Oynatmaya ramak kalınca
Oh be rahat nefes aldım.
Sadece ben mi?
Yok canım.
70 milyon da benim gibi.
Kaç gündür uykularım kaçmıştı.
Acaba ne olacak?
İş nereye varacak?
Kim gidip kim kalacak?
Üsküdar ve Salacak.
O da nihayetinde bir insan.
Onun da rencide olabilecek gururu var.
Hüzne dönüşecek süruru var.
Hisleri ve hasisleri,
Otobanın kasisleri var.
Histerinin yanında hislerin ne önemi var demeyin. İkisi de "his" le başlasa da apayrı şeyler onlar.
Hem sonra o bir şair.
Şairlerde duygu,
İhalede soygu,
1000 Wat altında sorgu ayrı şeylerdir.
Bir mısraı, bir dörtlüğü kaleme almak için kaç gün, elde kalem, sinede elem beklerler.
Acaba ne olacak diye kaç gündür büyük bir endişe içindeyken sonunda beni ve benim gibi bütün ülkeyi, tabi en fazla da hortum üreticilerini rahatlatacak açıklama geldi.
"Hiçbir yere gitmiyorum, on sekiz yaşındayım, görevimin başındayım."
"Gitmem için bir gerekçe,
ne karga,
ne de serçe var."
Oh be.
Mutluluktan uçuyorum.
Sarhoşun dediği gibi:
"İşte buna içilir."
3 Hiçbir yere gitmeyenin şerefine.
3 Görevimin başındayım diyen şair ruhlu büyük insanın şerefine.
Sokaklarda sarhoş sarhoş dolaşan yığınla insan bu mutluluğun eseri demek.
Her ne kadar biz işsizlik ve aşsızlıktan sandıysak da.
Nereye gideceksin be kuzum?
Nereye gidebilirsin hem sonra?
Her tarafını güllük gülistanlık,
entari ve fistanlık ağlıyor kabristanlık aya gitti insanlık her şeyi destanlık olmuş memleketi bırakıp da nereye gideceksin?
Sayenizde insanların sokaklarda zevkten çiftetelli oynadığı ülke hiç bırakılır mı?
Bayramdan bayrama birbirini ancak görebilen insanlar her gün sayenizde kol kola sokaklarda,
bir elde tespih,
diğerinde puro,
cümlesi koro;
"Yangın olur biz yangına gideriz" şarkısını söyleyerek volta vuruyor, gülüp eğleniyorlar.
Piknik, mangal yapıyor, tabi "Kangal" bırakırsa.
Aleyhte gibi gözükenler varsa da sizi kıskananların adamlarıdır onlar.
Takmayın.
Meyvesi olan ağaç taşlanır,
Yumurta sıcak suda haşlanır.
Yürümeye bir adımla başlanır.
Bakın ben de sayenizde olmuşam şair.
Rabbim sen beni kayır.
Memleket yanıyor cayır cayır.
Aman buralar ne bayır.
Kim demiş yok hükümette hayır.
Vay be şiir de böyle yazılıyormuş demek.
Milletin yıllarca fazla kilolarını nasıl vereceğini düşündüğü bir memlekette her kes, tabi mutlu azınlık hariç, yavaş yavaş bir deri bir kemik haline geldi sayenizde.
Zayıflama aletlerine rağbet günden güne azalıyor.
Aman sizi göreyim sakın bir yere gitmeyin.
Gidip de bizi üzmeyin.
Dudaklarınızı büzmeyin.
Göz yaşlarımızı peşinizde dizmeyin.
Soğuk havada gezmeyin.
İsraf olur parkeleri çizmeyin.
Yoğurdu poşette süzmeyin.
(bu son mısra pek uymadı)
Zaten memlekette ayakta kalacak fazla kimse de kalmadı.
Bari siz ayakta durun.
Yorulunca oturun.
Hey, siz de malı götürün.
Karşı geleni Malta'ya sürün.
Yolsuzlukları toz yapmadan süpürün.
Ey millet siz de sürünün.
Zira atış menzilindesiniz.
(Not: Bu yazıyı makale niyetine okumadan önce tuzlayın. Niyetleriniz makbul, tüyleriniz kakül, teraziniz baskül olsun.)
Hayırlı Evlat
Yaşlı adam ellerini semaya kaldırmıştı, dudaklarının hareket etmesinden bir şeyler söylediği belliidi. Dua ediyordu yani.
Fakat insanı hayrete düşüren bir şey vardı. Bu yaşta bir insanın hayattan ne beklentisi olabilirdi.
O ilerlemiş yaşına
Beyazlamış kaşına
Siması herkese aşına
Ve tek başına
neyi istiyordu acaba?
Nasıl bir şeydi ki, onu o kadar büyük bir aşkla istiyordu?
