Hacılarımızın Mekke ve Medine'ye doğru hac ibadeti için havalandığı saatlerde "allâme-i ekran"lar, derhal renkli camdan göründüler. Hacda kesilen kurbanlardan Türk ekonomisine deri ve et katkısında bulunmak için "atmasyon fetvalar"ına başladılar. Bu kriz döneminde şartlar oluşmadığı için hacca gitmeye gerek olmadığını, şayet gidilirse en azından orada kurban kesilmemesinin doğru olacağını, buna rağmen kesmek isteyen olursa Türkiye'de vekâlet vererek kesebileceğini söyleyip durdular. İnsanımızın ebedi sermayesi olan iman ve ibadette yolunu kesmek için her yöntemi denediler. Ama tutmadı. Peygamber Efendimiz, bu türden insanları "kutta'ut-tarîk/ mana yolunun haramileri" olarak vasıflandırır.
Bu haramilerin atmasyona başladığı vakitlerde binlerce okurumuz teşekkür etmek için bizi arıyor. Tepkiler ortak: "İyi ki Meltem TV var, Yenimesaj gazetemiz var. Her konuda dosdoğru ölçüleri oradan alıyoruz. Atmasyonların sağlamasını oradan yapıyoruz. Haftanın Sohbeti Programı'yla her Pazartesi günü akşamı bizleri aydınlatan Prof. Dr. Haydar Baş beyden Allah razı olsun. Şükranlarımızı sunuyoruz."
Geçen Pazartesi Prof. Dr. Haydar Baş bey, gönüllerde bulandırılmak istenen konuya açıklık getirdi. ''Hac ve umre için ihrama girilerek yapılan Temettü ve Kıran haclarında şükür kurbanının Harem bölgesinde kesilmesi vaciptir. Bu şükür kurbanlarının, bizim, Türkiye'de kestiğimiz vacip kurbanla bir alakası yoktur. Bir de, isteyen, kurban kesmenin zorunlu olmadığı İfrad haccına niyetlenir. Bu arkadaşlar, ya cahilliklerinden böyle söylüyorlar, ya da bilerek insanımızı yanıltıyorlar" dedi. Aradan beş-altı gün geçti. Nihayet Diyanet İşleri Başkanı da bir açıklama yaptı. Başkan, hac ibadetinin tamamlayıcı bir parçası olan kurbanın Harem bölgesi dışında kesilmesinin caiz olmadığı için kurbanların bölgede kesileceğini belirterek ''Hac ve umre için ihrama girilerek yapılan hacda şükür kurbanının harem ve bölgesinde kesilmesi gerekir'' dedi. Ya açıklama yapmayıp adeta sukütüyla atmasyonlarına onay verdikleri... Saymakla bitmez.
Bu derece açık dini gerçekleri, kamuoyunun huzurunda, milletin gözünün içine baka baka saptıran allame-i ekran haramilerin, atmasyonlarıyla bugüne kadar, buna benzer daha ne çok işler karıştırdıklarını, ne çok gönülleri bulandırdıklarını varın siz hesap edin.
Evet, iman, ibadet ve bunların insanın şahsiyetindeki yansıması olan güzel ahlak, insanın hep ebedi azığıdır, hem de hayattaki mutluluk kaynağı. İnsanın son nefesle birlikte ötelere doğru yol alırken giydiği elbise olan "kefen"de ne cep vardır, ne de rütbe. Bütün yol ve ikamet azığı, yani tüm ebedi sermaye, şu kalpteki iman, ibadet ve ahlak... Tek rütbe, "Hakk'a kul olma" rütbesidir. Gazetemizin dünkü sayısında muhterem Prof. Dr. Haydar Baş beyin belirttiği gibi, asıl hırsızlar, bu ebedi sermayemizi elimizden kapmaya, gönlümüzden almaya çalışan zavallılardır. Allame-i ekran haramiler, uzun zamandan beri işte bu ebedi sermayemize dadandılar.
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır, derler. Kabahat biraz da bizde. Ahireti görür gibi yaşamaktan uzak duruyoruz. Gönül gözlerimiz puslu. Kaplerimizde, haramilerin içeri dalabilecekleri büyük gedikler var. Bir de olaylar, gözümüzün önünde cereyan ettiği için hep dünyayı görüyor, dünyanın edata ededi olduğunu düşünüyoruz. Benliğimizi, objeler içinde kaybediyoruz. Böylece ebedi olan ahireti arkaya atıyoruz, görmezlikten geliyoruz. İman ve ibadetler hususundaki zaafiyetlerimiz de gönül penceremizi puslu kılıyor. Ebedi olan ahiret hususunda keskin bakışlı olamıyoruz. Yanlış kanaatlarla kendimizi avutuyor, aldatıyoruz. Son nefes anı gelince de, "Aman ya Rabbi!" diyerek feryadı basıyoruz. Halbuki önceden görmek, önceden sezmek diye bir gerçek var. Bize bu gerek; böyle gözler gerek.
