî bir derinliğin olduğu fark edilir.
Derine inildikçe şairin edebî sanat gücü anlaşılır. Şiirlerinde geçen aşk, beşerî aşktan ziyade İlâhî aşktır. Yani Fuzûlî'nin âşık olduğu sevgilisi Allah'tır.
Dolayısıyla tasavvuf onun şiirlerinde önemli bir yer tutar ama mutasavvıf değildir, Fuzûlî edebî sanatı amaçlayan ve bu doğrultuda bir şair edasıyla tasavvufu şiirin derinliklerine gizlemiştir, okuyucunun çaba göstermeden bu derinlikleri anlayabilmesi hayli güçtür.
Mutasavvıflarda ise tasavvufî düşünce ortadadır, açık ve nettir kendini şiirde gizlemez. Örneğin Ahmet Yesevî, Seyyid Nesîmî, Niyâzî-i Mısrî, Hallâc-ı Mansûr gibi Hak yoluna ermiş şairler mutasavvıftırlar ve şiirlerinde tasavvuf açıkça kendini gösterir.
Fuzûlî'nin bu denli güçlü bir şair olması, dönemindeki ve döneminden sonraki edip ve şairleri etkilemesi, günümüze kadar isminin yaşaması hiç şüphesiz onun sağlam ve güçlü bir kaynaktan beslendiğini bizlere anımsattı.
Fuzûlî'yi mercek altına aldığımızda onun tam bir Ehl-i Beyt âşığı olduğunu öğrendik.
Fuzûlî, Peygamberimiz'e, Eh-i Beyt'ine ve 12 İmam'a içten bir sevgiyle bağlıdır. Yazdığı Arapça, Farsça ve Türkçe eserlerinde bu kutlu kişilerden övgüyle söz eden, yüzlerce beyit yazmıştır.
Özellikle Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edilişini en içten bağlılıkla anlatmış ve İmam Hüseyin'e yapılan, Ehl-i Beyt'e yapılan bu zulmü lanetleyerek kınamıştır.
Bir sonraki yazımızda, Necef'te İmam Ali'nin türbedarlığını yapmış olan Fuzûlî'nin, Ehl-i Beyt'e olan aşkını yazdığı beyitleri üzerinden anlatacağız.
(Devam edecek?)
16. asır Divan şairi olan Fuzûlî'nin asıl ismi Mehmed b. Süleyman'dır. Babası Hille müftüsü Molla Süleyman'dır.
Bazı kaynaklar da Fuzûlî'nin Şii mezhebinden olduğu yer almasına karşın Sünni olduğunu ileri süren kaynaklar da vardır lâkin "Şii ve Sünni kardeştir" (Prof. Dr. Haydar Baş) dolayısıyla böyle bir ayrıma gidilmesinin de bir anlamı yoktur.
Fuzûlî kendini yetiştiren âlim bir şairdir. Arap, Fars ve Türk dillerini öğrenmekle kalmamış aynı zamanda bu üç dilin edebiyatlarını da çok iyi öğrenmiştir. Böylesine donanımlı bir şairin kendine 'Fuzûlî' mahlasını seçmesi de elbette tesadüf değildir.
Kelime her ne kadar 'boş, gereksiz' anlamlarına gelse de Arapçada "Fazl" (fazilet, sonsuz, iyilik, erdem, lütuf) kökünden gelir.
Fuzûlî'nin Farsça Dîvânı'nın önsözünde; aslında daha güzel mahlaslar aldığını ve bunlarla güzel şiirler yazdığını, bu mahlasların birçok şair tarafından çabucak benimsendiğini, bu yüzden karışıklık çıkmaması için kimsenin kullanmayacağı 'Fuzûlî' mahlasını aldığını açıklamıştır, bu kelimenin aynı zamanda "fazl" kelimesinin çoğulu olduğunu da hemen sözlerine eklemiştir.
O dönemde şairler şöhret edinip kalıcı olabilmek, ilim öğrenmek, padişah yahut bir devlet büyüğünün desteğiyle sanat yapabilmek ve huzur içinde yaşayabilmek için Osmanlı'nın kalbine; İstanbul'a gitmek ister ve o çevreye yakın olmak için çaba gösterirlerdi.
