İki gün sonra 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı...
İleri Demokrat Yeni Türkiye'nin, "açılım"cıları bir devlet teâmülünü daha rafa kaldırarak resmî resepsiyon yapmayacaklarmış!
Şühedânın, millet bayram etsin diye canlarını feda ettiklerinin farkında değiller demek ki!
Yapmasınlar, yapmayabilirler!
"Her 10 Kasım'da sap gibi durmaya ne gerek var?" dediklerini de duyduk, biliyoruz ama onlar kabul etmiyor diye; ne 10 Kasım'larda milyonlarca vatandaşın, Muhteşem Türk Atatürk'ü ziyaretleri kesilir, ne de onlar istemiyor diye Milli Bayramları kutlamaktan vazgeçilir...
Bayram, Türk Milletinin bayramıdır, kutlayacağız ve bugünden kutlu olsun...
Bu bayram, TBMM'nin açılışının birinci yılından itibaren yani 1922'den beri kutlanmaktadır. Bu bayram, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla önce 1 Kasım olarak kabul edilen sonra 1935'te Hakimiyeti Milliye bayramıyla birleştirilmesiyle her yıl 23 Nisan'da kutlanmaya başlandı.
23 Nisan Çocuk Bayramının, ilki bizzat Atatürk'ün himayesinde 1927'de kutlandı. Kadınlara seçme-seçilme hakkı verilmesinde Avrupa'dan onlarca yıl önde olan Türkiye Cumhuriyeti, milletin geleceği olan çocuklara özgü bir bayram kutlamakta da Atatürk sayesinde dünyada tektir.
Saltanatın kaldırıldığı ve o günün bayram ilan edildiği 1 Kasım 1922'yi unutanlara hatırlatmak, inkarcıların gözlerine sokmak elbette her Türk Vatandaşının görevidir.
Bu Kutlu Günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan tarihi celselerden alıntılarla hatırlatmaya çalışacağım.
O gün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çok önemli bir söylev yapar.
Saltanatın kaldırılıp Hakimiyet-i Milliyenin ilan edildiği "1 Teşrinisâni 1922" gününü Atatürk, o tarihi nutkunda şöyle ifade eder; "Son Peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem 1394 sene evvel rumi nisan içinde ve Rebiülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu, gün doğmadan! Bugün, o gündür. Filhakika arabî tarihlerinde bu akşam yevm-i vilâdetin (Sultanın doğum gününün) tamam sene-i devriyesine (tam yıl-dönümüne) tesadüf ediyor. İnşallah bu hayırlı tesadüftür." (Nutuk Cilt 3, s.1241)
Saltanatı kaldırıp ve Cumhuriyeti ilan ederek yönetim ve egemenliği millete teslim edeceği günü, Hz. Peygamber'in Doğum Günü'ne denk getiren bir Müslümana, "kâfir" diye iftira eden kâfirler var maalesef!..
Yine aynı günkü tarihî nutkunda Atatürk'ün hilâfetle ilgili sözlerine de bakalım; "Şimdi Efendiler! Makam-ı Hilâfet mahfûz olarak (Hilâfet Makamı korunmuş olarak) onun yanında, hakimiyet ve Saltanat-ı Milliye makamı (Egemenlik ve Milletin Hakimiyeti Makamı) -ki, Türkiye Büyük Millet Meclisidir- elbette yan-yana durur ve elbette Melikşah'ın makamı karşısında âciz ve nâçiz bir makam sahibi olmaktan daha âli (yüce) bir tarzda bulunur; çünkü ... bütün Türkiye halkı, bütün kuvasile (bütün gücü ile) o makam-ı hilafetin istinadgâhı (dayanağı) olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdâni ve dinî bir vazife olarak taahhüt ve tekeffül ediyor." (Nutuk Cilt 3, s.1247)
Günümüz kâfirlerinin kâfir diye iftira ettikleri Gazi Mustafa Kemal'in; "Ben İslâmi alanda da vukuf sahibiyim, İslam tarihini çok iyi bilirim. Kur'ân'ı da bilirim, Dinimizi de... Müslümanlığı çok dikkatle inceledim, Hazreti Peygamber'in hayatını okudum. Dört ciltlik tarih hazırlanırken Dört Halife Dönemi'ni ben yazdım. Benim bu yönüm dinci ve inkarcı yobazlar tarafından hep gizlenmiştir. Evet doğru, bir ibadet Müslümanı değildim, ancak bir Cihat Müslümanı idim" sözlerini de hatırlatmak için yeri geldikçe elbette önlerine koyacağız!
