Başta Sayın Başbakan ve AKP sahip olduğu her şeyi aslında CHP’ye borçlu olduğunu baştan söyleyerek başlayayım.
Mesele, CHP’li Başkan Sayın Nurettin Sözen’in bir türlü toplayamadığı İstanbul’un çöpleri ile akıtamadığı suyundan ibarettir.
Sözen beyefendinin yerine çöpü hoplamayıp toplayan, musluğu tıssslamayıp fıssslatan biri çıksaydı Sayın Başbakan’ın bu kerameti kendinden menkul kahramanlığını duymazdık diye düşünüyorum.
Sonra Siirt’te okunan “ordu levazımat” ile dolu şiiri.
Kışla,
Asker,
Miğfer,
Süngü…
Yazarına bile bu kadar fayda sağlamayan bir şiir.
Ve asıl yazı konum, Başbakan’ın her fırsatta dile getirdiği “iknâ odaları”, geçmiş olsa da modalar.
Başörtüsüyle üniversite okumak isteyen bacılarımızı caydırmak için kurulan bilimsel (!) odalardır “ikna odaları.”
Ve o odalarda eğitim vermiş, bir kısmı şimdilerde CHP’den vekil ilim adamları, akademisyenler.
Öyle ya, sıkı sıkıya bağlanan baş, sımsıkı sıkıştırılan boğaza benzer.
Sımsıkı sıkılmış boğaz nasıl nefes almakta zorlanır ve gerekli hizmeti veremezse, sımsıkı baş da beyin fonksiyonlarını olumsuz etkiler ve gerekli hizmeti veremez (!)
Ömrünü bilimsel çalışmalara adamış akademisyenden, bu kadar bilimsel bir yaklaşımdan başka ne beklenir ki?
Amma attım ha!
Az kalsın benim bile inanasım geldi.
Aslında ikna odalarından daha muknî (yani ikna edici) olan teferruat fetvasıydı.
Hatırlayın Hocaefendi fetva vermişti, “başı örtmek tali bir meseledir” diye.
Anayolda çalışma var, tali yolu kullanın misali.
Ama ikna odaları kadar, pek konuşulmamıştı “nice hikmetlere mebni” bu fetva.
Peki, çözüldü mü bir dönem ikna odalarına düşmüş başörtüsü?
Her türlü kanunî düzenlemeyi başaran hükümet çözdü mü sizce bu sorunu?
İdarî olarak evet, ama hukukî olarak hayır.
İdarî, yani kişisel insafa kaldı örtü.
Kişi gider, insaf değişir, dert yeniden başlar.
Oysa ne mahzurlu şeyler kanunî olarak çözüldü ama örtümüz bekliyor.
Madenlerin satılması için kanunî düzenlemeler yapıldı.
Arazilerimizin yabancılara satılması için kanuni düzenlemeler yapıldı.
Azınlıklar kemiyet olarak değil de keyfiyet olarak çoğunluğa terfi ettirildi.
Hatta çoğunluğu çoktan geçti bile.
Menkullerinin yanında gayr–i menkullerine de kavuştu gayr–i Müslimler.
Bütün bunlara ve daha nicelerine Müslimler çoktan ikna edildi.
Dün sizin “Hıristiyan kulübü” diye şiddetle kaşı çıktığınız, ama bugün ise en büyük hedef ilan ettiğiniz AB’ye girme ham hayaline odalarda değil de alanlarda Müslüman Türk insanını ikna etme gayretiniz, başı örtmeme konusu bu millet için daha vahim bir şey değil mi?
Aynı inancı paylaşmalarına rağmen birbirlerini boğazlama noktasına gelmiş bir “cambazlar kulübü” niye bu millet için büyük bir hedef olsun ki?
Bu konuda müstakil bir bakanlık bile kurdunuz.
İngilizcesi kadar heybeti de yerinde birini görevlendirseydiniz, daha etkili olurdu.
Tasarımcısının tarifiyle “İslam dünyasını yeniden dizayn edip yer altı ve yer üstü kaynaklarına çöreklenme” hinliğini, “demokrasiyle, hürriyetle Arapları buluşturma” diye anlatıp Müslüman Türk toplumunu alanlarda ve salonlarda bu gerçek dışı şeye inanmaya ikna etmeye çalışmak çok mu sıradan bir şeydir?
