Moda oldu, materyalizmle (maddecilik) beraber belki de, bir furya: Akılcılık.
İnsanlar akıllarını esas aldıklarını söylüyor; korkuyu, sevgiyi, inanmayı, güvenmeyi ikinci plana atıyor, küçümsüyorlar.
Bunun çeşitli türevlerini nice romanlarda, konuşmalarda, filmlerde velhasıl, içinde insan barındıran pek çok yerde görüyoruz.
Bu fikrin temelinde, maddiyatın tek gerçek olduğu kabulü ve maneviyatın reddi yatıyor.
Yani her şey yalnızca müşahede ettiğimiz denli, ötesi yok. Akılcılık da buradan çıkıyor. Aklı; her şeyi bilmeye muktedir bilmek, aklın bildiklerini her şey bilmekten geçiyor.
Peki hakikat böyle mi? Gerçekten de madde alemi her şeydir de, aklın bildiği de her şeye denk midir?
Şüphesiz "maddiyat her şeydir" fikrini kabul etmek, bir görmekten mahrumca bakmak becerisini, burnunun ucundan bihaber olmak yetisini gerektiriyor.
Madde, gerçekliğin sadece "buzun su üzerindeki küçük parçası."
Ve akıl, hiçbir zaman başlı başına bir şey değildir. Defaatle ifade etme gayretine düştüğümüz üzre, sadece, gönlün mahkûmudur.
İzahatla mükelleftir. Yani, karar çoktan alınmıştır. İnsanın razı olduğu bellidir. Akıl, bunun "bahanesini", "açıklamasını" ortaya koyar. En büyük yetkisi budur.
Bu sadetten olarak, şunu görmemiz gerekecektir: "Aklımı esas aldım" diyen insan da aslen gönlünü esas almıştır.
Kaldı ki, gönlü reddetme gafletinden ötürü hiç ellemediği, yetiştirmediği, eriştirmediği gönül aleminde, elbet bu "terbiye yoksunluğundan" ötürü, gönlün iki cephesinden, hayvanî kısmı, yani nefsi baskındır.
Aç gözlülüğü, çekemezliği, kıskançlığı, hasedi, paraya, mala, şöhrete tapınması, her dürtüsüne sorgu sual olmadan esir düşmesi, bu hayvanîliğin neticesidir.
Bu hayvanîliğe kulak asmak, bunu kendine hükümdar etmek, insanı hayvan da etmez; onu, hayvandan aşağı bir pozisyona geriletir.
Demek ki, "akılcılığı esas aldım" diyerek gönlü reddeden kimsenin hâli, bu hayvandan aşağı hâllerin esaretine çoktan düşmüş olan bir aklı esas almaktır.
Yani, böylesi bir akılcılık, akılsızlıktır!
Olması gereken, aklın, yalnız bir esir/araç olduğu bilincinde olmak, onu bir araç olarak geliştiriyorsak geliştirmektir.
İyi bilelim ki, her fikir, elbet gönülde ikna olunmuş bir inancın açıklamasıdır. Ötesi değil.
Güzel insan, ne güzel söylemiş: "İnsan gönüldür, gönül!"
Hiç şüphe etmeyelim ki, içinde insan barındıran her meselenin düğümü bu sözde gizli.
İnsanlar akıllarını esas aldıklarını söylüyor; korkuyu, sevgiyi, inanmayı, güvenmeyi ikinci plana atıyor, küçümsüyorlar.
Bunun çeşitli türevlerini nice romanlarda, konuşmalarda, filmlerde velhasıl, içinde insan barındıran pek çok yerde görüyoruz.
Bu fikrin temelinde, maddiyatın tek gerçek olduğu kabulü ve maneviyatın reddi yatıyor.
Yani her şey yalnızca müşahede ettiğimiz denli, ötesi yok. Akılcılık da buradan çıkıyor. Aklı; her şeyi bilmeye muktedir bilmek, aklın bildiklerini her şey bilmekten geçiyor.
Peki hakikat böyle mi? Gerçekten de madde alemi her şeydir de, aklın bildiği de her şeye denk midir?
Şüphesiz "maddiyat her şeydir" fikrini kabul etmek, bir görmekten mahrumca bakmak becerisini, burnunun ucundan bihaber olmak yetisini gerektiriyor.
Madde, gerçekliğin sadece "buzun su üzerindeki küçük parçası."
Ve akıl, hiçbir zaman başlı başına bir şey değildir. Defaatle ifade etme gayretine düştüğümüz üzre, sadece, gönlün mahkûmudur.
İzahatla mükelleftir. Yani, karar çoktan alınmıştır. İnsanın razı olduğu bellidir. Akıl, bunun "bahanesini", "açıklamasını" ortaya koyar. En büyük yetkisi budur.
Bu sadetten olarak, şunu görmemiz gerekecektir: "Aklımı esas aldım" diyen insan da aslen gönlünü esas almıştır.
Kaldı ki, gönlü reddetme gafletinden ötürü hiç ellemediği, yetiştirmediği, eriştirmediği gönül aleminde, elbet bu "terbiye yoksunluğundan" ötürü, gönlün iki cephesinden, hayvanî kısmı, yani nefsi baskındır.
Aç gözlülüğü, çekemezliği, kıskançlığı, hasedi, paraya, mala, şöhrete tapınması, her dürtüsüne sorgu sual olmadan esir düşmesi, bu hayvanîliğin neticesidir.
Bu hayvanîliğe kulak asmak, bunu kendine hükümdar etmek, insanı hayvan da etmez; onu, hayvandan aşağı bir pozisyona geriletir.
Demek ki, "akılcılığı esas aldım" diyerek gönlü reddeden kimsenin hâli, bu hayvandan aşağı hâllerin esaretine çoktan düşmüş olan bir aklı esas almaktır.
Yani, böylesi bir akılcılık, akılsızlıktır!
Olması gereken, aklın, yalnız bir esir/araç olduğu bilincinde olmak, onu bir araç olarak geliştiriyorsak geliştirmektir.
İyi bilelim ki, her fikir, elbet gönülde ikna olunmuş bir inancın açıklamasıdır. Ötesi değil.
Güzel insan, ne güzel söylemiş: "İnsan gönüldür, gönül!"
Hiç şüphe etmeyelim ki, içinde insan barındıran her meselenin düğümü bu sözde gizli.
Hüseyin Taşkın / diğer yazıları
- Ölenden borç var doğana borç kalıyor / 08.06.2019
- Eğer başarı aranıyorsa / 10.04.2019
- Enflasyonu da bilmiyorsunuz ki! / 15.03.2019
- Büyük devrim / 14.03.2019
- Çözüm sahibi olmak / 05.03.2019
- Taklit edilmeye çalışılan parti BTP / 26.02.2019
- Hepimiz orada olmak durumundayız / 20.01.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a kim tuzak kurar? / 15.01.2019
- Yarın değil, bugün / 25.12.2018
- Ata’ya vefa borcumuz var / 23.10.2018
- Eğer başarı aranıyorsa / 10.04.2019
- Enflasyonu da bilmiyorsunuz ki! / 15.03.2019
- Büyük devrim / 14.03.2019
- Çözüm sahibi olmak / 05.03.2019
- Taklit edilmeye çalışılan parti BTP / 26.02.2019
- Hepimiz orada olmak durumundayız / 20.01.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a kim tuzak kurar? / 15.01.2019
- Yarın değil, bugün / 25.12.2018
- Ata’ya vefa borcumuz var / 23.10.2018