Saltanatı kaldırması -1-
Birinci Meclis 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırarak Cumhuriyete geçişi hızlandırmıştır
22.09.2025 00:10:00 / Güncelleme: 22.09.2025 09:47:12
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Birinci Meclis 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırarak Cumhuriyete geçişi hızlandırmıştır.
Saltanatın kaldırılması, Lozan görüşmelerine İstanbul Hükûmeti'nin de davet edilmesinden sonra hız kazanmış; iki başlılığı kaldırmak maksadı ile hayata geçirilmiştir.
Saltanatın kaldırılması ile ilgili görüşmeler 30 Ekim 1922'de açılmıştır.
En son Mustafa Kemal, kendi el yazısı ile 54 sayfa olarak hazırladığı notları okumuştur.
Bu konuşmada, İstanbul Hükûmeti'nin bağımsızlığı tehlikeye atan tutumlarını, Türklerin tarihî geçmişlerini, bağımsız yaşama azmini ve saltanatın, tek kişi egemenliğinin buna engel olduğunu vurgular.
"Türkiye Büyük Millet meclisi azayı kiramına mahsus takrir kağıdı" başlıklı kağıtlardan okuduğu notunun bazı önemli yerleri şöyleydi:
"İstanbul'da yasadışı bir sıfatı kendi üzerine alan Tevfik Paşa, önce özel ve gizli olarak ordularımız başkumandanına, daha sonra ona jurnal eder şekilde yüce Meclis'e başvurdu.
Gelen telgraf ile Müslüman kamuoyu karıştırılmak isteniyordu.
Bağımsızlığımızı yok etmek isteyen düşmanlarımıza karşı kutsal davamızı korumada fiilî ve hukukî olarak başarıya ulaşan millî hükûmetimizi zayıflatmaya yönelik ve fakat anlam ve mantıktan uzak bu telgrafın içeriği…
Yönetim biçimimize ilişkin olan gerçek, Türk halkının alın yazısına gerçek olarak kendisi el koyması, ulusal egemenliğini, ulusal saltanatını üç seneden beri kendi elinde bulundurarak kutsal davasını korumakta bulunmasıdır.
Bu gerçeğin ortaya çıkması bir yalanın yok olmasına yol açmıştır.
Bu yalan; yasadışı, akıldışı olan şeyde bir milletin egemenlik ve saltanatını bir kişinin üzerinde temsil edilmesine izin verilmesiydi.
(…) Allah, insanları yarattığı andan Cenab-ı Peygamberin ölümüne kadar onları aydınlatmak, doğru yolu göstermek ve geliştirmek için aracılarla onlarla ilgilenmiştir.
Onlara Hazret-i Adem Aleyhisselam'dan başlamak üzere sayıları bilinen ve bilinmeyen sınırsız peygamberler ve elçiler göndermiştir.
Son peygamber olan Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi vessellem) 1341 sene evvel Rumi Nisan içinde, Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi günü sabaha doğru tan yeri ağarır iken doğdu.
Çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nurlu, sözü ruhanî, konuşması ve cevapları güzel, doğruyu ayırt etmede ve görüşlerinde benzersiz, sözüne güvenilir ve yumuşaklık ve iyilikseverlikte herkesten üstün olan Muhammed Mustafa, önce özel nitelikleri ve gelişmişliğiyle kabilesi içinde 'Muhammedü'l-Emin/güvenilir' oldu.
Kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. 43 yaşında peygamberlik geldi.
Fahriâlem, sonsuz tehlikeler içinde, sayısız zahmet ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslam dininin kurulması ile ilgili peygamberlik görevini başarıyla yerine getirdikten sonra öldü."
"… Şimdi efendiler, halifelik makamı saklı kalarak onun yanına ulusal egemenlik ve saltanat makamı ki 'Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir' elbette yan yana durur ve elbette Melikşah'ın makamı karşısında güçsüz ve önemsiz bir makam sahibi olmaktan daha yüce bir tarzda bulunur.
Çünkü bugünkü Türkiye Devleti'ni temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.
Çünkü bütün Türkiye halkı bütün kuvvetleriyle o halifelik makamının dayanağı olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdan ve din görevi olarak üstleniyor ve kefil oluyor.
(…) Türkiye Devleti'nin bağımsızlığına son veren, Türk halkını hayatını, namusunu, onurunu yok eden, Türkiye'nin ölüm kararını ayağa kaldırarak bütün görünümüyle kabul etmek eğiliminde olan kim olabilirdi?
Ne yazık ki, bu milletin hükümdar diye, sultan diye, padişah diye, halife diye başında bulundurduğu Vahdettin!
Vahdettin bu davranışıyla kendini öldürdü ve temsil ettiği yönetim biçiminin yok olmasını zorunlu hale getirdi.
Fakat efendiler, millet hiçbir zaman bu haince davranışın kurbanı olmayı kabul edemezdi. Çünkü millet şimdiye kadar olagelenin gereği olarak, başında bulunanın davranışının iç yüzünü, kolaylıkla kavrayacak olgunluk ve yetenekte idi.
Millet; kişilerin saltanat hırsı, zorbalık hırsı, yayılma hırsından başlayarak çıkar ve rahat sağlamak ve rezalet ve eğlencelerini genişletmek, har vurup harman savurmak gibi alçakça amaçları için araç ve kuvvet olması yüzünden kendi benliğini unutacak derecede geçirdiği gafletlerin üzücü sonuçlarını hemen özetleyecek yetkinlik ve olgunluktaydı.
