"Azınlıklar meselesi"ne yaklaşım tarzı, Lozan pazarlıklarını yürüten "Cumhuriyet'in kurucu kadrosu" ile günümüzün işbaşındaki "AB'ci- ABD'ci siyasi kadrosu" arasında çok ciddi "hamule ve medeniyet farkı"nı ortaya koymaktadır.
Cumhuriyet'in kurucu kadrosu, Lozan'da azınlıklar meselesini, milli bütünlüğümüzün de teminatı olan "İslam dini" esasına göre şekillendirmiştir. Buna göre, "hangi etnik gruptan olursa olsun" vatan toprakları üzerinde yaşayan "Müslümanların tamamı Türk Milleti"ni, "gayr-i Müslim olan vatandaşlar ise azınlıkları" teşkil etmektedirler.
Bu tanımlama, Lozan'daki Türk heyetinin veya o günün Ankara'daki devlet erkanının rastgele bir tercihi değildir. Bilakis, dönemin Cumhuriyet kadrosunun mensup olduğu ve öz kimliğini oluşturan İslam medeniyetinin temel kriterlerine dayanmaktadır; üzerinde mutabakat oluşmuş bilinçli bir tercihtir.
Aynı şekilde Lozan kayıtlarına geçen "azınlıkların yeni kilise veya havra... vs. açamayacakları, varolan ibadethaneleriyle yetinecekleri, hatta gayr-ı Müslim azınlık nüfusun Trakya'daki Müslümanlarla mübadele edileceği" şeklindeki Türk tarafının talebiyle oluşan esaslar, uygulamalar ve ardından "Amerikan kolejleri başta olmak üzere yabancı kolejlerin kapatılmasına varıncaya kadar misyonerlik faaliyetlerine hiçbir şekilde müsaade edilmemesi" gerçeği, yine aynı İslam medeniyetinin temel kriterlerinden kaynaklanmaktadır.
Bugün AB'ye uyum bahanesiyle iktidardakiler başta olmak üzere AB'ci siyasilerin, sözkonusu "azınlıklar meselesi"ne yaklaşım tarzı ve icraatları, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak milli bütünlüğünün dağıtılması" demektir.
Bu bağlamda çıkartılan "İmar Yasası ile her apartmanın altına kilise veya havra açılması"na imkan tanınması, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
AB'ye uyum sürecinde "dinlerarası diyalog" namlı "yerli misyonerlik faaliyetleri"nin önünün açılması, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
AB'ye uyum sürecinde milletimizin "etnik tanımlamalar"a ve güya "etnik hak kazanımları"na sürüklenmesi, "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
AB'ye uyum sürecinde nüfus cüzdanlarımızdan "Dini: İslam" hanesinin kaldırılması, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde aziz milletimizin, bizzat "ilahi vahy"in ilhamıyla "azınlıkların toplum içinde farklıklılarının vurgulanması"nı öngören "kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
Dolayısıyla Lozan'da Ehl-i Salib'e karşı pazarlıkları yürüten Cumhuriyet'in kurucu kadrosu kendi medeniyetimizin ne derece merkezinde idi ise; bugünün "AB'ci-ABD'ci siyasi kadrosu o derece kendi medeniyet eksenimize, "İslam medeniyetinin azınlıklara ilişkin temel ölçüleri"ne uzak, hatta karşı" duruş içerisindedir.
Nitekim Hz. Ömer'in Şam'ı fethetmesinin ardından cizyeye bağlayıp hükümranlığı altına aldığı Hıristiyan azınlıklardan aldığı ve Abdurrahman bin ?anem el-Eşari'nin aktardığı aşağıdaki taahhütname bu bakımdan "tam bir turnusol" mahiyetindedir. "Azınlıklar meselesi"ne, Lozan heyetimizin yaklaşımı ile bugünün AB'cilerinin yaklaşımına projektör yapın bakalım; kimleri "hangi medeniyet"in, kimleri "hangi azınlıklar"ın, papazların ve hahamların safında göreceksiniz... Okuyalım.
"Bu filan ve filan şehir Hıristiyanlarından Mü'minlerin emiri Allah'ın kulu Ömer'e takdim ettiğimiz taahhütnamedir. Muhakkak siz bize geldiğinizde biz, canlarımız, zürriyetimiz, mallarımız ve dinimiz halkı için emân istedik. Sizin için kendimize şu şartları koştuk:
Şehirlerde ve çevresinde yeni manastır, kilise, özel ibadet yerleri ve rahip manastırları ihdas etmeyeceğiz.
