Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın, 'Veda Hutbesinde İnsan Hakları' eserinde şu bilgilere yer veriliyor:
"İbadete lâyık olan yalnız Allah'tır. O'ndan başkasına tapınmak; kötülüğün, cehaletin en büyüğüdür. Zira Allah haktır. En büyük gerçek, Cenab-ı Hakk'ın varlığı ve birliğidir. Her gerçek bundan kaynaklanır. Bu hakikati ifade bakımından Allah-u Teâlâ'nın bir ismi de "Hak" olmuştur.
Bu ismin iki önemli neticesi vardır:
a- Allah Hakk'tır. Bütün yönelişler O'nadır. Her şey O'ndan gelmiş ve O'na rücû edecektir. O'na yöneliş, bütün hayırların esası ve müsbetlerin köküdür. Bu sebeple yalnız O'na yönelmek esas olmuştur ki, bu, hak ve hakikatin en vurgulu ifadesidir. Bütün ilmin ve gerçeğin menşeidir.
"O Allah'tır, şüphesiz hak olan. Ve O'ndan gayri ibadet ettikleri, şüphesiz ki, batıldır. Yüce ve büyük olan. Allah, ancak O'dur." (Lokman, 30).
b- Allah, bu kâinatı "Hâk" ile yarattı, ilim ve hikmet üzere bina etti. Bu varlık, bu gerçek O'nun bâtıl mahlûkatıyla perdelenemez.
"Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır." (Yunus, 5).
"Ey Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın, seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz." (Âl-i İmran, 191).
Cenab-ı Hakk'ın Hak olması, bu kâinatı hak ile yaratmasını gerektirdiğinden âlem de hak ile yaratıldı. Bunun en anlamlı ve pratik ifadesi, şu mükemmel kâinattır. Âlemdeki nizam ve intizamın, ilmin ve hikmetin mükemmelliği, ilim sahalarının konusu olmuş ve âlimleri hayrette bırakmıştır.
Âlemdeki hak ve adâlet vâkıası, insanı da hak ve adâlet üzerine eğilmeye sevk eder. Bunun da iki önemli sonucu vardır: Birincisi, insanın hayat ve kainat görüşünün hak ve haklı olmasını; ikincisi de, hak ve adâletin nefis ve cemiyet planında hakim kılınmasını gerektirir. Bütün bunlar ise; mükellef, olgun, vasıflı insanın hayat görüşünü ve icra edeceği tarihi misyonu ifade eder.
Gerçek ilim, hikmet, doğru ve hakikat, bâtıla saplananların hevesine göre değişmez. Hakikatler, Allah'ın iradesiyle muhkem kanunlara istinat ederler ve Allah-u Teâlâ'nın sonsuz irade ve kudretinin sonucu olarak vardırlar. Bu sebeple, insanın heva ve hevesine tâbi olmazlar. Bu bize şunu öğretir: İrade hak adına ve hak istikamette kullanılmalıdır. Hakk'ın ikamesi ve yerleşmesi adâlettir. Âdil olmada asıl unsur, imandır. İnanmayanlar, mutlak mânâda âdil olamazlar.
İnsan zaaflarla maluldür. Hak ve adâlet ise zaaf kabul etmez. Hak ve hakikat nezdinde insan hisleri ve şahsî yorumları her an hataya düşebilir.
"Eğer Hak, onların heveslerine tâbi olsaydı, gökler yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi." (Mü'minûn, 71).
Vedâ Hutbesi'yle vurgulanan ulûhiyet ve tevhid gerçeği mutlak hakkı temsil ediyor ve her devirde şirk ve inkârın her türlüsüne en büyük darbeyi indiriyordu.
"Hayır, biz hakkı bâtılın tepesine (indirip) atarız da; o, bunun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki; bu, yok olup gitmiştir."
Demek, Vedâ Hutbesi, en büyük ezelî ve ebedî hakikatın teyidi ve esas alınmasıyla başlıyor. Zira her gerçek, doğru ve güzel bu esastan kaynaklanacaktır.
Vedâ Hutbesi'nin özelliği, asıl bu noktadan anlaşılmalıdır. Bu hitabeyi, diğer söz ve sözleşmelerden ayıran temel özellik budur. Bu yönüyle Vedâ Hutbesi, esasen diğer insan hakları sözleşmeleriyle mukayese bile kabul etmez."
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-I / 09.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-VI / 08.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-V / 07.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-IV / 04.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-III / 03.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-II / 02.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-I / 01.12.2020
- Millî Mücadele’de din adamları-XI / 30.11.2020
- Millî Mücadele’de din adamları-X / 29.11.2020