Allah, mü’min kullarının kalbindedir
Peygamber Efendimize soruldu: “Allah nerede? Yerde mi, yoksa gökte mi?” Peygamber Efendimiz, “Mü’min kullarının kalbinde” buyurdu. “Beni ne yerim alabildi, ne de semam ama mü’min kulumun kalbine sığdım” kudsi hadisi de, bunu teyit eder
16.07.2023 21:00:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri şöyle buyurdu:
Peygamber Efendimiz şu hadis-i şerifi ile gaflet haline işaret eder: "Şeytan Âdemoğlunun kalbini sarmamış olsaydı; basiretleri açık olur ve baktıkları zaman, semaların ötesindeki varlıkları görürlerdi."
İnsanın doğuştan pak ve temiz olduğunu, gaflet halinin sonradan arız olduğunu da şu hadis-i şerif bize anlatır: "Her yavru, doğuşta tam İslâm fıtratı üzere doğar; sonra babası, anası, istediği şekle sokar. Yahudi yapar, Nasranî yapar, Mecusî yapar."
İbn Ömer tarafından anlatılan şu hadis-i şerif de önemlidir:
Bir gün Peygamber Efendimize şöyle soruldu: "Allah nerede? Yerde mi, yoksa gökte mi?" Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Mü'min kullarının kalbinde" buyurdu. "Beni ne yerim alabildi, ne de semam ama mü'min kulumun kalbine sığdım" kudsi hadisi de, bu hadis-i şerifi teyit eder.
Her şey gün gibi meydanda olduğu halde, inkârcıların gerçeği kabul etmeyişine bir misal olarak deriz ki: Onların görecek gözleri vardır. Birçok göz görme çağına gelmiştir ama güneş nuru onların gözüne girinceye kadar beklemek gerek. Çocuklar ve mecnunlar da bekleme devresine muhtaçtır.
İlim, çocuğun ve mecnunun kalbinde inkişaf edemez. Onlar, akıl ve seçme kabiliyetine sahip değildir. Kalp aynaları, henüz nakış kaleminin oynamasına hazır olmamıştır. Kalemin nakşı için, yerin hazır durumda olması icap eder.
Burada zikri geçen kalem, Allah'ın yarattıklarından bir tanedir. Kulların kalbine ilimlerin nakşı için bir sebep olarak yaratılmıştır. Bunu şu ayet-i kerime ifade eder: "İlmi kalemle öğretti. O vasıta ile insana bilmediği şeyi belletti." (Alâk, 4-5).
Allah Teâlâ'nın kalemi kulların kalemine benzemez. Tıpkı, vasfı kulların vasfına benzemediği gibi. O'nun kalemi ne kamıştan, ne de ağaçtan yapılmıştır. Aynı şekilde, Hak Teâlâ'nın zatı da, bir cevher veya araz değildir.
Hakkı kabul etmenin ve O'na imanın üç derecesi vardır, bunu da bilmen gerek:
Birincisi: İlk çağlarda, işiterek kabuldür, bu bir nevi taklittir. Avam halkın imanı çok kere bu yönden olur.
İkincisi: Evin içinden çıkan bir sesi dışarıdan duymaktır. Bu sesten istidlal ederek evin içinde aranan kimsenin olduğunu tahmindir.
Üçüncüsü: Doğruca eve girip, arananı bulman, görmen...
Bu haller derece derece aşılır. Son basamağa ilk defa atlanamaz. Sırası ile derece aşıldıkça istidat artar, kabiliyet artar, iman artar. Kendini ilk anda son makamda bulan için, bir artma olmaz ama asıl gaye budur, o da başka. Bu hali işaret ederek Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurur: "Perde açılsaydı, yakînim artmazdı."
Bu iman; peygamberlerin, sıddıkların ve evliya zümresinin imanıdır. Bu imana gaflet, yanlışlık arız olamaz; yanından bile geçemez.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Peygamber Efendimiz şu hadis-i şerifi ile gaflet haline işaret eder: "Şeytan Âdemoğlunun kalbini sarmamış olsaydı; basiretleri açık olur ve baktıkları zaman, semaların ötesindeki varlıkları görürlerdi."
İnsanın doğuştan pak ve temiz olduğunu, gaflet halinin sonradan arız olduğunu da şu hadis-i şerif bize anlatır: "Her yavru, doğuşta tam İslâm fıtratı üzere doğar; sonra babası, anası, istediği şekle sokar. Yahudi yapar, Nasranî yapar, Mecusî yapar."
İbn Ömer tarafından anlatılan şu hadis-i şerif de önemlidir:
Bir gün Peygamber Efendimize şöyle soruldu: "Allah nerede? Yerde mi, yoksa gökte mi?" Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Mü'min kullarının kalbinde" buyurdu. "Beni ne yerim alabildi, ne de semam ama mü'min kulumun kalbine sığdım" kudsi hadisi de, bu hadis-i şerifi teyit eder.
Her şey gün gibi meydanda olduğu halde, inkârcıların gerçeği kabul etmeyişine bir misal olarak deriz ki: Onların görecek gözleri vardır. Birçok göz görme çağına gelmiştir ama güneş nuru onların gözüne girinceye kadar beklemek gerek. Çocuklar ve mecnunlar da bekleme devresine muhtaçtır.
İlim, çocuğun ve mecnunun kalbinde inkişaf edemez. Onlar, akıl ve seçme kabiliyetine sahip değildir. Kalp aynaları, henüz nakış kaleminin oynamasına hazır olmamıştır. Kalemin nakşı için, yerin hazır durumda olması icap eder.
Burada zikri geçen kalem, Allah'ın yarattıklarından bir tanedir. Kulların kalbine ilimlerin nakşı için bir sebep olarak yaratılmıştır. Bunu şu ayet-i kerime ifade eder: "İlmi kalemle öğretti. O vasıta ile insana bilmediği şeyi belletti." (Alâk, 4-5).
Allah Teâlâ'nın kalemi kulların kalemine benzemez. Tıpkı, vasfı kulların vasfına benzemediği gibi. O'nun kalemi ne kamıştan, ne de ağaçtan yapılmıştır. Aynı şekilde, Hak Teâlâ'nın zatı da, bir cevher veya araz değildir.
Hakkı kabul etmenin ve O'na imanın üç derecesi vardır, bunu da bilmen gerek:
Birincisi: İlk çağlarda, işiterek kabuldür, bu bir nevi taklittir. Avam halkın imanı çok kere bu yönden olur.
İkincisi: Evin içinden çıkan bir sesi dışarıdan duymaktır. Bu sesten istidlal ederek evin içinde aranan kimsenin olduğunu tahmindir.
Üçüncüsü: Doğruca eve girip, arananı bulman, görmen...
Bu haller derece derece aşılır. Son basamağa ilk defa atlanamaz. Sırası ile derece aşıldıkça istidat artar, kabiliyet artar, iman artar. Kendini ilk anda son makamda bulan için, bir artma olmaz ama asıl gaye budur, o da başka. Bu hali işaret ederek Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurur: "Perde açılsaydı, yakînim artmazdı."
Bu iman; peygamberlerin, sıddıkların ve evliya zümresinin imanıdır. Bu imana gaflet, yanlışlık arız olamaz; yanından bile geçemez.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.