ANALİZ - Kuraklık darbesi
Küresel ısınmanın etkisiyle dünya hızla kuraklığa ve çölleşmeye doğru gidiyor. Dünya genelinde tarım alanlarının yüzde 52'si tahribata uğradı. Kuraklık ve çölleşme her yıl 12 milyon tarım arazisinin yok olmasına neden oluyor. Uzmanlar, çözüm üretilmezse bu tablo karşısında gıda üretiminin yüzde 12 düşeceğini belirtiyorlar
25.08.2021 18:55:00
MURAT ÇABAS / ANALİZ HABER
İnsanoğlunun sınırsız ihtirasının sonucu olarak ortaya çıkan küresel ısınmanın etkileri yıkıcı boyutlarda artarak devam ediyor. Küresel ısınma, bir taraftan yangın, sel, deprem olarak karşımıza çıkarken, diğer taraftan kuraklık ve çölleşme olarak darbe vuruyor.
Tarım alanlarının yüzde 52'si tahrip oldu
TEMA Vakfı'nın hazırladığı raporlarda dünyadaki 2.6 milyar insanın doğrudan tarıma bağlı yaşadığı ancak tarım alanlarının yüzde 52'sinin kısmen veya şiddetli bir şekilde arazi bozulumundan etkilendiği belirtiliyor. Her yıl kuraklık ve çölleşmeden dolayı 12 milyon hektar yok olurken, arazi bozulumunun gelecek 20 yıllık süreçte gıda üretimini yüzde 12 düşüreceği tahmin ediliyor. Üstelik 2050 yılına kadar birçok ülkedeki tarımsal verimde yüzde 15 ile yüzde 50'lik bir düşüş yaşanacağı ve 2030'da kurak ve yarı-kurak arazilerden 700 milyon insanın göç edeceği de riskler arasında sıralanıyor.
Dikkat çeken bir araştırma!
Senckenberg Tabiat Araştırmaları Derneği tarafından yapılan bir araştırmaya göre, dünyadaki tüm nehirlerin yüzde 60'ında önemli oranda su kıtlığı meydana geliyor. Araştırmacılar, su kaybının büyüklüğüne dikkat çekebilmek amacıyla yaptıkları bir hesaplamada, yeryüzündeki tüm nehirlerin yüzde 60'ında ortalama olarak yılda en az bir gün su akışının tamamen kesintiye uğradığını ortaya çıkardılar.
Su kaynaklarının yüzde 71'i tarımda kullanılıyor
Tema vakfının yayınladığı verilere göre; dünyadaki tatlı su kaynaklarının yüzde 71'i tarım sektöründe kullanılıyor. Türkiye'de ise bu oran yüzde 73. Endüstride kullanılan su miktarı ise dünyada yüzde 18 iken Türkiye'de yüzde 11. 2050'ye kadar dünyada su talebinin yüzde 55 artış göstermesi bekleniyor, buna karşılık küresel ısınma ve nüfus artışı gibi nedenlerle tatlı su kaynakları giderek azalıyor.
Birleşmiş Milletlerin (BM) Mart ayında yayımladığı Dünya Su Gelişim Raporuna göre, küresel su kullanım oranı son 100 yılda 6 kat arttı, fakat aynı zaman diliminde dünyadaki doğal sulak alanların yarısı kaybedildi. Dünyanın 2030 yılına kadar yüzde 40 oranında küresel su açlığıyla karşılaşabileceği de raporda bahsedildi.
Türkiye riskli ülkeler arasında
Hali hazırda dünya nüfusunun dörtte biri su sıkıntısı çekiyor. Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü'nün (WRI) hazırladığı 'su riski' atlasında Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, İsrail, Lübnan, İran, Hindistan, Pakistan, Kuveyt aşırı su sıkıntısı çeken ülkeler arasında. Raporda su sıkıntısının en çok Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde görüldüğü dikkat çekiyor. Türkiye ise listede 32. sırada ve riskli ülkeler arasında.
Türkiye'de su krizi kapıda
Uzmanlar, Konya, Karapınar havzasında bu yıl buğday hasadında yaşanan ciddi kayıpların önemli bir uyarı olduğuna dikkat çekiyor, önümüzdeki 10 yıllık dönemde de su krizinin kapıda olduğunu belirtiyor. Ayrıca Konya ve çevresindeki buğday verimliliğinde yaşanan düşüşün sonraki yıllarda tüm ülkedeki tarım arazilerinde görüleceği konusunda uyarıyorlar. Uzmanlar, kuraklık, çölleşme ve buna bağlı olarak yaşanacak olan su ve gıda krizi ile ilgili acil eylem planı devreye konulması gerektiğini vurguluyor.