Müfterîleri ifriralarıyla başbaşa bırakıp 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı arefesinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'na arzuhâlim var. Sesimi duyurmaya çalışacağım:
Sayın Cumhurbaşkanı!
Evvelâ Bayramınız kutlu olsun!
Size hiç oy vermedim, vermeyeceğim de ama 80 milyon nüfusun olduğu gibi benim de -sistem gereği- Cumhurbaşkanım'sınız!
Sayın Başbakan!
Sizin Bayramınız da kutlu olsun!
Size de hiç oy vermedim ve vermeyeceğim ama Siz de -sistem gereği- benim de Başbakanım'sınız!
Yani Size oy verenler kadar, oy vermeyenlerin de can ve mal güvenliğimizden sorumlusunuz!
Farkında mısınız, ülkemizde asayişsizlik kol geziyor!
Sokaklarda; kap-kaççılar, gaspçılar, magandalar tarafından öldürülüyoruz!
Maden ocaklarında, can güvenliği önlemleri alınmamış olduğu için üç yüzer-üç yüzer ölüyoruz!
İş kazalarında her gün üçer-beşer ölüyoruz!
Türkiye'nin Başkenti'nin kalbinde, dünya şehri İstanbul'da Taksim'de bombalanarak öldürülüyoruz!
Kadınlarımız; eşleri, sevgilileri, psikopat tutkunları tarafından öldürülüyor!
Bozuk gıdalardan zehirlenerek ölüyoruz!
Hastanelerde yanlış teşhiş veya yanlış tedaviler yüzünden ölüyoruz!
Güvenlik Güçlerimizi ve Mehmetçiklerimizi, İleri demokrasi ve Açılım adlı süreçte şımaran, kontrolden çıkan, kuduz bölücü teröristler Şehid ediyor!
Nasıl istikrarla öldü/rül/ğümüzün farkında mısınız?
Albert Camus; "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülke insanlarının nasıl öldüğüne bakın" diyor!
Yukarıda özetlediklerim, gözümüz önünde cereyan edenler, görmeyip duyduklarımız da var!
Şimdi, bizi ve ülkemizi merak edenler, bu ölüş şeklimize bakarak bizi nasıl tanıyacaklar?
Biz bu sıfat ve tanımlamalara layık mıyız?
Siz, özel koruduğunuz aileniz-yakınlarınız ve yüzlerce özel koruma ile sadece kendi can ve mal güvenliğinizi sağlamakla mı mükellefsiniz?
Ya biz ne olacağız?
Allah'a sığınıp yaşamaya gayretten başka bir şey yapamıyoruz, ya bizi kim koruyacak?
Bin yıl önce Kutadgu Bilig'de aktarılan, halkın Hakan'a söylediği; "Yasalarına uyarız ama adil olursa.. Vergimizi öderiz ama gümüşün ayârını düşürmezsen.. Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan..." tarihi müşavere, sizin için bir şey ifade etmiyor mu?
Günümüz Ulû-l emr makamında siz yok musunuz?
İmanımız ve inancımız gereği elbette Allah'a sığınıyoruz ama dünyevi hayatımızın asayiş ve düzeninden siz sorumlu değil misiniz?
Sizi, önce Allah'a sonra da Ulû-l Emr olarak size şikâyetten başka bir yolumuz var mı, varsa tebliğ eder misiniz lütfen?
