1991 Körfez savaşını "naklen ve canlı" olarak televizyonlardan seyretmiştik. Bu savaşı ise internetteki çeşitli portallardan "hem daha canlı, hem daha heyecanlı" takibediyoruz.
Bunun iki nedeni var. İlki teknoloji geçen on yılda baş döndürücü bir ivme yakaladı. Meselâ Çeçen ve Filistin hareketinin liderleri bile kullandıkları cep telefonu aracılığı ile yer tesbiti yapılıp, ânında koordinatlar bağlandıktan sonra nokta atışı ile imha edilmediler mi?
Televizyonun Körfez Savaşı zamanındaki gibi popüler olmamasının bir diğer nedeni Amerikan Ordusu'nun sansür uygulaması. Hayrettir Amerika gibi özgürlükler ülkesi olarak tanıtılan bir galakside halkın haber alma özgürlüğü engelleniyor ve bırakın magazin gazetecilerini, aklı başında gazeteciler bile buna itiraz etmiyorlar.
Yâni yaralı tank mürettebatına mikrofonu uzatıp "Acı var mı acı?" haberciliği dünyada artık geride kaldı ve ülke çıkarları gerektirdiği zaman pekalâ sansür uygulanabiliyor.
Öcalan'ın Bekaa'da elini-eteğini öpmek için sıraya giren ve yaptıkları "özel röportajları" kahraman edâsıyla çarşaf çarşaf yayınlamakta israr edip "Ne var bunda?" diye edepsizleşen medya teröristlerinin kulakları çınlasın.
Pentagon önce basına haber vermeyeceğini açıkladı. İtiraz üzerine yasak yabancı basın için sürerken Amerikan basını için kalktı ama varılan centilmen anlaşması gereği bu haberlerin "yayınlanmaması" kararlaştırıldı.
Bizde düşünülmesi mümkün bile olmayan bir meslek ahlâkı değil mi?
Demek ki kıymetli okuyucu gazete ve televizyonlarda çarşaf çarşaf haritalar üzerinde büyük ve renkli oklarla yorum yapan uzmanların söylediklerini kolayca "palavra" diye niteleyebilirsiniz; çünkü yaptıkları haber değil sadece yorum.
Evet Amerika "nihayet "vurdu". Tam 26 gün bekledi. Bu süre zarfında 1. Askerî yığınağını tamamladı; 2. Politik destek sağladı, cephe oluşturdu.
Türkiye dahil 40 ülke lojistik destek ve kolaylıklar vâad etti; Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada ve Avustralya ise Amerikan birliklerinin yanında asker vererek doğrudan yer alacaklarını belirttiler.
Bu fotoğraf bile "özgür bilmemne" harekâtının niteliğini aksettirmeye yetiyor.
Amerika dahil üç ülke "eski" İngiliz sömürgesi, yanlarında da tarihin her çağında onları gittikleri yerde yalnız ve "boş" bırakmamak isteyen Almanya ve Fransa.
Hepsi "beyaz ve hristiyan". Hepsi savaşın cereyan ettiği coğrafyaya binlerce mil uzak ama orada çıkarı olan ülkeler.
Hiçbir "bölge ülkesini" partner olarak yanlarına almış değiller. Sadece onların üs ve tesislerini "kullanmak" istediler. Böylelikle de onların kendilerini hem "müttefikmiş" gibi hissetmeleri sağlandı, hem "suç ortağı" haline getirildiler.
Bush'un Putin ve Chiraq'a doğrudan bilgi verip Sezer'i Başkan Yardımcısı Cheney'in araması; Savunma Bakanı Rumsfeld'in Ankara'ya gelişinde muhatabı olması gereken Savunma Bakanı ile görüşmeyi yeterli bulmayarak Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından kapıda ve ayakta karşılanmış olması ve bu zevatla bir eli cebinde iken tanışması, onların gözlerindeki yerimizi ifşa etmeye yeterli emâreler değil mi?
6 ülke "ortak", 40 ülke "kâhya"..
Onun için bu savaş Türkiye'nin savaşı değildir diyoruz. Çünkü Türkiye'nin millî menfaatleri gerektirdiği için ve o zaman yapılmış değildir. Amerika istedi diye yapılan bir savaştır.