Elde etse de kaç sene daha faydalanabilirdi o şeyden?
Hem o yaşta faydalansa ne?
Ülkenin yaş ortalamasına göre fena sayılmazdı yaşı.
Ben altmış diyeyim, siz yetmiş anlayın.
Fena bir yaş sayılmazı bu.
Kimi terörden, kimi açlıktan, kimi trafikten, kimi belediye çukurlarına düşerek 30-35'inde ölüdüğü bir ülkede iyi bir yaştı bu.
Vücut kimyası da hayli bozuktu.
Teklemeler, sızmalar, tıklar ve tikler.
Vücut organlarında hatıra olarak bir tek tik kalmıştı.
Siz de görseniz en az benim kadar hayrete düşerdiniz.
Nedir bu yaşlı adamı mutlu eden diye merak ederdiniz.
Yanına yaklaştım, görme organı da diğer organlar gibi bozuktu, fişi çekilmiş org gibiydi, tık yoktu.
Beni fark etmedi bile.
Hatta öyle ki, yanına iyice sokulmuş olmama rağmen hala beni göremiyordu.
"Tanrım! Sana çok mersi," diyordu.
Pür dikkat kesildim. Sonra şöyle devam etti.
"Kaç yıl geçti bilmezem
Ondan hiç vazgeçmezem
Kalmadı mey ve mezem.
Sana çok mersi Tanrım."
Bu sanat eseri dizeleri ağzından duyunca kendisinin aynı zamanda bir şair olduğunu anladım.
Evet o bir şairdi.
Yetmişlik bir şair.
Daha bir duygulandım ve dinlemeye devam ettim.
Şöyle devam etti:
"Tam kesmiştim umudu.
Kim soydu bu armudu
Bedbahtı ve mesudu
Sana çok mersi Tanrım"
Adeta çarpılmıştım. Bu ne sanattı böyle diye söylendim.
Ve dinlemeye
Bir yandan inlemeye
devam ettim.
"Bu en mutlu günümdür
Belki de düğünümdür
Şerefim ve ünümdür
Sana çok mersi Tanrım".
Artık iş dayanılmaz raddeye,
yol çıkılmaz caddeye
varmıştı.
Bey amca dedim hayrola.
Acur ve hıyar ola
Yar ve ağyar ola
Kim mahzun
Kim bahtiyar ola?
Nedir seni bu kadar mutlu
Yarından umutlu
Bebek veya Armutlu
eden şey?
Biz, diyerek söze başlayınca politikacı olduğunu hemen anladım.
Ve devam etti.
Biz tam yetmiş sene, dile kolay yetmiş sene bekledik.
Nice adaklar adadık, nice dileklerde bulunduk.
Nice kurbanlar kesip, nice bezler bağladık.
Parmağımızı sokmadığımız dilek deliği kalmadı şu kürre-i arzda.
Tam yetmişinci sene dileğimizi Tanrı kabul etti.
Nedir bu Tanrının yetmiş sene sonra kabul ettiği dilek diye ben sormadan o söyledi:
Tam yetmiş sene sonra Tanrı bize iki evlat nasip etti.
Bir an konuşma kabiliyetimi kaybettim.
Dondum kaldım.
Ötelere daldım.
Aklımı saldım
Büyü değil faldım.
Havamı aldım.
Kemane çaldım.
Neyse.
Olamazdı böyle bir şey.
Ne kemandı ne de ney
Kulak versenize hey
İlim ve bilim
Battaniye ve kilim
Rejisör ve film
hayli yol aldığını biliyordum ama bu tam bir olağan üstü haldi.
Yine de bu o kadar büyütülecek bir şey değil dedim.
Yok yok dedi.
Beni mutlu eden, tek o değil. Beni mutlu eden şey farklı.
Yetmiş sene sonra Tanrının bahşettiği bu iki evlat çok farklı.
Dedi ve sıralamaya başladı:
Bu kadar uyumlu.
Bu kadar munis.
Bu kadar itaatkar.
Bu kadar sessiz.
Bu kadar dünya tatlısı iki hayırlı evlat için Tanrıya teşekkür etmemek mümkün mü?
Haklıydı yetmişlik genç adam.
Yerden göğe kadar haklıydı.
Hem iki evlada sahip oluyorsunuz, hem de bu iki evlat,
Ağzı var dili yok
feneri var pili yok
Aslanı var fili yok
Tepesi var kılı yok
Cinsinden.
"Mutluluklar" diyebildim ancak.
(Bu hikaye, ünlü yazar Holefer İssin'in, "Cinler Macinler" adlı eserinden günümüze uyarlanmıştır.)
Oh be rahat nefes aldım.
Sadece ben mi?
Yok canım.
70 milyon da benim gibi.