Çünkü millet olarak artık canımız çok yanıyor, suskunluğumuz bu yüzden...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
İleri Demokrat Yeni Türkiye'nin, "açılım"cıları bir devlet teâmülünü daha rafa kaldırarak resmî resepsiyon yapmayacaklarmış!
Şühedânın, millet bayram etsin diye canlarını feda ettiklerinin farkında değiller demek ki!
Yapmasınlar, yapmayabilirler!
"Her 10 Kasım'da sap gibi durmaya ne gerek var?" dediklerini de duyduk, biliyoruz ama onlar kabul etmiyor diye; ne 10 Kasım'larda milyonlarca vatandaşın, Muhteşem Türk Atatürk'ü ziyaretleri kesilir, ne de onlar istemiyor diye Milli Bayramları kutlamaktan vazgeçilir...
Bayram, Türk Milletinin bayramıdır, kutlayacağız ve bugünden kutlu olsun...
Bu bayram, TBMM'nin açılışının birinci yılından itibaren yani 1922'den beri kutlanmaktadır. Bu bayram, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla önce 1 Kasım olarak kabul edilen sonra 1935'te Hakimiyeti Milliye bayramıyla birleştirilmesiyle her yıl 23 Nisan'da kutlanmaya başlandı.
23 Nisan Çocuk Bayramının, ilki bizzat Atatürk'ün himayesinde 1927'de kutlandı. Kadınlara seçme-seçilme hakkı verilmesinde Avrupa'dan onlarca yıl önde olan Türkiye Cumhuriyeti, milletin geleceği olan çocuklara özgü bir bayram kutlamakta da Atatürk sayesinde dünyada tektir.
Saltanatın kaldırıldığı ve o günün bayram ilan edildiği 1 Kasım 1922'yi unutanlara hatırlatmak, inkarcıların gözlerine sokmak elbette her Türk Vatandaşının görevidir.
Bu Kutlu Günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan tarihi celselerden alıntılarla hatırlatmaya çalışacağım.
O gün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çok önemli bir söylev yapar.
Saltanatın kaldırılıp Hakimiyet-i Milliyenin ilan edildiği "1 Teşrinisâni 1922" gününü Atatürk, o tarihi nutkunda şöyle ifade eder; "Son Peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem 1394 sene evvel rumi nisan içinde ve Rebiülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu, gün doğmadan! Bugün, o gündür. Filhakika arabî tarihlerinde bu akşam yevm-i vilâdetin (Sultanın doğum gününün) tamam sene-i devriyesine (tam yıl-dönümüne) tesadüf ediyor. İnşallah bu hayırlı tesadüftür." (Nutuk Cilt 3, s.1241)
Saltanatı kaldırıp ve Cumhuriyeti ilan ederek yönetim ve egemenliği millete teslim edeceği günü, Hz. Peygamber'in Doğum Günü'ne denk getiren bir Müslümana, "kâfir" diye iftira eden kâfirler var maalesef!..
Yine aynı günkü tarihî nutkunda Atatürk'ün hilâfetle ilgili sözlerine de bakalım; "Şimdi Efendiler! Makam-ı Hilâfet mahfûz olarak (Hilâfet Makamı korunmuş olarak) onun yanında, hakimiyet ve Saltanat-ı Milliye makamı (Egemenlik ve Milletin Hakimiyeti Makamı) -ki, Türkiye Büyük Millet Meclisidir- elbette yan-yana durur ve elbette Melikşah'ın makamı karşısında âciz ve nâçiz bir makam sahibi olmaktan daha âli (yüce) bir tarzda bulunur; çünkü ... bütün Türkiye halkı, bütün kuvasile (bütün gücü ile) o makam-ı hilafetin istinadgâhı (dayanağı) olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdâni ve dinî bir vazife olarak taahhüt ve tekeffül ediyor." (Nutuk Cilt 3, s.1247)
Günümüz kâfirlerinin kâfir diye iftira ettikleri Gazi Mustafa Kemal'in; "Ben İslâmi alanda da vukuf sahibiyim, İslam tarihini çok iyi bilirim. Kur'ân'ı da bilirim, Dinimizi de... Müslümanlığı çok dikkatle inceledim, Hazreti Peygamber'in hayatını okudum. Dört ciltlik tarih hazırlanırken Dört Halife Dönemi'ni ben yazdım. Benim bu yönüm dinci ve inkarcı yobazlar tarafından hep gizlenmiştir. Evet doğru, bir ibadet Müslümanı değildim, ancak bir Cihat Müslümanı idim" sözlerini de hatırlatmak için yeri geldikçe elbette önlerine koyacağız!
