Almanya'nın İsrail'e verdiği güçlü destek, bugün pek çok çevrede eleştirilse de bu tutum basit bir "duygusal borç" ya da "tarihsel vicdan" meselesi değildir.
Berlin'in dış politikası, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından oluşan güçlü bir tarihsel hafıza ve değerlere dayanıyor. Bu politikanın merkezinde Avrupa'nın bütünlüğünü koruma, Atlantik ötesi iş birliklerini güçlendirme, barışı destekleme ve küresel istikrara katkı sağlama hedefleri bulunuyor.
Federal hükümetin dış politika çizgisi, uzun süredir "değerler ve çıkarlar" arasında kurulan dengede şekilleniyor. Bu dengenin en hassas şekilde hissedildiği alanlardan biri ise şüphesiz Orta Doğu'dur. Özellikle de İsrail ve Filistin meselesi.
Alman tarihsel belleği ve İsrail'e tam desteğinin nedeni
Almanya'nın İsrail'e yönelik politikası, tarihsel sorumluluk bilincinin dış politikadaki en belirgin yansımalarından biridir. Federal hükümetin hemen her döneminde yinelenen "İsrail'in güvenliği Almanya'nın devlet politikasıdır" ifadesi, yalnızca diplomatik bir söylem değil, aynı zamanda Berlin'in kimliksel bir taahhüdü olarak görülmektedir.
Bu tutum, Almanya'nın geçmişle hesaplaşma sürecinden doğan bir ahlaki zorunluluğa dayanıyor. Berlin yönetimi, İsrail'in güvenliğini yalnızca ikili bir ilişki bağlamında değil, aynı zamanda Avrupa'nın istikrarı ve uluslararası barışın korunması açısından da stratejik bir unsur olarak değerlendiriyor.
Bu nedenle Almanya, İsrail'in güvenlik kaygılarını her zaman ciddiyetle ele alıyor; savunma, ekonomi ve diplomasi alanlarında güçlü bir dayanışma sergiliyor. İsrail'in güvenliğine verilen destek, Almanya'nın kendi kimliğini ve uluslararası güvenilirliğini koruma aracıdır.
İsrail'in güvenliği, Almanya'nın güvenliğidir vurgusu:
İsrail, Orta Doğu'da demokratik değerlere, teknolojiye ve istikrara dayalı nadir bir ortak olarak görülmektedir.
Bu nedenle Almanya için İsrail'in varlığı ve güvenliği, sadece bir ahlaki sorumluluk değil, Avrupa'nın güvenliğiyle doğrudan bağlantılı stratejik bir gereklilik olarak değerlendiriliyor.
İstikrarsızlığın ve aşırıcılığın yayıldığı bir bölgede, İsrail'in zayıflaması Avrupa'ya da doğrudan yansır düşüncesi hakim.
Bu açıdan, İsrail'e destek vermek, Almanya'nın kendi sınırlarının ötesinde istikrarı koruma çabasıdır.
Filistin'e destek: Diplomatik denge
Bununla birlikte Almanya, Filistin meselesinde tamamen tek taraflı bir politika izlememeye özen gösteriyor. Berlin, uzun süredir iki devletli çözüm ilkesini destekliyor.
Almanya'nın yaklaşımı, taraflardan birini bütünüyle karşısına almadan, uluslararası hukuk temelinde barış sürecine katkı sunmayı hedefliyor.
Atlantik İttifakı ve Avrupa perspektifi
Almanya'nın İsrail-Filistin politikasını şekillendiren bir diğer faktör, transatlantik ilişkilerdeki uyum arayışıdır. Berlin, Washington'la paralel hareket etmeye özen gösterirken, aynı zamanda Avrupa Birliği'nin daha bağımsız ve çok boyutlu bir dış politika geliştirmesi gerektiği görüşünü de destekliyor.
Bu iki yönlü yaklaşım, Almanya'nın Orta Doğu'daki gelişmelere tek boyutlu bakmasını engelliyor. Federal hükümet, bir yandan güvenlik temelli tehditleri ciddiye alırken, diğer yandan insani diplomasiye ve kalkınma politikalarına da önem vermeye çalışıyor.
Değer temelli diplomasi
Almanya'nın "değer temelli dış politika" söylemi hem fırsatlar hem de zorluklar barındırıyor. İsrail ile dayanışma, Almanya'nın tarihsel kimliğini ve uluslararası güvenilirliğini pekiştirirken; Filistin'e yönelik insani destek, Berlin'in barıştan yana tutumunun altını çiziyor.
Ancak bu iki hattın dengelenmesi, zaman zaman kamuoyunda tartışmalara neden olabiliyor. Almanya'nın resmi çizgisi ise net: Orta Doğu'da kalıcı barış, güvenlik ve karşılıklı tanıma temelinde, diplomatik yollarla sağlanabilir diyor.
Sonsöz: Almanya'nın sorumlu güç rolü
Bugün Almanya, uluslararası sistemde "sorumlu güç" (responsible power) tanımına en yakın ülkelerden biri olarak görülüyor. İsrail'e yönelik destek, tarihsel bir bilinçle şekillenmiş bir devlet politikasının sonucu; Filistin'e yönelik duyarlılık ise bu politikanın insani ve diplomatik boyutudur.
Berlin yönetimi, bu iki yaklaşımı birbiriyle çatıştırmak yerine tamamlayıcı hale getirmeye çalışıyor. Kısaca söylemek gerekirse Almanya'nın hedefi yalnızca bölgesel barışı değil, aynı zamanda uluslararası düzenin değerler temelinde sürdürülebilirliğini güvence altına almak olarak vurgulanıyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cem Bürüç / diğer yazıları
- Almanya, İsrail ve Filistin arasında ince bir hat üzerinde / 10.10.2025
- Macron'un çöküşü Avrupa'yı neden zayıflatıyor? / 09.10.2025
- Ursula von der Leyen'e yönelik tepkinin anatomisi / 08.10.2025
- Gürcistan'da kimin eli kimin üstünde? / 06.10.2025
- Gazze ve Avrupa analizi / 03.10.2025
- Trump’ın "savaş" çağrısı ve Türkiye için dersler / 02.10.2025
- Küresel yönetişim mi, Çin'in yeni vizyonu mu? / 01.10.2025
- Asya satranç tahtasında Hindistan'ın stratejik hamlesi / 30.09.2025
- Macron'un çöküşü Avrupa'yı neden zayıflatıyor? / 09.10.2025
- Ursula von der Leyen'e yönelik tepkinin anatomisi / 08.10.2025
- Gürcistan'da kimin eli kimin üstünde? / 06.10.2025
- Gazze ve Avrupa analizi / 03.10.2025
- Trump’ın "savaş" çağrısı ve Türkiye için dersler / 02.10.2025
- Küresel yönetişim mi, Çin'in yeni vizyonu mu? / 01.10.2025
- Asya satranç tahtasında Hindistan'ın stratejik hamlesi / 30.09.2025