Kaç gündür uykularım kaçmıştı.
Acaba ne olacak?
İş nereye varacak?
Kim gidip kim kalacak?
Üsküdar ve Salacak.
O da nihayetinde bir insan.
Onun da rencide olabilecek gururu var.
Hüzne dönüşecek süruru var.
Hisleri ve hasisleri,
Otobanın kasisleri var.
Histerinin yanında hislerin ne önemi var demeyin. İkisi de "his" le başlasa da apayrı şeyler onlar.
Hem sonra o bir şair.
Şairlerde duygu,
İhalede soygu,
1000 Wat altında sorgu ayrı şeylerdir.
Bir mısraı, bir dörtlüğü kaleme almak için kaç gün, elde kalem, sinede elem beklerler.
Acaba ne olacak diye kaç gündür büyük bir endişe içindeyken sonunda beni ve benim gibi bütün ülkeyi, tabi en fazla da hortum üreticilerini rahatlatacak açıklama geldi.
"Hiçbir yere gitmiyorum, on sekiz yaşındayım, görevimin başındayım."
"Gitmem için bir gerekçe,
ne karga,
ne de serçe var."
Oh be.
Mutluluktan uçuyorum.
Sarhoşun dediği gibi:
"İşte buna içilir."
3 Hiçbir yere gitmeyenin şerefine.
3 Görevimin başındayım diyen şair ruhlu büyük insanın şerefine.
Sokaklarda sarhoş sarhoş dolaşan yığınla insan bu mutluluğun eseri demek.
Her ne kadar biz işsizlik ve aşsızlıktan sandıysak da.
Nereye gideceksin be kuzum?
Nereye gidebilirsin hem sonra?
Her tarafını güllük gülistanlık,
entari ve fistanlık ağlıyor kabristanlık aya gitti insanlık her şeyi destanlık olmuş memleketi bırakıp da nereye gideceksin?
Sayenizde insanların sokaklarda zevkten çiftetelli oynadığı ülke hiç bırakılır mı?
Bayramdan bayrama birbirini ancak görebilen insanlar her gün sayenizde kol kola sokaklarda,
bir elde tespih,
diğerinde puro,
cümlesi koro;
"Yangın olur biz yangına gideriz" şarkısını söyleyerek volta vuruyor, gülüp eğleniyorlar.
Piknik, mangal yapıyor, tabi "Kangal" bırakırsa.
Aleyhte gibi gözükenler varsa da sizi kıskananların adamlarıdır onlar.
Takmayın.
Meyvesi olan ağaç taşlanır,
Yumurta sıcak suda haşlanır.
Yürümeye bir adımla başlanır.
Bakın ben de sayenizde olmuşam şair.
Rabbim sen beni kayır.
Memleket yanıyor cayır cayır.
Aman buralar ne bayır.
Kim demiş yok hükümette hayır.
Vay be şiir de böyle yazılıyormuş demek.
Milletin yıllarca fazla kilolarını nasıl vereceğini düşündüğü bir memlekette her kes, tabi mutlu azınlık hariç, yavaş yavaş bir deri bir kemik haline geldi sayenizde.
Zayıflama aletlerine rağbet günden güne azalıyor.
Aman sizi göreyim sakın bir yere gitmeyin.
Gidip de bizi üzmeyin.
Dudaklarınızı büzmeyin.
Göz yaşlarımızı peşinizde dizmeyin.
Soğuk havada gezmeyin.
İsraf olur parkeleri çizmeyin.
Yoğurdu poşette süzmeyin.
(bu son mısra pek uymadı)
Zaten memlekette ayakta kalacak fazla kimse de kalmadı.
Bari siz ayakta durun.
Yorulunca oturun.
Hey, siz de malı götürün.
Karşı geleni Malta'ya sürün.
Yolsuzlukları toz yapmadan süpürün.
Ey millet siz de sürünün.
Zira atış menzilindesiniz.
(Not: Bu yazıyı makale niyetine okumadan önce tuzlayın. Niyetleriniz makbul, tüyleriniz kakül, teraziniz baskül olsun.)
Hayırlı Evlat
Yaşlı adam ellerini semaya kaldırmıştı, dudaklarının hareket etmesinden bir şeyler söylediği belliidi. Dua ediyordu yani.
Fakat insanı hayrete düşüren bir şey vardı. Bu yaşta bir insanın hayattan ne beklentisi olabilirdi.
O ilerlemiş yaşına
Beyazlamış kaşına
Siması herkese aşına
Ve tek başına
neyi istiyordu acaba?
Nasıl bir şeydi ki, onu o kadar büyük bir aşkla istiyordu?
Elde etse de kaç sene daha faydalanabilirdi o şeyden?
Hem o yaşta faydalansa ne?