Bu savaşta, coğrafi konumu nedeniyle Afganistan'a komşu ve kilit ülke olan ve aynı zamanda harekâta fiilen katılacak Amerikan Dağ ve Komando Tugayı'nın indirildiği ilk ülke olan Özbekistan'da ilk günkü bombardımanın ertesi günü olan 8 Ekim sabahı ne kabine toplanmıştı, ne herhangi resmî bir açıklama yapılmıştı ve ne de sokaklarda herhangi bir heyecan vardı.
Fakat Türkiye'de televizyonlar 24 saat canlı yayın yapan birer harp karargâhı haline getirilmiş, uzmanlar çığlık çığlığa yorumlar yapıyorlardı. Sayelerinde tabîi ertesi gün borsa düştü, dolar arttı.
Amerika'dan fazla Amerikancı kılığına girmenin, toplumu hemen savaş psikozu içine sokmanın gereğini anlamak mümkün değil.
Heyecanlanmanın da hiç âlemi yok, bizi bu işe bulaştırıp en ufak bir pay vermezler.
Binlerce mil uzaktan "beyaz hristiyan" askerlerin gelmesinin en ufak bir mahzuru yok.. Ama Türk askeri oraya gider mi, sokarlar mı, sonra ya ipin ucu ellerinden kaçarsa? Ya Türk askeri orada Kosova'daki gibi karşılanırsa?
Aynı endişe ile "icab ederse" bizi merak etmeyin Irak'a da sokmazlar.
Türk askerini, Ay-yıldızlı bayrağı Türkmen bölgesine, Musul'a, Kerkük'e bırakmazlar. Kullanıp, geri çıkarırlar.
O halde "âlet olmanın", başkasının taşeronluğunu yapmanın âlemi var mı?
Onun için Türkiye "müttefik olmanın gereği olarak" bu savaşa "her Nato ülkesi" ne katkıda bulunuyorsa ancak o kadar katılmalı, Irak'ta cephe açılmasına yapabiliyorsa engel olmalı, açıldıktan sonra da on koyup bir kazanacağını gözdem-n kaçırmamalıdır.
Türkiye Orta Asya'ya gidecekse asker ile değil kültür, ilim, fen ve psikoloji ile gitmelidir.
"Siyaseten" gitmelidir.
Bunun iki nedeni var. İlki teknoloji geçen on yılda baş döndürücü bir ivme yakaladı. Meselâ Çeçen ve Filistin hareketinin liderleri bile kullandıkları cep telefonu aracılığı ile yer tesbiti yapılıp, ânında koordinatlar bağlandıktan sonra nokta atışı ile imha edilmediler mi?
Televizyonun Körfez Savaşı zamanındaki gibi popüler olmamasının bir diğer nedeni Amerikan Ordusu'nun sansür uygulaması. Hayrettir Amerika gibi özgürlükler ülkesi olarak tanıtılan bir galakside halkın haber alma özgürlüğü engelleniyor ve bırakın magazin gazetecilerini, aklı başında gazeteciler bile buna itiraz etmiyorlar.
Yâni yaralı tank mürettebatına mikrofonu uzatıp "Acı var mı acı?" haberciliği dünyada artık geride kaldı ve ülke çıkarları gerektirdiği zaman pekalâ sansür uygulanabiliyor.
Öcalan'ın Bekaa'da elini-eteğini öpmek için sıraya giren ve yaptıkları "özel röportajları" kahraman edâsıyla çarşaf çarşaf yayınlamakta israr edip "Ne var bunda?" diye edepsizleşen medya teröristlerinin kulakları çınlasın.
Pentagon önce basına haber vermeyeceğini açıkladı. İtiraz üzerine yasak yabancı basın için sürerken Amerikan basını için kalktı ama varılan centilmen anlaşması gereği bu haberlerin "yayınlanmaması" kararlaştırıldı.
Bizde düşünülmesi mümkün bile olmayan bir meslek ahlâkı değil mi?
Demek ki kıymetli okuyucu gazete ve televizyonlarda çarşaf çarşaf haritalar üzerinde büyük ve renkli oklarla yorum yapan uzmanların söylediklerini kolayca "palavra" diye niteleyebilirsiniz; çünkü yaptıkları haber değil sadece yorum.