Bir hafta önce “NATO’nun Libya’da ne işi var” diye kükreyip yedi gün sonra haçlıların Libya’yı az masrafla bombalaması için İzmir’deki NATO üssünü hizmete açtınız. Milleti bunun gereğine ikna etmek, baş açmaya ikna etmekten daha mı basit bir meseledir?
Önceleri ayda bir Suriye’ye giderdim. Halep’te, yolumuz stadyumun önüne uğrayınca tur rehberi: “Başbakanımız ve Beşşar Esed şu statta Fenerbahçe–Halep maçını birlikte izlediler” anonsunu yapmaktan büyük bir zevk alırdı.
Ben de; eee, ne var bunda? Derdim, rehber de bozulurdu.
Gerçekten de sonradan ben haklı çıktım.
Statlarda, salonlarda, saraylarda can–ciğer pozlar verdiğiniz bir insanı birden düşman ilan ettiniz? Hangi mezhebe mensup olduğuna sonradan mı vakıf oldunuz? Dahası bu milleti buna nasıl ikna ettiniz?
Sahi!
Saddam hangi mezheptendi?
Ya Kaddafî?
Peki ya Hüsnü Mübarek?
Ve diğer krallar hangi mezhepten, hazır bir çetele var mı elinizde?
Halkın ikna olması için lazım olur.
Döneminizde okullarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet aynı cümlelerle tarif ediliyor.
O kitaplardaki bilgileri okuyan hiçbir çocuk İslamiyet’i tercih etmeyeceğini çok kere söyledim yazdım.
Ama kerameti kendinden yüz fersah önde giden zatlar İslam’a hizmetinize çoktan ikna edildiler ya, yeter.
Ben de az buçuk bildiğim Arapçadan bir darb–i mesel vereyim.
“Men hafere li ehıyhî bi–ren sakade fiyhî.”
Kardeşi için kuyu kazan oraya düşer.
Mesele, CHP’li Başkan Sayın Nurettin Sözen’in bir türlü toplayamadığı İstanbul’un çöpleri ile akıtamadığı suyundan ibarettir.
Sözen beyefendinin yerine çöpü hoplamayıp toplayan, musluğu tıssslamayıp fıssslatan biri çıksaydı Sayın Başbakan’ın bu kerameti kendinden menkul kahramanlığını duymazdık diye düşünüyorum.
Sonra Siirt’te okunan “ordu levazımat” ile dolu şiiri.
Kışla,
Asker,
Miğfer,
Süngü…
Yazarına bile bu kadar fayda sağlamayan bir şiir.
Ve asıl yazı konum, Başbakan’ın her fırsatta dile getirdiği “iknâ odaları”, geçmiş olsa da modalar.
Başörtüsüyle üniversite okumak isteyen bacılarımızı caydırmak için kurulan bilimsel (!) odalardır “ikna odaları.”
Ve o odalarda eğitim vermiş, bir kısmı şimdilerde CHP’den vekil ilim adamları, akademisyenler.
Öyle ya, sıkı sıkıya bağlanan baş, sımsıkı sıkıştırılan boğaza benzer.
Sımsıkı sıkılmış boğaz nasıl nefes almakta zorlanır ve gerekli hizmeti veremezse, sımsıkı baş da beyin fonksiyonlarını olumsuz etkiler ve gerekli hizmeti veremez (!)
Ömrünü bilimsel çalışmalara adamış akademisyenden, bu kadar bilimsel bir yaklaşımdan başka ne beklenir ki?
Amma attım ha!
Az kalsın benim bile inanasım geldi.
Aslında ikna odalarından daha muknî (yani ikna edici) olan teferruat fetvasıydı.
Hatırlayın Hocaefendi fetva vermişti, “başı örtmek tali bir meseledir” diye.
Anayolda çalışma var, tali yolu kullanın misali.
Ama ikna odaları kadar, pek konuşulmamıştı “nice hikmetlere mebni” bu fetva.
