Bütün ideolojiler ve inançlarda iki esas vardır ve bunlar sevgi ve nefret esaslarıdır. Bu iki önemli esas İslam dininde de önemli bir yere sahiptir. Zira bir inancın veya ideolojinin sevgisiz ve nefretsiz olması düşünülemez. Bir gün Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) sahabesine şöyle sordu; "İmanın en sağlam kulpu nedir?" Sahabe; Allah ve Resulü daha iyi bilir, diye cevap verdiler. Daha sonra sahabeler den kimisi, imanın en sağlam kulpunun namaz olduğunu, kimisi zekât vermek, kimisi oruç tutmak, kimisi hacca ve umreye gitmek, kimisi de cihat etmek olduğunu söylediler. Bunları duyan Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular; "Sizin söylemiş olduğunuz şeylerin hepsinin fazileti ve ilahi nazarda bir değeri vardır. Ama imanın en sağlam kulpu söylemiş olduğunuz şeyler değildir." Bunun üzerine sahabe; "ey Allah’ın Resul-ü öyleyse siz söyleyiniz imanın en sağlam kulpu nedir?" dediler. Hz Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular; "İmanın en sağlam kulpu Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir."
Görüldüğü gibi Allah’ın dostlarını, sevdiklerini sevmek ve dost tutmak ve Allah’ın düşmanlarını da düşman tutmak imanın en sağlam kulpudur. Yani imanın en sağlam kulpu sevgi ve nefrettir. İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor; "Kim din üzerine sevmez ve din üzerine buğz etmezse onun dini olmaz. Zira böyle olmadığı takdirde bu insanın hedefi
olmaz."
İnsan fıtratına baktığımızda, Allah-u Teâlâ insanı sevgi ve nefret fıtratıyla yaratmıştır. Bunu da insanın fıtratından söküp atmak mümkün değildir. Birçok hadisi şerifte insanın sevdiği ile haşır edileceği nakledilmiştir. Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor; "Sakın Allah’ın düşmanlarını sevmeyesiniz, sevginizi Allah’ın dostlarının dışındakilere haslaştırmayasınız. Zira kim hangi kavmi severse onunla haşrolacaktır." İmam Muhammet Bakır (a.s) bu doğrultuda şöyle buyuruyor; "Eğer sen kendinde hayır olduğunu bilmek istiyorsan, kalbini yokla, kalbin Allah’a itaat edenleri seviyor ve Allah’a karşı günah yapanlardan nefret duyuyorsa, bil ki sende hayır vardır ve Allah seni seviyor. Ama eğer sen Allah’a kulluk edenlere karşı düşmanlık beslersen ve günahkâr insanları da seversen, bunu iyi bil ki sende hayır yoktur demektir ve Allah’ta seni sevmez."
İnsanları, ferdi ve toplumsal hayatında incelediğimizde, sevgi ve nefret bakımından dört gruba ayırmak mümkündür.
Birinci grup: Çekici ve itici olmayanlar. Bazı insanlar ne çekicidirler ve nede iticidirler. Bu tür insanların bir toplumda kazanabilecekleri dostları olmayacağı gibi düşmanları da olmayacaktır. Bunlara günümüz tabiriyle “nötr” demek mümkündür. Eğer otu ile suyu muntazam ve düzenli bir şekilde veriliyorsa sevildiğinden değildir, zamanı geldiğinde kesilip yenileceğindendir. İnsanlık toplumunda yer yer bu tür insanlara rastlamak mümkündür.
İkinci grup: Cazibesi vardır ama itici değildir. Bu tür insanlar bir toplumda hangi renkten, hangi inanç ve meşrepten olursa olsun herkesin beğenisini kazanmak ister. Bunu, herkese kendi nabzına göre şerbet verdiğinden ötürü böyle yapar. Bu felsefe Mesihilerin ve Budistlerin felsefesidir. Bu iki kitle, insanın hakikatinin salt sevgi üzerine kurulu olduğunu savunmaktadır. İslam inancına göre bu noksandır. Zira salt sevgi kâfi değildir. Bunun böyle olmasının birçok sakıncaları ve zararları vardır. Örneğin, Budist felsefe görüşü şöyle diyor; Yarısı Müslüman diğer yarısı da Budist olan bir toplumda yaşıyorsan, öyle bir şekilde yaşa ki öldüğün zaman, Müslümanlar seni azizlemek için zemzem suyu ile gusletmek istesinler ve Budistler de sana değer vermek için cesedini yakmak istesinler. Bu doğru bir yaklaşım ve doğru bir görüş değildir. Çünkü belirli idealleri, belirli prensip ve hedefleri olan birisinin farklı inanç tabakalarına yaranması ve herkesin nabzına göre şerbet vermesi iki yüzlülük ve nifaklığın özüdür.