Kiliselerimizde ve evlerimizde casus barındırıp sığındırmayacağız. Müslümanlara karşı hainlik hisleri beslemeyeceğiz.
Şirkimizi açığa vurmayacak ve kimseyi buna davet etmeyeceğiz. İstedikleri takdirde yakınlarımızdan hiç kimseyi İslam'a girmekten men' etmeyeceğiz.
Müslümanlara ta'zimde bulunacağız. Oturmak istediklerinde, onlar için oturduğumuz yerden kalkacağız.
Onların elbiselerinde, başlıklarında, sarıklarında, nâlinlerinde ve hatta saç ayırmalarında onlara hiçbir şekilde benzemeyeceğiz...
Eğerli hayvana binmeyecek, kılıç kuşanmayacak, hiçbir silah edinmeyecek ve yanımızda taşımayacağız. İçki satmayacağız...
Kiliselerimizin üzerine açıkça haç dikmeyeceğiz. Müslümanların yol ve çarşılarından hiçbir yerde haçlarımızı ve kitaplarımızı göstermeyeceğiz. Kiliselerimizin çanlarını ancak hafifçe vuracağız...
Müslümanları ayartmaya yeltenmeyeceğiz..."
Bu taahhütname Hz. Ömer'e geldiğinde ona şunları da ilave ederek onaylar: "Müslümanlardan hiç kimseyi dövmeyeceğiz. İşte bunları kendimiz ve dinimiz halkı üzerine bizim için şart olarak kabul ettik. Eğer taahhüt ettiğimiz bu şartlardan herhangi birine muhalefet edersek bizim için zimmet yoktur, emân yoktur. Her şeyi hak etmişiz demektir..."
İmdi, Kelime-i Tevhid'den "Muhammed'ur Rasulüllah" kısmını, nüfus cüzdanlarımızdan da "Dini: İslam" hanesini çıkartanlar bu taahhütnameyi okusunlar bakalım, "azınlıklar" noktasında kim, kimden yana düşer?
Lozan'daki Türk heyeti mi Hz. Ömer'e daha yakın, günümüzün AB'cileri mi? Kim Hilal'in gölgesinde, kim Haç'ın gölgesinde? Kim İslam'dan yana, kim Haçlı'dan yana?
Buyurun boy aynasına... Kalp aynasına.
Bu boy aynası, yerli AB'cilerimizin içinde debelendikleri "Haçlının AB çukuru"ndan görülebiliyor mu acaba?
Cumhuriyet'in kurucu kadrosu, Lozan'da azınlıklar meselesini, milli bütünlüğümüzün de teminatı olan "İslam dini" esasına göre şekillendirmiştir. Buna göre, "hangi etnik gruptan olursa olsun" vatan toprakları üzerinde yaşayan "Müslümanların tamamı Türk Milleti"ni, "gayr-i Müslim olan vatandaşlar ise azınlıkları" teşkil etmektedirler.
Bu tanımlama, Lozan'daki Türk heyetinin veya o günün Ankara'daki devlet erkanının rastgele bir tercihi değildir. Bilakis, dönemin Cumhuriyet kadrosunun mensup olduğu ve öz kimliğini oluşturan İslam medeniyetinin temel kriterlerine dayanmaktadır; üzerinde mutabakat oluşmuş bilinçli bir tercihtir.
Aynı şekilde Lozan kayıtlarına geçen "azınlıkların yeni kilise veya havra... vs. açamayacakları, varolan ibadethaneleriyle yetinecekleri, hatta gayr-ı Müslim azınlık nüfusun Trakya'daki Müslümanlarla mübadele edileceği" şeklindeki Türk tarafının talebiyle oluşan esaslar, uygulamalar ve ardından "Amerikan kolejleri başta olmak üzere yabancı kolejlerin kapatılmasına varıncaya kadar misyonerlik faaliyetlerine hiçbir şekilde müsaade edilmemesi" gerçeği, yine aynı İslam medeniyetinin temel kriterlerinden kaynaklanmaktadır.
Bugün AB'ye uyum bahanesiyle iktidardakiler başta olmak üzere AB'ci siyasilerin, sözkonusu "azınlıklar meselesi"ne yaklaşım tarzı ve icraatları, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak milli bütünlüğünün dağıtılması" demektir.