Ne buyuruyor Yüce Allah:"Hakikat şu ki, sadece kafa gözü kör olmaz. Bilakis asıl körlük, göğüslerdeki kalplerin körlüğüdür" (Hac Sûresi, 46)
O halde çare ne mi?
Çare, ebedi sermayenin bizzat kendisi... Sapasağlam bir iman, ibadet ve ahlâk. Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle Allah'ı hatırlamak, onu unutmamak... Yakarmak, yalvarmak. O'nun kapısına baş koymak.
O zaman göz keskinleşir, puslu camlar temizlenir. Görme mesafesi uzar gider... Ahirete doğru. İçimize, gönlümüze doğru.
Bir hafta önce yaşadığım capcanlı bir gerçekten bahis açayım, dilerseniz.
Geçen Cumartesi Yalova'daydım. 60-65 yaşlarındaki Esma halamı ahirete uğurladım.
Çok enteresan bir vefat süreci yaşadı. Ölümüne yarım saat kalana dek sapasağlamdı. Sessiz, dili dedikoduda olmayan, kendi halinde, kendi ibadetinde, mert ve cömert bir Anadolu kadını. Her gün okuması için bir dua tarif etmiştim. Okurdu. Beni çok sevdiğini, özellikle kendisi de hacca gittikten sonra daha çok sevdiğini söylerdi hep. "Oğlum, o kadar çok geziyorsun ki, belki de cenazeme de gelemeyeceksin" diye tatlı sitemde bulunduğunda "Senin için, Fîzan'da da olsam gelirim" derdim. Namazını kıldırmak nasip oldu. Güzelce defnettik. Akşam evinde Kur'an okuduk, salat ü selam okuduk, tevhid okuduk; katılan herkesin yaşadığı çok farklı bir muhabbet, çok tatlı bir feyz vardı. Ahiret ve imanın zevkini yeniden tattık adeta.
Vefatından iki gün önce benim yaşlarımdaki ortanca oğlunu hellaleşmek için İstanbul'dan çağırttırmış. Bir gün önce de küçük oğlunu zorlamış, "Emekli maaşımı alalım. Cenaze işlerinde lazim olur. Öldükten sonra çekemizsiniz, zorluk çıkartırlar" diyerek parasını çektirmiş. Cuma günü akşam üzeri sessiz sedasız kelime-i tevhid ile yolcu olmuş.
Hani hasta olsa, diyeceğim ki, ölümünü hissetti, helalleşti, hazırlık yaptı.
Öyle değil... İman ve ibadetleri, adeta ona bir ahiret penceresi açtı. Gözü ötelere uzandı. Ahireti görür gibi yaşadı, adeta gördü.
Mana yolunda önüne çıkan haramilere post kaptırmadı, iman ve ibadetinden taviz vermedi. Dili ve gönlü hep Hakk'ta ve Hakk dostlarında oldu. Kalbi hep Hakk'tan yana düştü. Mekânı cennet olsun. Sizin de ölülerinize rahmet olsun.
Bu anlatılanlar bizim hikayemiz; başkasının değil.
Bu haramilerin atmasyona başladığı vakitlerde binlerce okurumuz teşekkür etmek için bizi arıyor. Tepkiler ortak: "İyi ki Meltem TV var, Yenimesaj gazetemiz var. Her konuda dosdoğru ölçüleri oradan alıyoruz. Atmasyonların sağlamasını oradan yapıyoruz. Haftanın Sohbeti Programı'yla her Pazartesi günü akşamı bizleri aydınlatan Prof. Dr. Haydar Baş beyden Allah razı olsun. Şükranlarımızı sunuyoruz."
Geçen Pazartesi Prof. Dr. Haydar Baş bey, gönüllerde bulandırılmak istenen konuya açıklık getirdi. ''Hac ve umre için ihrama girilerek yapılan Temettü ve Kıran haclarında şükür kurbanının Harem bölgesinde kesilmesi vaciptir. Bu şükür kurbanlarının, bizim, Türkiye'de kestiğimiz vacip kurbanla bir alakası yoktur. Bir de, isteyen, kurban kesmenin zorunlu olmadığı İfrad haccına niyetlenir. Bu arkadaşlar, ya cahilliklerinden böyle söylüyorlar, ya da bilerek insanımızı yanıltıyorlar" dedi. Aradan beş-altı gün geçti. Nihayet Diyanet İşleri Başkanı da bir açıklama yaptı. Başkan, hac ibadetinin tamamlayıcı bir parçası olan kurbanın Harem bölgesi dışında kesilmesinin caiz olmadığı için kurbanların bölgede kesileceğini belirterek ''Hac ve umre için ihrama girilerek yapılan hacda şükür kurbanının harem ve bölgesinde kesilmesi gerekir'' dedi. Ya açıklama yapmayıp adeta sukütüyla atmasyonlarına onay verdikleri... Saymakla bitmez.
Bu derece açık dini gerçekleri, kamuoyunun huzurunda, milletin gözünün içine baka baka saptıran allame-i ekran haramilerin, atmasyonlarıyla bugüne kadar, buna benzer daha ne çok işler karıştırdıklarını, ne çok gönülleri bulandırdıklarını varın siz hesap edin.
