1929 Dünya Ekonomik Buhranı; 1929 yılında başlayıp 1930'lu yıllar boyunca devam eden ve merkezi Amerika Birleşik Devletleri olmakla birlikte, önce Avrupa'ya ardından da tüm kıtalara yayılarak dünya kapitalist ekonomilerini etkisi altına alan ve uzun dönemler boyunca hissedilecek yıkıcı etkiler yaratan bir krizdir.
Kriz neden ve nasıl meydana gelmişti…
1- Krizin ABD ekonomisindeki şirket tekelleşmelerinin çok yüksek düzeye ulaşması ve ekonominin bir şirketin iflası ile bile sarsılabilecek kırılganlığa erişmesi.
2- Kredi enflasyonu ve kredilerin spekülatif yatırımlara yöneltilmesi, borsadaki spekülasyonların önüne geçmek için aşırı sıkı bir para politikasının devreye sokulması.
3- Faizlerin artması ve üretimin düşmesine yol açılması, bankaların sermaye esaslarını ve rezerv ve kredi oranlarını belirleyen yasaların olmaması.
4- Batık yatırımların artması ve bankaların iflas etmesi, uluslararası bankacılık sistemlerinde bulunan yapısal eksiklikler, klasik liberal teorinin
"bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" düsturunun özellikle ABD ve İngiltere gibi kapitalist ekonominin küresel düzeydeki temel aktörleri tarafından katıksız uygulanması gibi nedenlerle çıktığının ileri sürülmesi.
5-En görünürdeki sebep ise, uluslararası kapitalizmin üretimini karşılayacak bir talep yetersizliğinin meydana gelmiş olmasıdır.
Krizle birlikte herkes parasını yastık altında saklama yoluna gitmiş, yatırımlar durmuş, işsizlik görülmemiş düzeyde artarak kitlesel boyutlara erişmiş, dünya ölçeğinde fiyatlar düşmüş, üretim daralmış ve inşaat ve madencilik gibi sektörler başta olmak üzere bazı sektörlerde tamamen durma noktasına gelmişti.
İşin bir diğer ilginç yanı ise, tarım ürünleri fiyatlarında %60'lara varan düşüşlerin meydana gelmiş olmasıydı.
Peki, o dönemin ülkeleri bütün dünyayı etkisi altına alan söz konusu ekonomik krizin etkilerinden hangi yolu izleyerek kurtulmayı başarabilmiştir?
Elbette ki devlet aygıtının ekonomiye müdahalesi sayesinde ve sonucu olarak bu derin ekonomik krizden çıkılabilmiştir.
Gerçek ekonomi bilgisi ve ilminden yoksun olan çoğu kişinin dikkatini çekmeyen bu çok ilginç gelişme, şu şekilde yaşanmıştır.
ABD'de Roosevelt yönetimi, yaşanan küresel ekonomik krize karşı çözüm olarak, devletin etkin bir şekilde ve düzenleyici bir aktör olması konusunu gündeme getirmişti.
Çünkü neden derseniz; mevcut kapitalist sistem kuramcıları daha ilk başta nerede yanlış yaptıklarını çok iyi bildiklerinden, devletin ekonomiye müdahalesini tek çözüm olarak kavramakta zorluk çekmemişlerdir.
Aynısını İngiltere yapmıştır.
İngiltere'de ise çöküntüye uğramış olan ülke ekonomisini ayağa kaldırabilmek için ithalatın sınırlandırılıp ihracatın teşvik edilmesi, durma noktasına gelmiş sektörlerde devlet aracılığıyla istihdam yaratılması, İngiliz parasının uluslararası değerinin istikrarsızlığa uğramasının önlenmesini sağlayacak mekanizmaların işletilmesi gibi tedbirler aracılığıyla krizden çıkmayı başarmıştır.
Genel olarak ileri düzeyde sanayileşmiş kapitalist ülkeler; 1930'lara damgasını vuran bu makro yapısal krizi aşabilmek için tam istihdamı sağlayarak talebin arttırılmasının kaçınılmaz olduğunu, bunun için de devletin ekonomiye müdahalesinin gerekli ve kaçınılmaz bulduklarını kabul etmişlerdir.