Kişi başı su miktarında büyük düşüş
Boğaziçi Üniversitesi'nden Su Yönetimi Uzmanı Dr. Akgün İlhan, Türkiye'de su veriminin yani ülkenin "etrafında dönen" su miktarının 112 milyar metreküp olduğunu söylüyor. Dr. Akgün İlhan, ülkemizde "1960'lı yıllarda 4 bin metreküp olan kişi başına düşen su miktarının bugün 1340 metreküpe düştüğü" bilgisini paylaşıyor. Bu da, son 60 yıllık süreçte kişi başına düşen su miktarının 3'te bir azaldığı anlamına geliyor. Su yönetimi uzmanları, Falkenmark Endeksi denen bir ölçümü baz alarak karşılaştırma yapıyor. Falkenmark Endeksi'ne göre bir ülkede kişi başına düşen yıllık su miktarının 1000 ile 1.700 metreküp arasında olması "su sıkıntısı" olarak tanımlanıyor. Su miktarı 1000 metreküp'ün altına düştüğü ülkeler "su fakiri" olarak tanımlanıyor. Akgün İlhan, "Su rezervleri bu şekilde devam ederse önümüzdeki yaklaşık 30 senede çok daha güçlü şekilde azalabilir" uyarısında bulunuyor.
Su krizine önlem alınmalı
Küresel ısınma sebebiyle yaşanan su krizi, kuraklık, çölleşme ve neticesinde ortaya çıkan gıda krizi konusunda mutlaka ciddi önlemler almamız gerekiyor. Özellikle pandemi şartlarında yerli tarım üretiminin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Su kıtlığına karşı alınacak tedbirler, yerli tarım üretimini canlandırmaya yönelik doğru projeler günümüzün şartlarında daha da önem kazanmış durumda. Kanal İstanbul projesi gibi tatlı su kaynaklarına ciddi zarar verebilecek projelerden uzak durulması gerekiyor. Ülkemizde yüzde 73 gibi tatlı su kaynaklarını kullanan tarımsal sulama için alternatif çözümler sunulması önem kazanıyor. Örneğin İsrail bu tarz sulamalar için ters osmoz yöntemiyle deniz suyunu arıtıyor. Bu yöntem, 3 tarafı denizlerle kaplı olan ülkemiz için büyük bir avantaj. Sadece bu çözüm bile ülkemizi riskli ülkeler kategorisinden çıkarabilir. Küresel ısınma sebebiyle ani ve yoğun yağan yağmurların bilimsel bir yöntemle depolanması da dikkate değer bir projedir.
Ülkemiz gıda krizini fırsata çevirebilir
Türkiye yıllarca AB ve ABD'nin sunduğu ekonomi politikalarıyla başta tarım olmak üzere birçok sahada yanlış adımlar ortaya koydu. Bir tarım ülkesi olmamıza rağmen bugün buğday, arpa, mısır, pamuk gibi en temel ürünlerde bile ithalatçı duruma düştük. Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş, bütün bu sorunların çözümü için önce ekonomik sistemin değişmesi gerektiğini belirterek Prof. Dr. Haydar Baş'a ait Milli Ekonomi Modeli'ni (MEM) acilen uygulamamız gerektiğini vurguluyor. BTP Lideri Baş, MEM ile ilgili şu önemli tespitleri yapıyor: "Türkiye'nin öncelikli sorunu ekonomi başlığında toplanır. En büyük sorunumuz ekonomidir. MEM bizim için olmazsa olmazdır. Çünkü işin çıkış noktasıdır. O yüzden ekonomide milli ve vatandaşımızın refahını yükseltecek bir duruşa dönmemiz bizim için elzemdir. Babamın imzasıyla yazılmış Milli Ekonomi Modeli (MEM) Türkiye'yi değil dünyayı düzlüğe çıkardı. Bugün Rusya'da, Çin'de, Güney Afrika'da, Amerika ve Avrupa'nın büyük bir bölümünde uygulanan model MEM modelidir. MEM, dünyanın geldiği noktada açmaz ve çıkmazların tek anahtarı, tek ışığıdır. O yüzden MEM Türkiye'yi çıkmazdan kurtarabilecek, düzlüğe çıkarabilecek hususunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Bu bir ütopya veya hayal değildir. MEM bir gerçektir ve tecrübe edilmiş bir modeldir. Bakın Putin 2017 yılından beri Amerikan Forbes Dergisi tarafından yılın başkanı seçilir. Putin'i bu güç ve noktaya getiren, 2013 yılında babamın Rusya'nın Duma'sına (Meclis) giderek 6 saate yakın verdiği brifing ile birlikte Rusya'ya uygulattığı MEM'dir. Bugün Rusya'da ve Çin'de bu model tam anlamıyla uygulanır."