Evet, iman, ibadet ve bunların insanın şahsiyetindeki yansıması olan güzel ahlak, insanın hep ebedi azığıdır, hem de hayattaki mutluluk kaynağı. İnsanın son nefesle birlikte ötelere doğru yol alırken giydiği elbise olan "kefen"de ne cep vardır, ne de rütbe. Bütün yol ve ikamet azığı, yani tüm ebedi sermaye, şu kalpteki iman, ibadet ve ahlak... Tek rütbe, "Hakk'a kul olma" rütbesidir. Gazetemizin dünkü sayısında muhterem Prof. Dr. Haydar Baş beyin belirttiği gibi, asıl hırsızlar, bu ebedi sermayemizi elimizden kapmaya, gönlümüzden almaya çalışan zavallılardır. Allame-i ekran haramiler, uzun zamandan beri işte bu ebedi sermayemize dadandılar.
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır, derler. Kabahat biraz da bizde. Ahireti görür gibi yaşamaktan uzak duruyoruz. Gönül gözlerimiz puslu. Kaplerimizde, haramilerin içeri dalabilecekleri büyük gedikler var. Bir de olaylar, gözümüzün önünde cereyan ettiği için hep dünyayı görüyor, dünyanın edata ededi olduğunu düşünüyoruz. Benliğimizi, objeler içinde kaybediyoruz. Böylece ebedi olan ahireti arkaya atıyoruz, görmezlikten geliyoruz. İman ve ibadetler hususundaki zaafiyetlerimiz de gönül penceremizi puslu kılıyor. Ebedi olan ahiret hususunda keskin bakışlı olamıyoruz. Yanlış kanaatlarla kendimizi avutuyor, aldatıyoruz. Son nefes anı gelince de, "Aman ya Rabbi!" diyerek feryadı basıyoruz. Halbuki önceden görmek, önceden sezmek diye bir gerçek var. Bize bu gerek; böyle gözler gerek.
Ne buyuruyor Yüce Allah:"Hakikat şu ki, sadece kafa gözü kör olmaz. Bilakis asıl körlük, göğüslerdeki kalplerin körlüğüdür" (Hac Sûresi, 46)
O halde çare ne mi?
Çare, ebedi sermayenin bizzat kendisi... Sapasağlam bir iman, ibadet ve ahlâk. Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle Allah'ı hatırlamak, onu unutmamak... Yakarmak, yalvarmak. O'nun kapısına baş koymak.
O zaman göz keskinleşir, puslu camlar temizlenir. Görme mesafesi uzar gider... Ahirete doğru. İçimize, gönlümüze doğru.
Bir hafta önce yaşadığım capcanlı bir gerçekten bahis açayım, dilerseniz.
Geçen Cumartesi Yalova'daydım. 60-65 yaşlarındaki Esma halamı ahirete uğurladım.
Çok enteresan bir vefat süreci yaşadı. Ölümüne yarım saat kalana dek sapasağlamdı. Sessiz, dili dedikoduda olmayan, kendi halinde, kendi ibadetinde, mert ve cömert bir Anadolu kadını. Her gün okuması için bir dua tarif etmiştim. Okurdu. Beni çok sevdiğini, özellikle kendisi de hacca gittikten sonra daha çok sevdiğini söylerdi hep. "Oğlum, o kadar çok geziyorsun ki, belki de cenazeme de gelemeyeceksin" diye tatlı sitemde bulunduğunda "Senin için, Fîzan'da da olsam gelirim" derdim. Namazını kıldırmak nasip oldu. Güzelce defnettik. Akşam evinde Kur'an okuduk, salat ü selam okuduk, tevhid okuduk; katılan herkesin yaşadığı çok farklı bir muhabbet, çok tatlı bir feyz vardı. Ahiret ve imanın zevkini yeniden tattık adeta.
Vefatından iki gün önce benim yaşlarımdaki ortanca oğlunu hellaleşmek için İstanbul'dan çağırttırmış. Bir gün önce de küçük oğlunu zorlamış, "Emekli maaşımı alalım. Cenaze işlerinde lazim olur. Öldükten sonra çekemizsiniz, zorluk çıkartırlar" diyerek parasını çektirmiş. Cuma günü akşam üzeri sessiz sedasız kelime-i tevhid ile yolcu olmuş.
Hani hasta olsa, diyeceğim ki, ölümünü hissetti, helalleşti, hazırlık yaptı.
Öyle değil... İman ve ibadetleri, adeta ona bir ahiret penceresi açtı. Gözü ötelere uzandı. Ahireti görür gibi yaşadı, adeta gördü.
Mana yolunda önüne çıkan haramilere post kaptırmadı, iman ve ibadetinden taviz vermedi. Dili ve gönlü hep Hakk'ta ve Hakk dostlarında oldu. Kalbi hep Hakk'tan yana düştü. Mekânı cennet olsun. Sizin de ölülerinize rahmet olsun.
Bu anlatılanlar bizim hikayemiz; başkasının değil.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019