Peki ya Atatürk Türkiye'si bu derin ekonomik buhranı hangi iktisadi politikalarla atlatmıştır?
Bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye'de krizden çok olumsuz şekilde etkilenmişti.
Türk lirası değer kaybetmiş, 1927 yılında 12 kuruş olan buğday fiyatı, 1932 yılında 3 kuruşa düşmüştü.
1929-1933 yılları arasında tahıl ürünlerinin fiyatı ortalama %60 oranında düşüş göstermişti.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri zaten uygulamaya konulmuş olan karma ekonomi modeli gereği, devlet her koşulda ekonomiye müdahalede bulunmayı gerekli ve esas kabul ediyordu.
Ayrıca Atatürk sayesinde başarılan ve millileştirmeler ekseninde yapılandırılan Türkiye ekonomisi, Batılı kapitalist ülkelerin aksine devletin piyasalardaki varlığı yeni bir olgu da değildi.
Atatürk Cumhuriyeti söz konusu krizi aşabilmek için, Merkez Bankası'nın kurulması başta olmak üzere devletin ekonomiye başından beri ve çeşitli düzeylerde zaten gerçekleşmekte olan müdahalesini sistematik ve kurumsal hale getirecekti.
Atatürkçü bakış açısıyla devletçilik ilkesi; Kurtuluş Savaşı'ndan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra memleketin en kısa zamanda kalkınması ve özellikle de ekonomik alanda bireylerin yapamayacağı bazı büyük yatırım işlerinin, devletin üzerine alınması esasına dayanır.
Mesela bütün dünya Kovit döneminde ekonomik açıdan yaşanan olumsuzlukları nasıl atlatmıştır diye sorulacak olursa, herkesin bildiği üzere devletin ekonomiye doğrudan müdahalesi sayesinde bu başarı elde edilmiştir diyebiliriz.
Peki, neden bugün devletin ekonomiye müdahale etmesine şiddetle karşı çıkılmaktadır?
Ulus devlet yapılarının zayıflatılması ve ülkelerin tam bağımsızlık anlayışlarından vazgeçirilmeleri, küresel finans kapitalciler için olmazsa olmaz temel kural sayılmaktadır.
Eşsiz önderimiz Atatürk'ün inşa ettiği Cumhuriyetin dayandığı en temel esas, şüphesiz ki tam bağımsızlıktır ve tam bağımsız Türkiye anlayışıdır.
Her alanda bağımlı olmamızı arzu edenlerin bağımsız bir ülke olmamızı istemiyor olması, gayet anlaşılır sebeplere dayanmaktadır.
1938 sonrası Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler, tam bağımsızlığımızı birkaç küresel kapitalist şirkete gönüllü olarak teslim etmiştir.
Bu zaviyeden bakıldığında bugün erken seçim veya demokratikleşme gibi tartışmalardan çok daha evvel ele alınması gereken mesele, Türkiye'nin her alanda tam bağımsızlığının inşa edilmesi için, acil koduyla muhalefetin bir masa etrafında buluşmasıdır.
Türkiye; jeopolitik konumu ve sahip olduğu sınırsız kaynakları bakımından herkesin gözünü diktiği müstesna bir coğrafyadır.
Bu bakımdan sadece ekonomik açıdan kalkınmışlık yetmeyecek, Türk ordusunun dünyanın en güçlü ordusu olması gibi, tarihsel bir mecburiyeti söz konusu olacaktır.
Peki, tüm bunlar nasıl ve neyle olacaktır.
CHP ana muhalefetin amiral gemisidir eyvallah.
Ama ne tek başına iktidar olmak için yeterli oy çoğunluğuna sahiptir, ne de iktidara geldiğinde ne yapacağını anlatan bir modeli söz konusudur.
O halde Özgür Özel'e büyük görev düşmektedir.
50'ye yakın miting yapan Özgür Özel liderliğinde ki CHP'den, iktidar olduğunda ne yapacağını açıklayan tek bir cümle duyamadık.
CHP'nin en büyük hatalarından biriside, hiç gereği yokken ve tırışkadan gerekçelerle Komisyona katılmış olmasıdır.
Bu komisyon sonucunda alınacak kararlar, Türkiye'yi SEVR 2-0'a götürecektir.