Türkiye, MEM'in tarım projelerinde ifade edilen, yüzde 50 avans sistemi ile, ürün alım garantisi ile, çiftçinin, tarlanın ve ürünün devlet eliyle sigortalanması ile, çiftçiye sunulacak tohum, gübre, ilaç ve daha nice destekler ile tarım konusunda dünyada lider bir ülke haline gelebilir ve yaşanan gıda krizini büyük bir fırsata çevirebilir.
İnsanoğlunun sınırsız ihtirasının sonucu olarak ortaya çıkan küresel ısınmanın etkileri yıkıcı boyutlarda artarak devam ediyor. Küresel ısınma, bir taraftan yangın, sel, deprem olarak karşımıza çıkarken, diğer taraftan kuraklık ve çölleşme olarak darbe vuruyor.
Tarım alanlarının yüzde 52'si tahrip oldu
TEMA Vakfı'nın hazırladığı raporlarda dünyadaki 2.6 milyar insanın doğrudan tarıma bağlı yaşadığı ancak tarım alanlarının yüzde 52'sinin kısmen veya şiddetli bir şekilde arazi bozulumundan etkilendiği belirtiliyor. Her yıl kuraklık ve çölleşmeden dolayı 12 milyon hektar yok olurken, arazi bozulumunun gelecek 20 yıllık süreçte gıda üretimini yüzde 12 düşüreceği tahmin ediliyor. Üstelik 2050 yılına kadar birçok ülkedeki tarımsal verimde yüzde 15 ile yüzde 50'lik bir düşüş yaşanacağı ve 2030'da kurak ve yarı-kurak arazilerden 700 milyon insanın göç edeceği de riskler arasında sıralanıyor.
Dikkat çeken bir araştırma!
Senckenberg Tabiat Araştırmaları Derneği tarafından yapılan bir araştırmaya göre, dünyadaki tüm nehirlerin yüzde 60'ında önemli oranda su kıtlığı meydana geliyor. Araştırmacılar, su kaybının büyüklüğüne dikkat çekebilmek amacıyla yaptıkları bir hesaplamada, yeryüzündeki tüm nehirlerin yüzde 60'ında ortalama olarak yılda en az bir gün su akışının tamamen kesintiye uğradığını ortaya çıkardılar.
Su kaynaklarının yüzde 71'i tarımda kullanılıyor
Tema vakfının yayınladığı verilere göre; dünyadaki tatlı su kaynaklarının yüzde 71'i tarım sektöründe kullanılıyor. Türkiye'de ise bu oran yüzde 73. Endüstride kullanılan su miktarı ise dünyada yüzde 18 iken Türkiye'de yüzde 11. 2050'ye kadar dünyada su talebinin yüzde 55 artış göstermesi bekleniyor, buna karşılık küresel ısınma ve nüfus artışı gibi nedenlerle tatlı su kaynakları giderek azalıyor.
Birleşmiş Milletlerin (BM) Mart ayında yayımladığı Dünya Su Gelişim Raporuna göre, küresel su kullanım oranı son 100 yılda 6 kat arttı, fakat aynı zaman diliminde dünyadaki doğal sulak alanların yarısı kaybedildi. Dünyanın 2030 yılına kadar yüzde 40 oranında küresel su açlığıyla karşılaşabileceği de raporda bahsedildi.
Türkiye riskli ülkeler arasında
Hali hazırda dünya nüfusunun dörtte biri su sıkıntısı çekiyor. Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü'nün (WRI) hazırladığı 'su riski' atlasında Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, İsrail, Lübnan, İran, Hindistan, Pakistan, Kuveyt aşırı su sıkıntısı çeken ülkeler arasında. Raporda su sıkıntısının en çok Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde görüldüğü dikkat çekiyor. Türkiye ise listede 32. sırada ve riskli ülkeler arasında.
Türkiye'de su krizi kapıda
Uzmanlar, Konya, Karapınar havzasında bu yıl buğday hasadında yaşanan ciddi kayıpların önemli bir uyarı olduğuna dikkat çekiyor, önümüzdeki 10 yıllık dönemde de su krizinin kapıda olduğunu belirtiyor. Ayrıca Konya ve çevresindeki buğday verimliliğinde yaşanan düşüşün sonraki yıllarda tüm ülkedeki tarım arazilerinde görüleceği konusunda uyarıyorlar. Uzmanlar, kuraklık, çölleşme ve buna bağlı olarak yaşanacak olan su ve gıda krizi ile ilgili acil eylem planı devreye konulması gerektiğini vurguluyor.
