Bu gün kıymetli okuyucu, çok lâzımmış gibi biraz Yunan mitolojisi ile uğraşmaya ne dersiniz?
Vallahi ben hiç meraklı değilim ama peşimizi asla bırakmadıkları, her fırsattan istifade her yerde karşımıza çıktıkları için ne olduklarını biraz olsun öğrenmemiz iyi olacak.
Eski Yunan mitolojisine göre geçmişte dünyada yalnız erkekler yaşarken Zeus insanoğlunun huzurunu kaçırmak için yeryüzüne adı "Tanrıların armağanı" anlamına gelen Pandora adındaki kadını gönderir. Pandora'ya güzellik, çekicilik ve tatlı dil verilmiş, takı ve çiçeklerle donatılmıştır. Hermes ise kızın kalbini sadakatsizlikle, ağzını da yalanla doldurmuştur. Zeus Pandora'yı yeryüzüne gönderirken açmamasını öğütlediği bir de kutu verir. Pandora Epimetheus ile evlenir, önceleri her şey yolunda gider. Pandora bir gün kutunun içinde ne olduğunu merak eder ve kapağını aralar. Kapak aralanır aralanmaz da içinden çıkan kanatlı küçük yaratıklar uçuşarak çevreye dağılır. Bunlar hastalık, kıskançlık, öfke, öç ve tüm kötülüklerdir.
5 Kasım Pazartesi saatler geceyi biraz geçmiş, ahval ve şerait uykularımızı kaçırdığı için kocaman eski tip bilgisayarımızın başında "memleket meseleleri ile" meşgulüz. Kulağımız da radyoda, TRT FM'in "Geceden Sabaha" programında. Spiker "şimdi" dedi, "Grup Pandora'dan Sarı Gelin'i dinleyeceğiz".
Melodi başladı, tabiî tanıdık... Fakat şarkı başladı, sözleri anlamıyoruz.. Üç dört mısra sonra Türkçe söylenmeye başlanınca kafamıza dank etti; Karakoyunlu'nun "çok sesli mozaik kültürümüze" armağan ettiği Ermenice Sarı gelin ile karşı karşıya idik.
Grup Pandora'yı okuyucu hatırlayacaktır. Bir süre önce memleketi sorulunca şehrini değil etnik farklılığını yansıttığını yazdığımız hanımın solistlik yaptığı grup. Ege'li efelerin burma bıyıklı "İzmir'in Kavakları"nı da aynı grup ve aynı solistten Rumca dinlememiş miydik?
Ve şimdi de TRT FM'de bin yıllık Azerî türküsü olan, o kanalla da Erzurum'a gelmiş olan Sarı Gelin'in Ermenicesi...
Gene soralım, sırada ne var; "Yine de şahlanıyor aman kolbaşının yandım da kır atı" mı? Ama herhalde ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar onu beceremezler. Ermeni ve Rumların "kolbaşı" olup ata bineceğini düşünemiyorum.
Gençliğimizde "Estergon Kal'âsı su başı durak" ile Nazlı Budin'e, "Manastırın ortasında var bir havuz" ile Batı Trakya'ya, kolunda beşbin top patlayan Osman Paşa ile Balkanlara giderdik.
Türk'ün bayrağına hasret Karadeniz'i çırpındırır, Settar Han'ın ülkesinden gelen selâmları baş-göz üzerine kabul eder, Horyatlarla Basra'da ufkumuzun doru atlarını sulardık.
O uzak coğrafyalara hep türkülerimizle giderdik.
Devran döndü.. Kopenhag, Helsinki süreci içine girdik.
Ve önce türkülerimize göz diktiler. Türkülerimizi ellerimizden almaya çalışıyorlar.
Sahip oldukları ruh ve gönül zenginliğiyle, coşku ve akıl ve mantığımızı bulutların üzerine çıkaran yürek çırpıntılarıyla bizi bin yıllarca Orhun kıyısından Budin'e taşıyan türkülerimizi bozmaya; onları kullanarak bölmeye ve içerden çökertmeye çalışıyorlar.
Türküsüz nesiller istiyorlar. Türküsüz Türkler istiyorlar.
Öyle ya, aslının "Rumca, Ermenice vesaire" olduğu şüphesi bir kere zihnimizde uyandırılırsa, şimdiye kadar bizi taşıyan türküler o andan itibaren bölünmemize neden olmazlar mı?
Sizi bilmem ama ben Karakoyunlu'nun ve Yücel Yener'in TRT'sindeki Pandora Kutularını açmak değil on kilit vurup götürüp çöpe atmaya; iflâh olmaz bir kıskançlıkla türkülerime sahip çıkmaya; Bitlis'in beş minaresi; Gaziantep'in hışhışı hançeri, barak havaları; Diyarbakır'ın sarı kanatlı bülbülü ve orağa gelen arpası; Giresun'un tabya başındaki kızları, Mardin'in güzeli, gelip gül açan baharları; Kütahya'nın pınarları, Yozgat'ın sürmelileri, Kıbrıs'ın beşparmağı, Kırşehir'in bozlağı; Muğla'nın çökertmesi ile keyif almaya devam edeceğim.
Ata barı oynayıp, hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa diyeceğim.
Türkülerimi çalmaya kalkan "dilleri var bizim dile benzemez" hırsızlara inat Türkçe ve erkekçe, hem de dört nala, dolu dizgin türkü söyleyip türkü dinleyeceğim.
Hırsızları, türkünün vicdanına; Türkü hırsızlığına göz yuman TRT yönetimini de; TRT denetim kurullarına, her türkünün kimden ve nasıl derlendiğinin belli olduğu derleme kurullarına, repertuar kurullarına bıkıp usanmadan şikayet edeceğim.
Unutacağım olursa üzerim endişesiyle hiçbirisinin ismini vermeyeceğim, "Nesebi sahih" türkülerimi seslendiren, İzmir'in Kavakları'nı on beş gündür geleneğe, göreneğe ve töreye sahip çıkışın sembolü haline getiren gönül eri, gönül bacısı türkü dostlarına şikâyet edeceğim onları.
"Dilleri var bizim dile benzemez, illeri var bizim ile benzemez" nesebi gayri sahih Tanrıça Pandoraları, benim türkülerime el-dil-ağız uzatmasınlar diye ait oldukları yere, Olimpos'a göndereceğim, orada lir çalsınlar.
Türkülerinize sahip çıkın ey millet, türkü dinleyin, türkü dostlarını dinleyin.
Türkü kaybettiğiniz an rüyalarınız bile kalmayacak, yüreğiniz artık çarpmayacak, farkında mısınız?
Ne olur, Türkü söyleyin.