CHP'nin bu vahim hatadan dönüşü artık zor gibidir.
Ancak çare ve çözüm nedir diye sorulacak olursa, defalarca yazmamıza rağmen bir arpa boyu bile mesafe alınamayan şu formüldür.
CHP-İYİ Parti-Bağımsız Türkiye Partisi-Zafer Partisi ve eklemlenecek diğer Atatürkçü partilerin, acilen milli bir masa etrafında toplanmasıdır.
Amasız fakatsız ve yatay düzlem ve hiyerarşik anlayışı benimseyen bu ittifak, ilk olarak Cumhuriyetin ilkeleri etrafında kenetlenmelidir.
Ardından hangi parti, hangi alanlarda uzmanlaşmışsa o konuların ve alanların kendilerine tahsis edilmesi gerekmektedir.
En kritik olanı ise, hangi partinin ekonomiye dair bir doktrini varsa, o parti ittifakla iktidara gelindiğinde, ekonomiden sorumlu merci olmasına imkân tanınmalıdır.
Sayın Özgür Özel, lütfen bu kıymetli analizlere kulak ver!
"Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz"
Bu sloganı samimi olarak attığına inanmak istiyorum.
Şunu asla unutma!
Artık gelinen nokta, İmamoğlu meselesinin çok ötesinde bir boyut kazanmıştır.
Türkiye'nin etnik ayrılıkçılık temelinde çözülmesine ve ulus devlet yapısının tarihe karışmasına, az bir zaman kalmıştır!
Milli ittifakı kurma konusunda gecikir veya başarısız olursan, bunun vebali Kılıçdaroğlu'nun vebalinden çok daha ağır olur!
Kriz neden ve nasıl meydana gelmişti…
1- Krizin ABD ekonomisindeki şirket tekelleşmelerinin çok yüksek düzeye ulaşması ve ekonominin bir şirketin iflası ile bile sarsılabilecek kırılganlığa erişmesi.
2- Kredi enflasyonu ve kredilerin spekülatif yatırımlara yöneltilmesi, borsadaki spekülasyonların önüne geçmek için aşırı sıkı bir para politikasının devreye sokulması.
3- Faizlerin artması ve üretimin düşmesine yol açılması, bankaların sermaye esaslarını ve rezerv ve kredi oranlarını belirleyen yasaların olmaması.
4- Batık yatırımların artması ve bankaların iflas etmesi, uluslararası bankacılık sistemlerinde bulunan yapısal eksiklikler, klasik liberal teorinin
"bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" düsturunun özellikle ABD ve İngiltere gibi kapitalist ekonominin küresel düzeydeki temel aktörleri tarafından katıksız uygulanması gibi nedenlerle çıktığının ileri sürülmesi.
5-En görünürdeki sebep ise, uluslararası kapitalizmin üretimini karşılayacak bir talep yetersizliğinin meydana gelmiş olmasıdır.
Krizle birlikte herkes parasını yastık altında saklama yoluna gitmiş, yatırımlar durmuş, işsizlik görülmemiş düzeyde artarak kitlesel boyutlara erişmiş, dünya ölçeğinde fiyatlar düşmüş, üretim daralmış ve inşaat ve madencilik gibi sektörler başta olmak üzere bazı sektörlerde tamamen durma noktasına gelmişti.
İşin bir diğer ilginç yanı ise, tarım ürünleri fiyatlarında %60'lara varan düşüşlerin meydana gelmiş olmasıydı.
Peki, o dönemin ülkeleri bütün dünyayı etkisi altına alan söz konusu ekonomik krizin etkilerinden hangi yolu izleyerek kurtulmayı başarabilmiştir?
Elbette ki devlet aygıtının ekonomiye müdahalesi sayesinde ve sonucu olarak bu derin ekonomik krizden çıkılabilmiştir.
Gerçek ekonomi bilgisi ve ilminden yoksun olan çoğu kişinin dikkatini çekmeyen bu çok ilginç gelişme, şu şekilde yaşanmıştır.
ABD'de Roosevelt yönetimi, yaşanan küresel ekonomik krize karşı çözüm olarak, devletin etkin bir şekilde ve düzenleyici bir aktör olması konusunu gündeme getirmişti.
