Yüksek sesle müzik ruhun gıdası mı yoksa bir tehdit mi?
Müzik dinlemek bir ihtiyaç olabilir, bir keyif ya da terapi aracı da olabilir. Ancak dozunda ve sağlıklı sınırlar içinde kalmak koşuluyla. Sürekli yüksek sesle müzik dinlemek, ruhsal bir rahatlama sağladığını düşündürse de uzun vadede hem bedene hem zihne zarar verebilir. Sessizlikten korkmamak, arada kulaklara da zihne de dinlenme izni vermek, aslında yaşam kalitesini artıran önemli bir farkındalıktır.
14.06.2025 17:41:00
Bayram ÇOŞGUN
Bayram ÇOŞGUN





Müzik, insanlık tarihinin en kadim ve en güçlü iletişim araçlarından biridir. Duyguları harekete geçirir, hafızayı tetikler, kimi zaman motive eder, kimi zaman da teselli sunar. Ancak teknolojinin gelişimiyle birlikte müziğe ulaşmak kolaylaşmış, kulaklıklar ve taşınabilir cihazlar sayesinde müzik her an, her yerde yanımızda olmaya başlamıştır.
Bu kolay erişim, bazı alışkanlıkları da beraberinde getirmiştir: Özellikle gençler arasında yaygın olan sürekli ve yüksek sesle müzik dinleme alışkanlığı, sağlığımız için sanıldığından daha ciddi riskler barındırmaktadır.
1. İşitme Kaybı: Geri Dönüşü Olmayan Hasar
En belirgin ve en ciddi etki işitme sağlığı üzerindedir. Yüksek sesle müzik, özellikle kulaklıkla uzun süre dinlendiğinde, iç kulakta bulunan hassas tüy hücrelerine zarar verebilir. Bu hücreler bir kez zarar gördüğünde kendilerini yenileyemezler. Bu da kalıcı işitme kayıplarına yol açar.
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, 85 desibelin üzerindeki sesler, uzun süre maruz kalındığında işitme kaybına yol açabilir. Kulaklıkla müzik dinleyen biri, genellikle 95-100 desibel arasında bir sese maruz kalır.
Genç yaşta başlayan işitme kaybı, ilerleyen yıllarda sosyal izolasyona, iletişim bozukluklarına ve hatta depresyona neden olabilir.
2. Psikolojik Etkiler: Duygusal Dalgalanmalar ve Bağımlılık
Yüksek sesle müzik dinlemenin ruhsal etkileri karmaşık ve çoğu zaman göz ardı edilen bir konudur. Müzik elbette duyguları yönetmede güçlü bir araçtır; ancak sürekli yüksek sesle müzik dinlemek, kişinin duygu regülasyonu becerilerini zayıflatabilir.
Gürültüye alışma (desensitizasyon) sonucu, kişi düşük ses seviyelerinde keyif alamamaya başlar, sürekli daha yüksek desibel arar. Bu durum müziği bir "uyarıcı" olarak kullanmaya dönüşebilir.
Bazı araştırmalar, özellikle depresyon ve kaygı bozukluğu yaşayan bireylerin, yüksek sesli ve yoğun ritimli müziğe yöneldiğini göstermektedir. Bu da aslında bir kaçış mekanizmasıdır: Sessizlikle baş başa kalamamak.
3. Fiziksel ve Nörolojik Etkiler: Beyin ve Vücut Üzerinde Baskı
Yüksek ses, sadece kulakları değil, beynin ve sinir sisteminin çalışma şeklini de etkiler.
Sürekli yüksek desibelli uyarılar, kortizol (stres hormonu) salınımını artırabilir. Bu da kişinin sinirlilik, dikkat dağınıklığı ve uyku problemleri yaşamasına neden olur.
Özellikle uyku öncesi yüksek sesli müzik, melatonin üretimini baskılayarak uyku kalitesini bozar.
Bazı çalışmalarda, yüksek sesin beyin dalgaları üzerinde stimulant etkisi yaptığı, bu nedenle kişiyi sürekli uyarılmış ve huzursuz bir hâlde tuttuğu görülmüştür.