Ülkenin yaş ortalamasına göre fena sayılmazdı yaşı.
Ben altmış diyeyim, siz yetmiş anlayın.
Fena bir yaş sayılmazı bu.
Kimi terörden, kimi açlıktan, kimi trafikten, kimi belediye çukurlarına düşerek 30-35'inde ölüdüğü bir ülkede iyi bir yaştı bu.
Vücut kimyası da hayli bozuktu.
Teklemeler, sızmalar, tıklar ve tikler.
Vücut organlarında hatıra olarak bir tek tik kalmıştı.
Siz de görseniz en az benim kadar hayrete düşerdiniz.
Nedir bu yaşlı adamı mutlu eden diye merak ederdiniz.
Yanına yaklaştım, görme organı da diğer organlar gibi bozuktu, fişi çekilmiş org gibiydi, tık yoktu.
Beni fark etmedi bile.
Hatta öyle ki, yanına iyice sokulmuş olmama rağmen hala beni göremiyordu.
"Tanrım! Sana çok mersi," diyordu.
Pür dikkat kesildim. Sonra şöyle devam etti.
"Kaç yıl geçti bilmezem
Ondan hiç vazgeçmezem
Kalmadı mey ve mezem.
Sana çok mersi Tanrım."
Bu sanat eseri dizeleri ağzından duyunca kendisinin aynı zamanda bir şair olduğunu anladım.
Evet o bir şairdi.
Yetmişlik bir şair.
Daha bir duygulandım ve dinlemeye devam ettim.
Şöyle devam etti:
"Tam kesmiştim umudu.
Kim soydu bu armudu
Bedbahtı ve mesudu
Sana çok mersi Tanrım"
Adeta çarpılmıştım. Bu ne sanattı böyle diye söylendim.
Ve dinlemeye
Bir yandan inlemeye
devam ettim.
"Bu en mutlu günümdür
Belki de düğünümdür
Şerefim ve ünümdür
Sana çok mersi Tanrım".
Artık iş dayanılmaz raddeye,
yol çıkılmaz caddeye
varmıştı.
Bey amca dedim hayrola.
Acur ve hıyar ola
Yar ve ağyar ola
Kim mahzun
Kim bahtiyar ola?
Nedir seni bu kadar mutlu
Yarından umutlu
Bebek veya Armutlu
eden şey?
Biz, diyerek söze başlayınca politikacı olduğunu hemen anladım.
Ve devam etti.
Biz tam yetmiş sene, dile kolay yetmiş sene bekledik.
Nice adaklar adadık, nice dileklerde bulunduk.
Nice kurbanlar kesip, nice bezler bağladık.
Parmağımızı sokmadığımız dilek deliği kalmadı şu kürre-i arzda.
Tam yetmişinci sene dileğimizi Tanrı kabul etti.
Nedir bu Tanrının yetmiş sene sonra kabul ettiği dilek diye ben sormadan o söyledi:
Tam yetmiş sene sonra Tanrı bize iki evlat nasip etti.
Bir an konuşma kabiliyetimi kaybettim.
Dondum kaldım.
Ötelere daldım.
Aklımı saldım
Büyü değil faldım.
Havamı aldım.
Kemane çaldım.
Neyse.
Olamazdı böyle bir şey.
Ne kemandı ne de ney
Kulak versenize hey
İlim ve bilim
Battaniye ve kilim
Rejisör ve film
hayli yol aldığını biliyordum ama bu tam bir olağan üstü haldi.
Yine de bu o kadar büyütülecek bir şey değil dedim.
Yok yok dedi.
Beni mutlu eden, tek o değil. Beni mutlu eden şey farklı.
Yetmiş sene sonra Tanrının bahşettiği bu iki evlat çok farklı.
Dedi ve sıralamaya başladı:
Bu kadar uyumlu.
Bu kadar munis.
Bu kadar itaatkar.
Bu kadar sessiz.
Bu kadar dünya tatlısı iki hayırlı evlat için Tanrıya teşekkür etmemek mümkün mü?
Haklıydı yetmişlik genç adam.
Yerden göğe kadar haklıydı.
Hem iki evlada sahip oluyorsunuz, hem de bu iki evlat,
Ağzı var dili yok
feneri var pili yok
Aslanı var fili yok
Tepesi var kılı yok
Cinsinden.
"Mutluluklar" diyebildim ancak.
(Bu hikaye, ünlü yazar Holefer İssin'in, "Cinler Macinler" adlı eserinden günümüze uyarlanmıştır.)
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua... - 1 / 20.03.2024
- Hz. Muhammed'den (saa) kim niye rahatsız olur? / 17.03.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua... - 1 / 20.03.2024
- Hz. Muhammed'den (saa) kim niye rahatsız olur? / 17.03.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024