Çünkü neden derseniz; mevcut kapitalist sistem kuramcıları daha ilk başta nerede yanlış yaptıklarını çok iyi bildiklerinden, devletin ekonomiye müdahalesini tek çözüm olarak kavramakta zorluk çekmemişlerdir.
Aynısını İngiltere yapmıştır.
İngiltere'de ise çöküntüye uğramış olan ülke ekonomisini ayağa kaldırabilmek için ithalatın sınırlandırılıp ihracatın teşvik edilmesi, durma noktasına gelmiş sektörlerde devlet aracılığıyla istihdam yaratılması, İngiliz parasının uluslararası değerinin istikrarsızlığa uğramasının önlenmesini sağlayacak mekanizmaların işletilmesi gibi tedbirler aracılığıyla krizden çıkmayı başarmıştır.
Genel olarak ileri düzeyde sanayileşmiş kapitalist ülkeler; 1930'lara damgasını vuran bu makro yapısal krizi aşabilmek için tam istihdamı sağlayarak talebin arttırılmasının kaçınılmaz olduğunu, bunun için de devletin ekonomiye müdahalesinin gerekli ve kaçınılmaz bulduklarını kabul etmişlerdir.
Peki ya Atatürk Türkiye'si bu derin ekonomik buhranı hangi iktisadi politikalarla atlatmıştır?
Bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye'de krizden çok olumsuz şekilde etkilenmişti.
Türk lirası değer kaybetmiş, 1927 yılında 12 kuruş olan buğday fiyatı, 1932 yılında 3 kuruşa düşmüştü.
1929-1933 yılları arasında tahıl ürünlerinin fiyatı ortalama %60 oranında düşüş göstermişti.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri zaten uygulamaya konulmuş olan karma ekonomi modeli gereği, devlet her koşulda ekonomiye müdahalede bulunmayı gerekli ve esas kabul ediyordu.
Ayrıca Atatürk sayesinde başarılan ve millileştirmeler ekseninde yapılandırılan Türkiye ekonomisi, Batılı kapitalist ülkelerin aksine devletin piyasalardaki varlığı yeni bir olgu da değildi.
Atatürk Cumhuriyeti söz konusu krizi aşabilmek için, Merkez Bankası'nın kurulması başta olmak üzere devletin ekonomiye başından beri ve çeşitli düzeylerde zaten gerçekleşmekte olan müdahalesini sistematik ve kurumsal hale getirecekti.
Atatürkçü bakış açısıyla devletçilik ilkesi; Kurtuluş Savaşı'ndan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra memleketin en kısa zamanda kalkınması ve özellikle de ekonomik alanda bireylerin yapamayacağı bazı büyük yatırım işlerinin, devletin üzerine alınması esasına dayanır.
Mesela bütün dünya Kovit döneminde ekonomik açıdan yaşanan olumsuzlukları nasıl atlatmıştır diye sorulacak olursa, herkesin bildiği üzere devletin ekonomiye doğrudan müdahalesi sayesinde bu başarı elde edilmiştir diyebiliriz.
Peki, neden bugün devletin ekonomiye müdahale etmesine şiddetle karşı çıkılmaktadır?
Ulus devlet yapılarının zayıflatılması ve ülkelerin tam bağımsızlık anlayışlarından vazgeçirilmeleri, küresel finans kapitalciler için olmazsa olmaz temel kural sayılmaktadır.
Eşsiz önderimiz Atatürk'ün inşa ettiği Cumhuriyetin dayandığı en temel esas, şüphesiz ki tam bağımsızlıktır ve tam bağımsız Türkiye anlayışıdır.
Her alanda bağımlı olmamızı arzu edenlerin bağımsız bir ülke olmamızı istemiyor olması, gayet anlaşılır sebeplere dayanmaktadır.
1938 sonrası Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler, tam bağımsızlığımızı birkaç küresel kapitalist şirkete gönüllü olarak teslim etmiştir.
Bu zaviyeden bakıldığında bugün erken seçim veya demokratikleşme gibi tartışmalardan çok daha evvel ele alınması gereken mesele, Türkiye'nin her alanda tam bağımsızlığının inşa edilmesi için, acil koduyla muhalefetin bir masa etrafında buluşmasıdır.