Dünya tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman Devleti kuran ve bunların hepsini yaşayarak tecrübe eden Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet kurarak bütün bu felaketlerin karşısında millet kaderini doğrudan doğruya eline aldı ve ulusal egemenliğini bir kişiyle değil bütün fertleri tarafından seçilen vekillerden oluşan bir yüce mecliste temsil etti… Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş hoş geldin Atatürk eserinden)
Saltanatın kaldırılması, Lozan görüşmelerine İstanbul Hükûmeti'nin de davet edilmesinden sonra hız kazanmış; iki başlılığı kaldırmak maksadı ile hayata geçirilmiştir.
Saltanatın kaldırılması ile ilgili görüşmeler 30 Ekim 1922'de açılmıştır.
En son Mustafa Kemal, kendi el yazısı ile 54 sayfa olarak hazırladığı notları okumuştur.
Bu konuşmada, İstanbul Hükûmeti'nin bağımsızlığı tehlikeye atan tutumlarını, Türklerin tarihî geçmişlerini, bağımsız yaşama azmini ve saltanatın, tek kişi egemenliğinin buna engel olduğunu vurgular.
"Türkiye Büyük Millet meclisi azayı kiramına mahsus takrir kağıdı" başlıklı kağıtlardan okuduğu notunun bazı önemli yerleri şöyleydi:
"İstanbul'da yasadışı bir sıfatı kendi üzerine alan Tevfik Paşa, önce özel ve gizli olarak ordularımız başkumandanına, daha sonra ona jurnal eder şekilde yüce Meclis'e başvurdu.
Gelen telgraf ile Müslüman kamuoyu karıştırılmak isteniyordu.
Bağımsızlığımızı yok etmek isteyen düşmanlarımıza karşı kutsal davamızı korumada fiilî ve hukukî olarak başarıya ulaşan millî hükûmetimizi zayıflatmaya yönelik ve fakat anlam ve mantıktan uzak bu telgrafın içeriği…
Yönetim biçimimize ilişkin olan gerçek, Türk halkının alın yazısına gerçek olarak kendisi el koyması, ulusal egemenliğini, ulusal saltanatını üç seneden beri kendi elinde bulundurarak kutsal davasını korumakta bulunmasıdır.
Bu gerçeğin ortaya çıkması bir yalanın yok olmasına yol açmıştır.
Bu yalan; yasadışı, akıldışı olan şeyde bir milletin egemenlik ve saltanatını bir kişinin üzerinde temsil edilmesine izin verilmesiydi.
(…) Allah, insanları yarattığı andan Cenab-ı Peygamberin ölümüne kadar onları aydınlatmak, doğru yolu göstermek ve geliştirmek için aracılarla onlarla ilgilenmiştir.
Onlara Hazret-i Adem Aleyhisselam'dan başlamak üzere sayıları bilinen ve bilinmeyen sınırsız peygamberler ve elçiler göndermiştir.
Son peygamber olan Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi vessellem) 1341 sene evvel Rumi Nisan içinde, Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi günü sabaha doğru tan yeri ağarır iken doğdu.
Çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nurlu, sözü ruhanî, konuşması ve cevapları güzel, doğruyu ayırt etmede ve görüşlerinde benzersiz, sözüne güvenilir ve yumuşaklık ve iyilikseverlikte herkesten üstün olan Muhammed Mustafa, önce özel nitelikleri ve gelişmişliğiyle kabilesi içinde 'Muhammedü'l-Emin/güvenilir' oldu.
Kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. 43 yaşında peygamberlik geldi.
Fahriâlem, sonsuz tehlikeler içinde, sayısız zahmet ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslam dininin kurulması ile ilgili peygamberlik görevini başarıyla yerine getirdikten sonra öldü."
"… Şimdi efendiler, halifelik makamı saklı kalarak onun yanına ulusal egemenlik ve saltanat makamı ki 'Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir' elbette yan yana durur ve elbette Melikşah'ın makamı karşısında güçsüz ve önemsiz bir makam sahibi olmaktan daha yüce bir tarzda bulunur.
Çünkü bugünkü Türkiye Devleti'ni temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.
Çünkü bütün Türkiye halkı bütün kuvvetleriyle o halifelik makamının dayanağı olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdan ve din görevi olarak üstleniyor ve kefil oluyor.
(…) Türkiye Devleti'nin bağımsızlığına son veren, Türk halkını hayatını, namusunu, onurunu yok eden, Türkiye'nin ölüm kararını ayağa kaldırarak bütün görünümüyle kabul etmek eğiliminde olan kim olabilirdi?
Ne yazık ki, bu milletin hükümdar diye, sultan diye, padişah diye, halife diye başında bulundurduğu Vahdettin!
Vahdettin bu davranışıyla kendini öldürdü ve temsil ettiği yönetim biçiminin yok olmasını zorunlu hale getirdi.
Fakat efendiler, millet hiçbir zaman bu haince davranışın kurbanı olmayı kabul edemezdi. Çünkü millet şimdiye kadar olagelenin gereği olarak, başında bulunanın davranışının iç yüzünü, kolaylıkla kavrayacak olgunluk ve yetenekte idi.
Millet; kişilerin saltanat hırsı, zorbalık hırsı, yayılma hırsından başlayarak çıkar ve rahat sağlamak ve rezalet ve eğlencelerini genişletmek, har vurup harman savurmak gibi alçakça amaçları için araç ve kuvvet olması yüzünden kendi benliğini unutacak derecede geçirdiği gafletlerin üzücü sonuçlarını hemen özetleyecek yetkinlik ve olgunluktaydı.
Dünya tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman Devleti kuran ve bunların hepsini yaşayarak tecrübe eden Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet kurarak bütün bu felaketlerin karşısında millet kaderini doğrudan doğruya eline aldı ve ulusal egemenliğini bir kişiyle değil bütün fertleri tarafından seçilen vekillerden oluşan bir yüce mecliste temsil etti… Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş hoş geldin Atatürk eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.