Kişi başı su miktarında büyük düşüş
Boğaziçi Üniversitesi'nden Su Yönetimi Uzmanı Dr. Akgün İlhan, Türkiye'de su veriminin yani ülkenin "etrafında dönen" su miktarının 112 milyar metreküp olduğunu söylüyor. Dr. Akgün İlhan, ülkemizde "1960'lı yıllarda 4 bin metreküp olan kişi başına düşen su miktarının bugün 1340 metreküpe düştüğü" bilgisini paylaşıyor. Bu da, son 60 yıllık süreçte kişi başına düşen su miktarının 3'te bir azaldığı anlamına geliyor. Su yönetimi uzmanları, Falkenmark Endeksi denen bir ölçümü baz alarak karşılaştırma yapıyor. Falkenmark Endeksi'ne göre bir ülkede kişi başına düşen yıllık su miktarının 1000 ile 1.700 metreküp arasında olması "su sıkıntısı" olarak tanımlanıyor. Su miktarı 1000 metreküp'ün altına düştüğü ülkeler "su fakiri" olarak tanımlanıyor. Akgün İlhan, "Su rezervleri bu şekilde devam ederse önümüzdeki yaklaşık 30 senede çok daha güçlü şekilde azalabilir" uyarısında bulunuyor.
Su krizine önlem alınmalı
Küresel ısınma sebebiyle yaşanan su krizi, kuraklık, çölleşme ve neticesinde ortaya çıkan gıda krizi konusunda mutlaka ciddi önlemler almamız gerekiyor. Özellikle pandemi şartlarında yerli tarım üretiminin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Su kıtlığına karşı alınacak tedbirler, yerli tarım üretimini canlandırmaya yönelik doğru projeler günümüzün şartlarında daha da önem kazanmış durumda. Kanal İstanbul projesi gibi tatlı su kaynaklarına ciddi zarar verebilecek projelerden uzak durulması gerekiyor. Ülkemizde yüzde 73 gibi tatlı su kaynaklarını kullanan tarımsal sulama için alternatif çözümler sunulması önem kazanıyor. Örneğin İsrail bu tarz sulamalar için ters osmoz yöntemiyle deniz suyunu arıtıyor. Bu yöntem, 3 tarafı denizlerle kaplı olan ülkemiz için büyük bir avantaj. Sadece bu çözüm bile ülkemizi riskli ülkeler kategorisinden çıkarabilir. Küresel ısınma sebebiyle ani ve yoğun yağan yağmurların bilimsel bir yöntemle depolanması da dikkate değer bir projedir.
Ülkemiz gıda krizini fırsata çevirebilir
Türkiye yıllarca AB ve ABD'nin sunduğu ekonomi politikalarıyla başta tarım olmak üzere birçok sahada yanlış adımlar ortaya koydu. Bir tarım ülkesi olmamıza rağmen bugün buğday, arpa, mısır, pamuk gibi en temel ürünlerde bile ithalatçı duruma düştük. Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş, bütün bu sorunların çözümü için önce ekonomik sistemin değişmesi gerektiğini belirterek Prof. Dr. Haydar Baş'a ait Milli Ekonomi Modeli'ni (MEM) acilen uygulamamız gerektiğini vurguluyor. BTP Lideri Baş, MEM ile ilgili şu önemli tespitleri yapıyor: "Türkiye'nin öncelikli sorunu ekonomi başlığında toplanır. En büyük sorunumuz ekonomidir. MEM bizim için olmazsa olmazdır. Çünkü işin çıkış noktasıdır. O yüzden ekonomide milli ve vatandaşımızın refahını yükseltecek bir duruşa dönmemiz bizim için elzemdir. Babamın imzasıyla yazılmış Milli Ekonomi Modeli (MEM) Türkiye'yi değil dünyayı düzlüğe çıkardı. Bugün Rusya'da, Çin'de, Güney Afrika'da, Amerika ve Avrupa'nın büyük bir bölümünde uygulanan model MEM modelidir. MEM, dünyanın geldiği noktada açmaz ve çıkmazların tek anahtarı, tek ışığıdır. O yüzden MEM Türkiye'yi çıkmazdan kurtarabilecek, düzlüğe çıkarabilecek hususunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Bu bir ütopya veya hayal değildir. MEM bir gerçektir ve tecrübe edilmiş bir modeldir. Bakın Putin 2017 yılından beri Amerikan Forbes Dergisi tarafından yılın başkanı seçilir. Putin'i bu güç ve noktaya getiren, 2013 yılında babamın Rusya'nın Duma'sına (Meclis) giderek 6 saate yakın verdiği brifing ile birlikte Rusya'ya uygulattığı MEM'dir. Bugün Rusya'da ve Çin'de bu model tam anlamıyla uygulanır."
Türkiye, MEM'in tarım projelerinde ifade edilen, yüzde 50 avans sistemi ile, ürün alım garantisi ile, çiftçinin, tarlanın ve ürünün devlet eliyle sigortalanması ile, çiftçiye sunulacak tohum, gübre, ilaç ve daha nice destekler ile tarım konusunda dünyada lider bir ülke haline gelebilir ve yaşanan gıda krizini büyük bir fırsata çevirebilir.