Fuzûlî'nin ise bütün hayatı Hille, Kerbelâ, Necef ve Bağdat gibi şehirlerde geçmiştir. İstanbul'dan uzak olmasına rağmen, şöhreti çağından başlayarak bütün Türk dünyasına yayılmıştır.
Fuzûlî'nin şiirlerinde her dem aşk vurgusu vardır, hep aşkı anlatmıştır. Şiirlerindeki aşk, maddî ve beşerî aşktan başlayarak İlâhî, tasavvufî aşka doğru gider. 'Leylâ ile Mecnûn' Mesnevîsinde beşerî aşktan nasıl yavaş yavaş sıyrılarak ve maddeden uzaklaşarak İlâhî, tasavvufî aşka doğru gittiği açıkça görülür.
Yediden yetmişe herkesin gönlüne hitap eden, etkili bir şairdir, okuyan herkes onun yazdığı beyti kolayca anlar ama üzerinde durup düşünüldükçe tasavvufî bir derinliğin olduğu fark edilir.
Derine inildikçe şairin edebî sanat gücü anlaşılır. Şiirlerinde geçen aşk, beşerî aşktan ziyade İlâhî aşktır. Yani Fuzûlî'nin âşık olduğu sevgilisi Allah'tır.
Dolayısıyla tasavvuf onun şiirlerinde önemli bir yer tutar ama mutasavvıf değildir, Fuzûlî edebî sanatı amaçlayan ve bu doğrultuda bir şair edasıyla tasavvufu şiirin derinliklerine gizlemiştir, okuyucunun çaba göstermeden bu derinlikleri anlayabilmesi hayli güçtür.
Mutasavvıflarda ise tasavvufî düşünce ortadadır, açık ve nettir kendini şiirde gizlemez. Örneğin Ahmet Yesevî, Seyyid Nesîmî, Niyâzî-i Mısrî, Hallâc-ı Mansûr gibi Hak yoluna ermiş şairler mutasavvıftırlar ve şiirlerinde tasavvuf açıkça kendini gösterir.
Fuzûlî'nin bu denli güçlü bir şair olması, dönemindeki ve döneminden sonraki edip ve şairleri etkilemesi, günümüze kadar isminin yaşaması hiç şüphesiz onun sağlam ve güçlü bir kaynaktan beslendiğini bizlere anımsattı.
Fuzûlî'yi mercek altına aldığımızda onun tam bir Ehl-i Beyt âşığı olduğunu öğrendik.
Fuzûlî, Peygamberimiz'e, Eh-i Beyt'ine ve 12 İmam'a içten bir sevgiyle bağlıdır. Yazdığı Arapça, Farsça ve Türkçe eserlerinde bu kutlu kişilerden övgüyle söz eden, yüzlerce beyit yazmıştır.
Özellikle Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edilişini en içten bağlılıkla anlatmış ve İmam Hüseyin'e yapılan, Ehl-i Beyt'e yapılan bu zulmü lanetleyerek kınamıştır.
Bir sonraki yazımızda, Necef'te İmam Ali'nin türbedarlığını yapmış olan Fuzûlî'nin, Ehl-i Beyt'e olan aşkını yazdığı beyitleri üzerinden anlatacağız.
(Devam edecek?)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ünal Kurtoğlu / diğer yazıları
- İşiten kulağa, gören göze-III / 24.04.2018
- İşiten kulağa gören göze-II / 23.04.2018
- İşiten kulağa gören göze-I / 22.04.2018
- Akademik garabet?II / 29.03.2018
- Akademik garabet-I / 28.03.2018
- Putları yıkan lider: Prof. Dr. Haydar Baş / 11.06.2017
- Niye ayıkmadınız? / 01.06.2017
- Yûnus Emre-3 / 21.05.2017
- Yûnus Emre-2 / 20.05.2017
- Yûnus Emre-1 / 19.05.2017
- İşiten kulağa gören göze-II / 23.04.2018
- İşiten kulağa gören göze-I / 22.04.2018
- Akademik garabet?II / 29.03.2018
- Akademik garabet-I / 28.03.2018
- Putları yıkan lider: Prof. Dr. Haydar Baş / 11.06.2017
- Niye ayıkmadınız? / 01.06.2017
- Yûnus Emre-3 / 21.05.2017
- Yûnus Emre-2 / 20.05.2017
- Yûnus Emre-1 / 19.05.2017