Bu bağlamda çıkartılan "İmar Yasası ile her apartmanın altına kilise veya havra açılması"na imkan tanınması, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
AB'ye uyum sürecinde "dinlerarası diyalog" namlı "yerli misyonerlik faaliyetleri"nin önünün açılması, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
AB'ye uyum sürecinde milletimizin "etnik tanımlamalar"a ve güya "etnik hak kazanımları"na sürüklenmesi, "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde "aziz milletimizin kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
AB'ye uyum sürecinde nüfus cüzdanlarımızdan "Dini: İslam" hanesinin kaldırılması, maalesef "sadece Lozan'ın delinmesi" değil, onun da ötesinde aziz milletimizin, bizzat "ilahi vahy"in ilhamıyla "azınlıkların toplum içinde farklıklılarının vurgulanması"nı öngören "kendi medeniyetinden, yani İslam kültüründen kopartılarak dağıtılması" adımıdır.
Dolayısıyla Lozan'da Ehl-i Salib'e karşı pazarlıkları yürüten Cumhuriyet'in kurucu kadrosu kendi medeniyetimizin ne derece merkezinde idi ise; bugünün "AB'ci-ABD'ci siyasi kadrosu o derece kendi medeniyet eksenimize, "İslam medeniyetinin azınlıklara ilişkin temel ölçüleri"ne uzak, hatta karşı" duruş içerisindedir.
Nitekim Hz. Ömer'in Şam'ı fethetmesinin ardından cizyeye bağlayıp hükümranlığı altına aldığı Hıristiyan azınlıklardan aldığı ve Abdurrahman bin ?anem el-Eşari'nin aktardığı aşağıdaki taahhütname bu bakımdan "tam bir turnusol" mahiyetindedir. "Azınlıklar meselesi"ne, Lozan heyetimizin yaklaşımı ile bugünün AB'cilerinin yaklaşımına projektör yapın bakalım; kimleri "hangi medeniyet"in, kimleri "hangi azınlıklar"ın, papazların ve hahamların safında göreceksiniz... Okuyalım.
"Bu filan ve filan şehir Hıristiyanlarından Mü'minlerin emiri Allah'ın kulu Ömer'e takdim ettiğimiz taahhütnamedir. Muhakkak siz bize geldiğinizde biz, canlarımız, zürriyetimiz, mallarımız ve dinimiz halkı için emân istedik. Sizin için kendimize şu şartları koştuk:
Şehirlerde ve çevresinde yeni manastır, kilise, özel ibadet yerleri ve rahip manastırları ihdas etmeyeceğiz.
Kiliselerimizde ve evlerimizde casus barındırıp sığındırmayacağız. Müslümanlara karşı hainlik hisleri beslemeyeceğiz.
Şirkimizi açığa vurmayacak ve kimseyi buna davet etmeyeceğiz. İstedikleri takdirde yakınlarımızdan hiç kimseyi İslam'a girmekten men' etmeyeceğiz.
Müslümanlara ta'zimde bulunacağız. Oturmak istediklerinde, onlar için oturduğumuz yerden kalkacağız.
Onların elbiselerinde, başlıklarında, sarıklarında, nâlinlerinde ve hatta saç ayırmalarında onlara hiçbir şekilde benzemeyeceğiz...
Eğerli hayvana binmeyecek, kılıç kuşanmayacak, hiçbir silah edinmeyecek ve yanımızda taşımayacağız. İçki satmayacağız...
Kiliselerimizin üzerine açıkça haç dikmeyeceğiz. Müslümanların yol ve çarşılarından hiçbir yerde haçlarımızı ve kitaplarımızı göstermeyeceğiz. Kiliselerimizin çanlarını ancak hafifçe vuracağız...
Müslümanları ayartmaya yeltenmeyeceğiz..."
Bu taahhütname Hz. Ömer'e geldiğinde ona şunları da ilave ederek onaylar: "Müslümanlardan hiç kimseyi dövmeyeceğiz. İşte bunları kendimiz ve dinimiz halkı üzerine bizim için şart olarak kabul ettik. Eğer taahhüt ettiğimiz bu şartlardan herhangi birine muhalefet edersek bizim için zimmet yoktur, emân yoktur. Her şeyi hak etmişiz demektir..."
İmdi, Kelime-i Tevhid'den "Muhammed'ur Rasulüllah" kısmını, nüfus cüzdanlarımızdan da "Dini: İslam" hanesini çıkartanlar bu taahhütnameyi okusunlar bakalım, "azınlıklar" noktasında kim, kimden yana düşer?
Lozan'daki Türk heyeti mi Hz. Ömer'e daha yakın, günümüzün AB'cileri mi? Kim Hilal'in gölgesinde, kim Haç'ın gölgesinde? Kim İslam'dan yana, kim Haçlı'dan yana?
Buyurun boy aynasına... Kalp aynasına.
Bu boy aynası, yerli AB'cilerimizin içinde debelendikleri "Haçlının AB çukuru"ndan görülebiliyor mu acaba?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019