Türkiye; jeopolitik konumu ve sahip olduğu sınırsız kaynakları bakımından herkesin gözünü diktiği müstesna bir coğrafyadır.
Bu bakımdan sadece ekonomik açıdan kalkınmışlık yetmeyecek, Türk ordusunun dünyanın en güçlü ordusu olması gibi, tarihsel bir mecburiyeti söz konusu olacaktır.
Peki, tüm bunlar nasıl ve neyle olacaktır.
CHP ana muhalefetin amiral gemisidir eyvallah.
Ama ne tek başına iktidar olmak için yeterli oy çoğunluğuna sahiptir, ne de iktidara geldiğinde ne yapacağını anlatan bir modeli söz konusudur.
O halde Özgür Özel'e büyük görev düşmektedir.
50'ye yakın miting yapan Özgür Özel liderliğinde ki CHP'den, iktidar olduğunda ne yapacağını açıklayan tek bir cümle duyamadık.
CHP'nin en büyük hatalarından biriside, hiç gereği yokken ve tırışkadan gerekçelerle Komisyona katılmış olmasıdır.
Bu komisyon sonucunda alınacak kararlar, Türkiye'yi SEVR 2-0'a götürecektir.
CHP'nin bu vahim hatadan dönüşü artık zor gibidir.
Ancak çare ve çözüm nedir diye sorulacak olursa, defalarca yazmamıza rağmen bir arpa boyu bile mesafe alınamayan şu formüldür.
CHP-İYİ Parti-Bağımsız Türkiye Partisi-Zafer Partisi ve eklemlenecek diğer Atatürkçü partilerin, acilen milli bir masa etrafında toplanmasıdır.
Amasız fakatsız ve yatay düzlem ve hiyerarşik anlayışı benimseyen bu ittifak, ilk olarak Cumhuriyetin ilkeleri etrafında kenetlenmelidir.
Ardından hangi parti, hangi alanlarda uzmanlaşmışsa o konuların ve alanların kendilerine tahsis edilmesi gerekmektedir.
En kritik olanı ise, hangi partinin ekonomiye dair bir doktrini varsa, o parti ittifakla iktidara gelindiğinde, ekonomiden sorumlu merci olmasına imkân tanınmalıdır.
Sayın Özgür Özel, lütfen bu kıymetli analizlere kulak ver!
"Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz"
Bu sloganı samimi olarak attığına inanmak istiyorum.
Şunu asla unutma!
Artık gelinen nokta, İmamoğlu meselesinin çok ötesinde bir boyut kazanmıştır.
Türkiye'nin etnik ayrılıkçılık temelinde çözülmesine ve ulus devlet yapısının tarihe karışmasına, az bir zaman kalmıştır!
Milli ittifakı kurma konusunda gecikir veya başarısız olursan, bunun vebali Kılıçdaroğlu'nun vebalinden çok daha ağır olur!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hacı Gaydan / diğer yazıları
- Özgür Özel bu yazı senin için / 22.08.2025
- Ulus devlet yapısına nükleer bomba / 19.08.2025
- Atatürk mucizesi ve CHP bilinmezliği / 18.08.2025
- Komisyonu bırakın Atatürk’e kulak verin! / 13.08.2025
- ABD bayraklarıyla gösteri neyin habercisi? / 12.08.2025
- Türkiye’yi bölmeye resmen karar vermişler! / 11.08.2025
- İlaç sektörünün baronu Rockefeller / 07.08.2025
- Günaydın MİT! / 06.08.2025
- ‘SEVR’ komisyonu! / 05.08.2025
- Aklını başına al Türk milleti! / 04.08.2025
- Ulus devlet yapısına nükleer bomba / 19.08.2025
- Atatürk mucizesi ve CHP bilinmezliği / 18.08.2025
- Komisyonu bırakın Atatürk’e kulak verin! / 13.08.2025
- ABD bayraklarıyla gösteri neyin habercisi? / 12.08.2025
- Türkiye’yi bölmeye resmen karar vermişler! / 11.08.2025
- İlaç sektörünün baronu Rockefeller / 07.08.2025
- Günaydın MİT! / 06.08.2025
- ‘SEVR’ komisyonu! / 05.08.2025
- Aklını başına al Türk milleti! / 04.08.2025