Mahatma Gandi “Budur benim dinim” adlı kitabında şöyle diyor; “Sevgi hakikat ile iç içe olmalıdır. Sevgi hakikat ile iç içe olursa, böyle birisinin üslup ve tarzı da olacaktır. Böyle olduğu zaman da bu tür bir sevgi sahibi için düşman doğuracaktır. Bir insan yaşamış olduğu toplumda hırsızın, hilekârın, zalimin, ikiyüzlünün, insafsızın... beğenisini kazanmışsa, böyle bir insan bunların her birine kendi nabzına göre şerbet vermiş demektir.”
İslam dinine göre böyle yaşamak şahsiyet bozukluğu ve nifaklıktır. Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) bile yaşamış olduğu toplumun bütün katmanlarını kendisinden razı edemedi. Çünkü o hazretin hedefleri, prensipleri ve gayeleri vardı.
Üçüncü grup: İtici olup da çekici olmayan insanlardır. Sadece iticilik özelliğine sahiptirler. Böyleleri toplum içerisinde çok kolay sorun çıkarırlar. Yersiz yere çok düşman kazanırlar. Bunların kendileri ile dahi sorunları olabilir. Bu tür insanlar çok kolay dost edinemedikleri gibi dostları çokta olmaz. Bunların, gittikleri ve oturdukları yerlerde sorunlar ve tartışmalar çıkar. Bunlar insanları kendilerinden daima nefret ettirirler. Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor; “İnsanların en güçsüzü dost bulmakta güçlük çekendir, bundan daha güçsüzü dostlarını yitirip yapayalnız kalandır”.
Dördüncü grup: Hem çekicilik ve hem de iticilik sıfatına sahip olanlardır. Böylelerinin, kimisinin çekicilik özelliği kuvvetlidir, iticilik boyutu zayıftır. Kimisinin de iticilik boyutu kuvvetli olup çekicilik özelliği zayıftır. Bu iki özelliğe sahip olanlar kişilik ve prensip sahibi insanlardır. Bazı insanlarda çekicilik ve iticilik boyutu menfi yöndedir. Bazılarında ise müspet yöndedir. Hz. İmam Ali (a.s) da bu iki özellik çok kuvvetli bir derecedeydi. Dolayısıyla Hz. İmam Ali (a.s)’ın vefatından sonra Hz. İmam Ali(a.s) için öyle sevenleri vardı ki, bunlar severek canlarını İmam Ali yolunda feda edecek konumdaydılar ve bu uğurda canlarını feda edenlerde olmuştur. Öyle azılı düşmanları da vardı ki, bunlarda Hz. Ali (a.s)'ın düşmanlığından dolayı kendilerini ölüme atacak konumdaydılar.
Görüldüğü gibi Allah’ın dostlarını, sevdiklerini sevmek ve dost tutmak ve Allah’ın düşmanlarını da düşman tutmak imanın en sağlam kulpudur. Yani imanın en sağlam kulpu sevgi ve nefrettir. İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor; "Kim din üzerine sevmez ve din üzerine buğz etmezse onun dini olmaz. Zira böyle olmadığı takdirde bu insanın hedefi
olmaz."
İnsan fıtratına baktığımızda, Allah-u Teâlâ insanı sevgi ve nefret fıtratıyla yaratmıştır. Bunu da insanın fıtratından söküp atmak mümkün değildir. Birçok hadisi şerifte insanın sevdiği ile haşır edileceği nakledilmiştir. Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor; "Sakın Allah’ın düşmanlarını sevmeyesiniz, sevginizi Allah’ın dostlarının dışındakilere haslaştırmayasınız. Zira kim hangi kavmi severse onunla haşrolacaktır." İmam Muhammet Bakır (a.s) bu doğrultuda şöyle buyuruyor; "Eğer sen kendinde hayır olduğunu bilmek istiyorsan, kalbini yokla, kalbin Allah’a itaat edenleri seviyor ve Allah’a karşı günah yapanlardan nefret duyuyorsa, bil ki sende hayır vardır ve Allah seni seviyor. Ama eğer sen Allah’a kulluk edenlere karşı düşmanlık beslersen ve günahkâr insanları da seversen, bunu iyi bil ki sende hayır yoktur demektir ve Allah’ta seni sevmez."
İnsanları, ferdi ve toplumsal hayatında incelediğimizde, sevgi ve nefret bakımından dört gruba ayırmak mümkündür.
