'Alem', cami, türbe, medrese, çarşı, imaret ve bunlara benzer binaların kubbelerinin tepesine ve minare külahlarıyla, minberler ve şadırvanlar gibi mimari kısımlarının ahşap çatıları üstüne bazen süs, bazen da mimari bir eleman olarak konulan tepeliklerdir.
Eski Türklerde alem: moncuk
Bunlar, düşey eksene geçirilmiş boncuk gibi yuvarlak şekilde bir kaç parçadan ve onların tepesine takılmış ay veya iki uçları dışarıya doğru kıvrılmış bir boynuz ve bunlara benzer şekillerle son bulan elemanlardır.
Eski Türkler umumiyetle çadır ve binaların tepesine, gerek süs olarak ve gerekse nazara karşı moncuk (veya boncuk) denen tepelikler koyarlardı. Türkler, İslamiyet'i kabul ettikten sonra, 'moncuk' tabiri yerine 'alem' sözünü almışlardır.
Mimari bir mecburiyetin neticesi
Alemler, güzel görünmenin yanısıra mimari bir mecburiyetin neticesi olup, kurşun levhaların tepedeki birleşme noktasını örterler. Estetik açıdan da dikkati tepede toplayıp, sanki kubbe veya minare semaya yükseliyormuş gibi bir his verirler. Alemi meydana getiren parçalar aşağıdan yukarıya doğru 'küp, alt bilezik, armut, boyun, üst bilezik ve ay' gibi isimler alırlar. Alemlerin en çok dikkat çeken yeri, ay kısmıdır. Bunların 'boynuz, hilal, nal, zombah, yaprak ve Mevlevi sarığı' şeklinde olanları vardır. Büyük camilerin alemleri 5-6 metreye ulaşabileceği gibi, küçük bir çeşmenin alemi de 20-30 santimi pek geçmeyecek büyüklükte yapılıyor.
Zaman ve memleketlere göre çok çeşitli şekiller alıyor
Gerek sancak, gerek kubbe ve gerekse minare külahları tepelerine takılan alemler, çeşitli zaman ve memleketlere göre çok çeşitli şekiller almıştır. Kanuni devri hattatlarından Şeyh Hamdullah'ın talebesi Mahmud-i Defteri, İstanbul'da kendi ismiyle anılan Defterdar semtinde yaptırdığı caminin minaresine, yazıya olan sevgisinden dolayı 'hokka kalem' şeklinde bir alem koydurmuştur.
Eski Türklerde alem: moncuk
Bunlar, düşey eksene geçirilmiş boncuk gibi yuvarlak şekilde bir kaç parçadan ve onların tepesine takılmış ay veya iki uçları dışarıya doğru kıvrılmış bir boynuz ve bunlara benzer şekillerle son bulan elemanlardır.
Eski Türkler umumiyetle çadır ve binaların tepesine, gerek süs olarak ve gerekse nazara karşı moncuk (veya boncuk) denen tepelikler koyarlardı. Türkler, İslamiyet'i kabul ettikten sonra, 'moncuk' tabiri yerine 'alem' sözünü almışlardır.
Mimari bir mecburiyetin neticesi
Alemler, güzel görünmenin yanısıra mimari bir mecburiyetin neticesi olup, kurşun levhaların tepedeki birleşme noktasını örterler. Estetik açıdan da dikkati tepede toplayıp, sanki kubbe veya minare semaya yükseliyormuş gibi bir his verirler. Alemi meydana getiren parçalar aşağıdan yukarıya doğru 'küp, alt bilezik, armut, boyun, üst bilezik ve ay' gibi isimler alırlar. Alemlerin en çok dikkat çeken yeri, ay kısmıdır. Bunların 'boynuz, hilal, nal, zombah, yaprak ve Mevlevi sarığı' şeklinde olanları vardır. Büyük camilerin alemleri 5-6 metreye ulaşabileceği gibi, küçük bir çeşmenin alemi de 20-30 santimi pek geçmeyecek büyüklükte yapılıyor.
Zaman ve memleketlere göre çok çeşitli şekiller alıyor
Gerek sancak, gerek kubbe ve gerekse minare külahları tepelerine takılan alemler, çeşitli zaman ve memleketlere göre çok çeşitli şekiller almıştır. Kanuni devri hattatlarından Şeyh Hamdullah'ın talebesi Mahmud-i Defteri, İstanbul'da kendi ismiyle anılan Defterdar semtinde yaptırdığı caminin minaresine, yazıya olan sevgisinden dolayı 'hokka kalem' şeklinde bir alem koydurmuştur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.