Peki, çözüldü mü bir dönem ikna odalarına düşmüş başörtüsü?
Her türlü kanunî düzenlemeyi başaran hükümet çözdü mü sizce bu sorunu?
İdarî olarak evet, ama hukukî olarak hayır.
İdarî, yani kişisel insafa kaldı örtü.
Kişi gider, insaf değişir, dert yeniden başlar.
Oysa ne mahzurlu şeyler kanunî olarak çözüldü ama örtümüz bekliyor.
Madenlerin satılması için kanunî düzenlemeler yapıldı.
Arazilerimizin yabancılara satılması için kanuni düzenlemeler yapıldı.
Azınlıklar kemiyet olarak değil de keyfiyet olarak çoğunluğa terfi ettirildi.
Hatta çoğunluğu çoktan geçti bile.
Menkullerinin yanında gayr–i menkullerine de kavuştu gayr–i Müslimler.
Bütün bunlara ve daha nicelerine Müslimler çoktan ikna edildi.
Dün sizin “Hıristiyan kulübü” diye şiddetle kaşı çıktığınız, ama bugün ise en büyük hedef ilan ettiğiniz AB’ye girme ham hayaline odalarda değil de alanlarda Müslüman Türk insanını ikna etme gayretiniz, başı örtmeme konusu bu millet için daha vahim bir şey değil mi?
Aynı inancı paylaşmalarına rağmen birbirlerini boğazlama noktasına gelmiş bir “cambazlar kulübü” niye bu millet için büyük bir hedef olsun ki?
Bu konuda müstakil bir bakanlık bile kurdunuz.
İngilizcesi kadar heybeti de yerinde birini görevlendirseydiniz, daha etkili olurdu.
Tasarımcısının tarifiyle “İslam dünyasını yeniden dizayn edip yer altı ve yer üstü kaynaklarına çöreklenme” hinliğini, “demokrasiyle, hürriyetle Arapları buluşturma” diye anlatıp Müslüman Türk toplumunu alanlarda ve salonlarda bu gerçek dışı şeye inanmaya ikna etmeye çalışmak çok mu sıradan bir şeydir?
Bir hafta önce “NATO’nun Libya’da ne işi var” diye kükreyip yedi gün sonra haçlıların Libya’yı az masrafla bombalaması için İzmir’deki NATO üssünü hizmete açtınız. Milleti bunun gereğine ikna etmek, baş açmaya ikna etmekten daha mı basit bir meseledir?
Önceleri ayda bir Suriye’ye giderdim. Halep’te, yolumuz stadyumun önüne uğrayınca tur rehberi: “Başbakanımız ve Beşşar Esed şu statta Fenerbahçe–Halep maçını birlikte izlediler” anonsunu yapmaktan büyük bir zevk alırdı.
Ben de; eee, ne var bunda? Derdim, rehber de bozulurdu.
Gerçekten de sonradan ben haklı çıktım.
Statlarda, salonlarda, saraylarda can–ciğer pozlar verdiğiniz bir insanı birden düşman ilan ettiniz? Hangi mezhebe mensup olduğuna sonradan mı vakıf oldunuz? Dahası bu milleti buna nasıl ikna ettiniz?
Sahi!
Saddam hangi mezheptendi?
Ya Kaddafî?
Peki ya Hüsnü Mübarek?
Ve diğer krallar hangi mezhepten, hazır bir çetele var mı elinizde?
Halkın ikna olması için lazım olur.
Döneminizde okullarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet aynı cümlelerle tarif ediliyor.
O kitaplardaki bilgileri okuyan hiçbir çocuk İslamiyet’i tercih etmeyeceğini çok kere söyledim yazdım.
Ama kerameti kendinden yüz fersah önde giden zatlar İslam’a hizmetinize çoktan ikna edildiler ya, yeter.
Ben de az buçuk bildiğim Arapçadan bir darb–i mesel vereyim.
“Men hafere li ehıyhî bi–ren sakade fiyhî.”
Kardeşi için kuyu kazan oraya düşer.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Hz. Muhammed'den (saa) kim niye rahatsız olur? / 17.03.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024