Müfterîleri ifriralarıyla başbaşa bırakıp 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı arefesinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'na arzuhâlim var. Sesimi duyurmaya çalışacağım:
Sayın Cumhurbaşkanı!
Evvelâ Bayramınız kutlu olsun!
Size hiç oy vermedim, vermeyeceğim de ama 80 milyon nüfusun olduğu gibi benim de -sistem gereği- Cumhurbaşkanım'sınız!
Sayın Başbakan!
Sizin Bayramınız da kutlu olsun!
Size de hiç oy vermedim ve vermeyeceğim ama Siz de -sistem gereği- benim de Başbakanım'sınız!
Yani Size oy verenler kadar, oy vermeyenlerin de can ve mal güvenliğimizden sorumlusunuz!
Farkında mısınız, ülkemizde asayişsizlik kol geziyor!
Sokaklarda; kap-kaççılar, gaspçılar, magandalar tarafından öldürülüyoruz!
Maden ocaklarında, can güvenliği önlemleri alınmamış olduğu için üç yüzer-üç yüzer ölüyoruz!
İş kazalarında her gün üçer-beşer ölüyoruz!
Türkiye'nin Başkenti'nin kalbinde, dünya şehri İstanbul'da Taksim'de bombalanarak öldürülüyoruz!
Kadınlarımız; eşleri, sevgilileri, psikopat tutkunları tarafından öldürülüyor!
Bozuk gıdalardan zehirlenerek ölüyoruz!
Hastanelerde yanlış teşhiş veya yanlış tedaviler yüzünden ölüyoruz!
Güvenlik Güçlerimizi ve Mehmetçiklerimizi, İleri demokrasi ve Açılım adlı süreçte şımaran, kontrolden çıkan, kuduz bölücü teröristler Şehid ediyor!
Nasıl istikrarla öldü/rül/ğümüzün farkında mısınız?
Albert Camus; "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülke insanlarının nasıl öldüğüne bakın" diyor!
Yukarıda özetlediklerim, gözümüz önünde cereyan edenler, görmeyip duyduklarımız da var!
Şimdi, bizi ve ülkemizi merak edenler, bu ölüş şeklimize bakarak bizi nasıl tanıyacaklar?
Biz bu sıfat ve tanımlamalara layık mıyız?
Siz, özel koruduğunuz aileniz-yakınlarınız ve yüzlerce özel koruma ile sadece kendi can ve mal güvenliğinizi sağlamakla mı mükellefsiniz?
Ya biz ne olacağız?
Allah'a sığınıp yaşamaya gayretten başka bir şey yapamıyoruz, ya bizi kim koruyacak?
Bin yıl önce Kutadgu Bilig'de aktarılan, halkın Hakan'a söylediği; "Yasalarına uyarız ama adil olursa.. Vergimizi öderiz ama gümüşün ayârını düşürmezsen.. Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan..." tarihi müşavere, sizin için bir şey ifade etmiyor mu?
Günümüz Ulû-l emr makamında siz yok musunuz?
İmanımız ve inancımız gereği elbette Allah'a sığınıyoruz ama dünyevi hayatımızın asayiş ve düzeninden siz sorumlu değil misiniz?
Sizi, önce Allah'a sonra da Ulû-l Emr olarak size şikâyetten başka bir yolumuz var mı, varsa tebliğ eder misiniz lütfen?
Çünkü millet olarak artık canımız çok yanıyor, suskunluğumuz bu yüzden...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017