4. Sosyal ve Çevresel Etkiler: Paylaşılamayan Sessizlik
Sürekli ve yüksek sesle müzik dinlemek sadece bireysel değil, sosyal bir mesele hâline de gelebilir.
Ortak yaşam alanlarında yüksek sesle müzik, çevresel gürültü kirliliği yaratır. Bu da komşuluk ilişkilerinden kamusal alanlara kadar birçok yerde huzursuzluğa neden olur.
Kulaklıkla müzik dinleyen bireylerin çevreyle iletişim kurma eğilimi azalır. Bu da özellikle gençlerde sosyal kopukluk, içe kapanma ve yalnızlık hissini tetikleyebilir.
Bu kolay erişim, bazı alışkanlıkları da beraberinde getirmiştir: Özellikle gençler arasında yaygın olan sürekli ve yüksek sesle müzik dinleme alışkanlığı, sağlığımız için sanıldığından daha ciddi riskler barındırmaktadır.
1. İşitme Kaybı: Geri Dönüşü Olmayan Hasar
En belirgin ve en ciddi etki işitme sağlığı üzerindedir. Yüksek sesle müzik, özellikle kulaklıkla uzun süre dinlendiğinde, iç kulakta bulunan hassas tüy hücrelerine zarar verebilir. Bu hücreler bir kez zarar gördüğünde kendilerini yenileyemezler. Bu da kalıcı işitme kayıplarına yol açar.
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, 85 desibelin üzerindeki sesler, uzun süre maruz kalındığında işitme kaybına yol açabilir. Kulaklıkla müzik dinleyen biri, genellikle 95-100 desibel arasında bir sese maruz kalır.
Genç yaşta başlayan işitme kaybı, ilerleyen yıllarda sosyal izolasyona, iletişim bozukluklarına ve hatta depresyona neden olabilir.
2. Psikolojik Etkiler: Duygusal Dalgalanmalar ve Bağımlılık
Yüksek sesle müzik dinlemenin ruhsal etkileri karmaşık ve çoğu zaman göz ardı edilen bir konudur. Müzik elbette duyguları yönetmede güçlü bir araçtır; ancak sürekli yüksek sesle müzik dinlemek, kişinin duygu regülasyonu becerilerini zayıflatabilir.
Gürültüye alışma (desensitizasyon) sonucu, kişi düşük ses seviyelerinde keyif alamamaya başlar, sürekli daha yüksek desibel arar. Bu durum müziği bir "uyarıcı" olarak kullanmaya dönüşebilir.
Bazı araştırmalar, özellikle depresyon ve kaygı bozukluğu yaşayan bireylerin, yüksek sesli ve yoğun ritimli müziğe yöneldiğini göstermektedir. Bu da aslında bir kaçış mekanizmasıdır: Sessizlikle baş başa kalamamak.
3. Fiziksel ve Nörolojik Etkiler: Beyin ve Vücut Üzerinde Baskı
Yüksek ses, sadece kulakları değil, beynin ve sinir sisteminin çalışma şeklini de etkiler.
Sürekli yüksek desibelli uyarılar, kortizol (stres hormonu) salınımını artırabilir. Bu da kişinin sinirlilik, dikkat dağınıklığı ve uyku problemleri yaşamasına neden olur.
Özellikle uyku öncesi yüksek sesli müzik, melatonin üretimini baskılayarak uyku kalitesini bozar.
Bazı çalışmalarda, yüksek sesin beyin dalgaları üzerinde stimulant etkisi yaptığı, bu nedenle kişiyi sürekli uyarılmış ve huzursuz bir hâlde tuttuğu görülmüştür.
4. Sosyal ve Çevresel Etkiler: Paylaşılamayan Sessizlik
Sürekli ve yüksek sesle müzik dinlemek sadece bireysel değil, sosyal bir mesele hâline de gelebilir.
Ortak yaşam alanlarında yüksek sesle müzik, çevresel gürültü kirliliği yaratır. Bu da komşuluk ilişkilerinden kamusal alanlara kadar birçok yerde huzursuzluğa neden olur.
Kulaklıkla müzik dinleyen bireylerin çevreyle iletişim kurma eğilimi azalır. Bu da özellikle gençlerde sosyal kopukluk, içe kapanma ve yalnızlık hissini tetikleyebilir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.