Yaprak dökümü mevsimi… Sonbaharı başlamamış yaz sonu gibi laflar etmek isterdik Eylül ayının güzelliği için.
Ne çare ki 12 Eylül 1980 darbesinin acı hatırası, Alpay'ın "Eylül'de gel" şarkısının romantizmini alıp götürmüş.
Askeri darbe daha neler alıp götürmedi ki… Demokrasiye, hukuka, eğitim ve emeğe açtığı onarılmaz yaralar, dahası yitirilen nice canlar.
ABD desteğiyle gerçekleştirilen askeri darbenin gerekçesi otorite boşluğuydu hesapta. Nitekim Kenan Evren, 12 Eylül 1980 müdahalesini açıklayan ilk konuşmasında, "hukuk devleti kavramı"nın yalnız "kişilerin müdafaası"na, "kuvvetler ayrılığı" ilkesinin de "kuvvetler çatışması"na, dönüştüğünü ileri sürerek, tam bir otorite boşluğundan söz ediyor ve anayasal kuruluşları suçluyordu. Yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu gündeme getirirken otorite ihtiyacını öne çekiyordu.
Türkiye'deki her üç askeri müdahale arasında (27 Mayıs 1960 - 12 Mart 1971 - 12 Eylül 1980) benzerlikler olduğu kadar ayrılıklar da vardır. Her üçünde sivil parlamenter rejimin işleyişine bir şekilde engel getirilmiş, parlamento feshedilmiş ya da parlamento dışı destekli hükûmetler kurulmuş, yeni birer anayasa yapılmış ya da anayasada önemli değişikliklere gidilmiştir. Her üç müdahale de, kalıcı bir askeri rejim kurmayı değil, sınırlı bir süre sonunda demokrasiye dönmeyi amaçladıklarını ilan etmişlerse de, aslında demokrasiye müdahale etmişlerdir. Benzerlikler bunlardır. Ayrıldıkları noktalara gelince; bunlar, içinde bulunulan sosyal ortamla, müdahalecinin nitelikleriyle ve müdahaleye yol açan nedenlerle ilgilidir. 1960 müdahalesi, toplumsal tabandan yükselen ve demokrasinin sınırlarını genişletmek isteyen bir dip dalgasının üzerine oturmuştu. Mütevazi tabakalardan gelen subayların müttefikleri de sivil aydınlar ve gençlikti. 27 Mayıs kendisini esas olarak "demokrasiyi kurma" misyonuyla tanıtıyordu.
1971 ve 1980 müdahalelerinin ise bu noktalardan daha başka, hatta bambaşka veriler ve nedenler üzerine kurulu olduğu bilinmektedir.
80 tipi bir anayasacılığın dinamikleri ve oluşumu, kuvveti elinde bulunduranın kendi yasasını da tek yanlı bir şekilde dayatması biçiminde basite indirgenemez. Burada, halkın nispeten bilinçsiz ve örgütsüz kesimlerinin, anarşi ve terörün fazla özgürlükten ve 1961 Anayasasından kaynaklandığı yolundaki sistemli propagandanın etkisi altına düşmüş olması da rol oynamış olmalıdır.
12 Eylülcüler için temel sorun hemen yeni bir anayasa yapmaktı. Yurttaşı, öğrenciyi, işçiyi şımartmayıp hizaya sokacak bir anayasa!
O anayasa yapıldı: Halen yürürlükte olan 1982 Anayasası. Bugüne dek 17 kez değiştirildi, yani hükümlerinin yarısı tadilata girdi.
Aradan 40 yıl geçti, değişen ne?
12 Eylülcüler gibi otoritenin güçlendirilmesi peşinde koşuluyor; polis ve jandarmaya ilaveten bekçiler devreye sokulurken, Hazır Takviye Kuvvetler (HTK) de gündeme giriyor.
Parlamento konu mankenine dönüştürüldü.
Demokrasi, Anayasanın başlangıç bölümünde yazılan platonik aşktan öteye gidemedi.
Hukuk devleti, bağımsız ve tarafsız yargı durağan (statik) anayasa hükmü olarak dondu kaldı. Dinamik anayasaya, yaşayan hukuka geçilemedi.
40 yıldır 12 Eylül restorasyonu sürerken yaralar bir türlü onarılamadı!
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023