Evet Amerika "nihayet "vurdu". Tam 26 gün bekledi. Bu süre zarfında 1. Askerî yığınağını tamamladı; 2. Politik destek sağladı, cephe oluşturdu.
Türkiye dahil 40 ülke lojistik destek ve kolaylıklar vâad etti; Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada ve Avustralya ise Amerikan birliklerinin yanında asker vererek doğrudan yer alacaklarını belirttiler.
Bu fotoğraf bile "özgür bilmemne" harekâtının niteliğini aksettirmeye yetiyor.
Amerika dahil üç ülke "eski" İngiliz sömürgesi, yanlarında da tarihin her çağında onları gittikleri yerde yalnız ve "boş" bırakmamak isteyen Almanya ve Fransa.
Hepsi "beyaz ve hristiyan". Hepsi savaşın cereyan ettiği coğrafyaya binlerce mil uzak ama orada çıkarı olan ülkeler.
Hiçbir "bölge ülkesini" partner olarak yanlarına almış değiller. Sadece onların üs ve tesislerini "kullanmak" istediler. Böylelikle de onların kendilerini hem "müttefikmiş" gibi hissetmeleri sağlandı, hem "suç ortağı" haline getirildiler.
Bush'un Putin ve Chiraq'a doğrudan bilgi verip Sezer'i Başkan Yardımcısı Cheney'in araması; Savunma Bakanı Rumsfeld'in Ankara'ya gelişinde muhatabı olması gereken Savunma Bakanı ile görüşmeyi yeterli bulmayarak Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından kapıda ve ayakta karşılanmış olması ve bu zevatla bir eli cebinde iken tanışması, onların gözlerindeki yerimizi ifşa etmeye yeterli emâreler değil mi?
6 ülke "ortak", 40 ülke "kâhya"..
Onun için bu savaş Türkiye'nin savaşı değildir diyoruz. Çünkü Türkiye'nin millî menfaatleri gerektirdiği için ve o zaman yapılmış değildir. Amerika istedi diye yapılan bir savaştır.
Bu savaşta, coğrafi konumu nedeniyle Afganistan'a komşu ve kilit ülke olan ve aynı zamanda harekâta fiilen katılacak Amerikan Dağ ve Komando Tugayı'nın indirildiği ilk ülke olan Özbekistan'da ilk günkü bombardımanın ertesi günü olan 8 Ekim sabahı ne kabine toplanmıştı, ne herhangi resmî bir açıklama yapılmıştı ve ne de sokaklarda herhangi bir heyecan vardı.
Fakat Türkiye'de televizyonlar 24 saat canlı yayın yapan birer harp karargâhı haline getirilmiş, uzmanlar çığlık çığlığa yorumlar yapıyorlardı. Sayelerinde tabîi ertesi gün borsa düştü, dolar arttı.
Amerika'dan fazla Amerikancı kılığına girmenin, toplumu hemen savaş psikozu içine sokmanın gereğini anlamak mümkün değil.
Heyecanlanmanın da hiç âlemi yok, bizi bu işe bulaştırıp en ufak bir pay vermezler.
Binlerce mil uzaktan "beyaz hristiyan" askerlerin gelmesinin en ufak bir mahzuru yok.. Ama Türk askeri oraya gider mi, sokarlar mı, sonra ya ipin ucu ellerinden kaçarsa? Ya Türk askeri orada Kosova'daki gibi karşılanırsa?
Aynı endişe ile "icab ederse" bizi merak etmeyin Irak'a da sokmazlar.
Türk askerini, Ay-yıldızlı bayrağı Türkmen bölgesine, Musul'a, Kerkük'e bırakmazlar. Kullanıp, geri çıkarırlar.
O halde "âlet olmanın", başkasının taşeronluğunu yapmanın âlemi var mı?
Onun için Türkiye "müttefik olmanın gereği olarak" bu savaşa "her Nato ülkesi" ne katkıda bulunuyorsa ancak o kadar katılmalı, Irak'ta cephe açılmasına yapabiliyorsa engel olmalı, açıldıktan sonra da on koyup bir kazanacağını gözdem-n kaçırmamalıdır.
Türkiye Orta Asya'ya gidecekse asker ile değil kültür, ilim, fen ve psikoloji ile gitmelidir.
"Siyaseten" gitmelidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002