Dünyada yaşanan soykırım ve katliamların temelinde 'seçilmiş halk' inancı yatmaktadır. Protestan Hıristiyanlar ve Yahudiler, yani ABD, İngiltere ve İsrail, kendilerini 'seçilmiş halk', diğerlerini ve özellikle de Müslümanları yok edilmesi gereken mahluklar olarak görmektedirler. Müslümanlar, tarihin hiçbir döneminde soykırım ve katliam yapmamışlardır. Çünkü, İslâm'da seçilmiş halk inancı yoktur. Bütün insanlar tarağın dişleri gibi eşittir ve hepsi Hz. Adem'in çocuklarıdır. Üstünlük ancak takva ile olur. Nedir, seçilmiş halk inancı? Biraz irdeleyelim. 'Seçilmiş halk' kavramı, Eski Ahit'te yer almakta ve Tanrı'nın çocukları anlamında kullanılmaktadır. Eski Ahit'e göre, bu halk Yahudilerdir. Protestanlar, Eski Ahit'teki 'seçilmiş halk' ve 'vaat edilmiş toprak' kavramlarını benimseyerek, Yahudilerle en mühim konuda birliktelik sağladılar. Bu birliktelikten sonra Hıristiyanlar, Yahudilerin Filistin'e dönmelerini savunmaya ve desteklemeye başladılar. Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther, "Yahudiler, dünyadaki en üstün kanı taşımaktadırlar. Kutsal Ruh, onların eliyle Kutsal Kitabı dünyaya yaymıştır. Onlar Tanrı'nın çocuklarıdır" der. Yahudiler de Martin Luther'i "Hıristiyanları eğitip yanlış düşüncelerden kurtaracak Mesih'in gelişi için yolu temizleyecek adam" olarak tanımlarlar. Protestanların ünlü vaizi William Eugene Balcktone, 1878'de, "Yahudilerin Tanrı tarafından seçilmiş olduğunu" savunmuş ve hiçbir ABD'linin tepkisine sebep olmamış, tam aksine desteklenmiştir. Kısacası, 'seçilmiş halk' ve 'vaat edilmiş toprak' inancında ABD, İngiltere ve İsrail, tam ittifak halindedir. ABD'liler de, bu inançtan hareketle 'Aşikâr Alın Yazısı/Bariz Kader/Önlenemez Kader Doktrini' adıyla bir inanç geliştirdiler. Onlar da, seçilmiş halk olduklarını ve Amerika kıtasının Tanrı tarafından kendilerine vaat edildiğini iddia ettiler. John Perkins, 'Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları' adlı kitabında bu inanca vurgu yapar ve "ABD'lilere, kızılderililerin, ormanların, yaban öküzlerinin imhasını, bataklıkların kurutulmasını ve nehirlerin yataklarının değiştirilmesini, işgücü ve doğal kaynakların sürekli olarak sömürülmelerine dayanan bir ekonomi oluşturmanın insan değil, Tanrı tarafından emredildiğini" söyler. Perkins şöyle devam eder: "İlk defa 1823'de Başkan James Monroe tarafından dile getirilen 'Monroe Doktrini' 'Bariz Kader'i bir adım daha ileri götürerek, 1850'lerde ve 1860'larda ABD'nin tüm yarımküre üzerinde, kendi politikalarını desteklemeyi reddeden herhangi bir Orta ve Güney Amerika ülkesini istilâ etme hakkı da dahil, özel haklara sahip olduğunu iddia etmek için kullanılmıştır" (A.g.e., 99). ABD dış politikasının temeli, işte bu inançtır. Bir başka deyişle, Anglosakson Protestanları, bütün ırklardan üstün olduklarına ve Tanrı'nın kendilerine diğer ırkları 'medenileştirme' görevi verdiğine inanırlar. Tarihçi J. Turner'e göre, bir Amerikalı için sınır, medeniyetle vahşetin buluştuğu yerdir. Seçilmiş halk inancından hareket eden ABD, İngiltere ve İsrail, şu günlerde Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdiler. ABD'li Larry Kudlow, Filistin'de Lübnan'da gözünü kırpmadan masum insanların üzerine ölüm yağdıran İsrail ordusu için şunu söyler: "Onlar Tanrı'nın işini yapıyorlar". Demek ki, Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan'da yapılanlar ABD, İngiltere ve İsrail'e göre kutsal bir iştir. Bu sebepten, İsrail Başbakanı, soykırım ve katliamları eleştirenlere sert çıktı ve şöyle dedi: "Hiçbir ülke İsrail'e ahlâk dersi veremez. İsrail binlerce yıllık Yahudi geleneğinin bir parçası olan en yüksek ahlâki değerlere bağlıdır".Adamlar, inançlarını ve amaçlarını gizlemiyor, açıkça ilân ediyorlar. Meselâ, Neo-conların önde gelenlerinden Norman Podhoretz, Müslümanlara yapılan soykırım ve katliamların amacını şöyle açıklıyor: "İslâmiyeti ortadan kaldırmak ve salt seküler bir ritüele indirgemek". Peki, Müslüman halklar, bu şer amaçtan, soykırım ve katliamlardan korkuyor mu? Hayır, zaten asırlardır bu mücadelenin içerisindeler. Onları asıl korkutan başlarındaki idarecilerin bu gerçeklerden habersiz davranması ve dahası bazılarının düşmanla ortak hareket etmesidir.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018