Birinci grup: Çekici ve itici olmayanlar. Bazı insanlar ne çekicidirler ve nede iticidirler. Bu tür insanların bir toplumda kazanabilecekleri dostları olmayacağı gibi düşmanları da olmayacaktır. Bunlara günümüz tabiriyle “nötr” demek mümkündür. Eğer otu ile suyu muntazam ve düzenli bir şekilde veriliyorsa sevildiğinden değildir, zamanı geldiğinde kesilip yenileceğindendir. İnsanlık toplumunda yer yer bu tür insanlara rastlamak mümkündür.
İkinci grup: Cazibesi vardır ama itici değildir. Bu tür insanlar bir toplumda hangi renkten, hangi inanç ve meşrepten olursa olsun herkesin beğenisini kazanmak ister. Bunu, herkese kendi nabzına göre şerbet verdiğinden ötürü böyle yapar. Bu felsefe Mesihilerin ve Budistlerin felsefesidir. Bu iki kitle, insanın hakikatinin salt sevgi üzerine kurulu olduğunu savunmaktadır. İslam inancına göre bu noksandır. Zira salt sevgi kâfi değildir. Bunun böyle olmasının birçok sakıncaları ve zararları vardır. Örneğin, Budist felsefe görüşü şöyle diyor; Yarısı Müslüman diğer yarısı da Budist olan bir toplumda yaşıyorsan, öyle bir şekilde yaşa ki öldüğün zaman, Müslümanlar seni azizlemek için zemzem suyu ile gusletmek istesinler ve Budistler de sana değer vermek için cesedini yakmak istesinler. Bu doğru bir yaklaşım ve doğru bir görüş değildir. Çünkü belirli idealleri, belirli prensip ve hedefleri olan birisinin farklı inanç tabakalarına yaranması ve herkesin nabzına göre şerbet vermesi iki yüzlülük ve nifaklığın özüdür.
Mahatma Gandi “Budur benim dinim” adlı kitabında şöyle diyor; “Sevgi hakikat ile iç içe olmalıdır. Sevgi hakikat ile iç içe olursa, böyle birisinin üslup ve tarzı da olacaktır. Böyle olduğu zaman da bu tür bir sevgi sahibi için düşman doğuracaktır. Bir insan yaşamış olduğu toplumda hırsızın, hilekârın, zalimin, ikiyüzlünün, insafsızın... beğenisini kazanmışsa, böyle bir insan bunların her birine kendi nabzına göre şerbet vermiş demektir.”
İslam dinine göre böyle yaşamak şahsiyet bozukluğu ve nifaklıktır. Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) bile yaşamış olduğu toplumun bütün katmanlarını kendisinden razı edemedi. Çünkü o hazretin hedefleri, prensipleri ve gayeleri vardı.
Üçüncü grup: İtici olup da çekici olmayan insanlardır. Sadece iticilik özelliğine sahiptirler. Böyleleri toplum içerisinde çok kolay sorun çıkarırlar. Yersiz yere çok düşman kazanırlar. Bunların kendileri ile dahi sorunları olabilir. Bu tür insanlar çok kolay dost edinemedikleri gibi dostları çokta olmaz. Bunların, gittikleri ve oturdukları yerlerde sorunlar ve tartışmalar çıkar. Bunlar insanları kendilerinden daima nefret ettirirler. Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor; “İnsanların en güçsüzü dost bulmakta güçlük çekendir, bundan daha güçsüzü dostlarını yitirip yapayalnız kalandır”.
Dördüncü grup: Hem çekicilik ve hem de iticilik sıfatına sahip olanlardır. Böylelerinin, kimisinin çekicilik özelliği kuvvetlidir, iticilik boyutu zayıftır. Kimisinin de iticilik boyutu kuvvetli olup çekicilik özelliği zayıftır. Bu iki özelliğe sahip olanlar kişilik ve prensip sahibi insanlardır. Bazı insanlarda çekicilik ve iticilik boyutu menfi yöndedir. Bazılarında ise müspet yöndedir. Hz. İmam Ali (a.s) da bu iki özellik çok kuvvetli bir derecedeydi. Dolayısıyla Hz. İmam Ali (a.s)’ın vefatından sonra Hz. İmam Ali(a.s) için öyle sevenleri vardı ki, bunlar severek canlarını İmam Ali yolunda feda edecek konumdaydılar ve bu uğurda canlarını feda edenlerde olmuştur. Öyle azılı düşmanları da vardı ki, bunlarda Hz. Ali (a.s)'ın düşmanlığından dolayı kendilerini ölüme atacak konumdaydılar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehdi Aksu / diğer yazıları
- Eleştiri nedir ve nasıl olmalıdır? / 03.12.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012