"Yıl: 1986. Ankara Kızılcahamam'da bir İmam Hatip Ortaokulu'na gidiyordum. Matematik hocamız vardı, (Allah selametini versin) beni bir meclise davet etti. Ben de kıramadım, gittim. Bu mecliste Allah (c.c.) zikrediliyor, anılıyordu. Esasen bu benim çok hoşuma gitmişti. Bunun haricinde bazı şeyler konuşuyorlardı fakat bu beni cezb etmiyordu. Birkaç kere daha gitmeye devam ettim. Konuşmaları umursamıyor, Allah'ı zikirle meşgul oluyordum. Bir gün matematik hocam bana; 'Ankara (merkez ilçesi)'nde bir hocamız var. Birçok kerametleri var, onun yanına gidiyoruz sen de gel' dedi. Kerametlerin ne olduğunu sorunca, 'Vücuduna şişler sokup çıkarabiliyor' dedi. Bu beni onlardan soğuttu. Çünkü benim amacım hikmet sahibi bir insan bulmaktı. Akrobat, ateşbaz vb. kişiler değil.
Aradan birkaç yıl geçti. İstanbul'a yerleştim. Okula devam edemedim. Bir işe girdim, çalışmaya. Tabii ben bu arada zikrullahı unutmuş değildim. Onun tadını bir kere aldığım için devamını istiyordum. Birkaç kişiyle irtibata geçtim. Yine bir meclis buldum. Her perşembe, bir araya geliyorduk. Toplandığımız evleri, ellerinde adres olmasına rağmen onlar bulamıyor; ben tek başıma olduğum zaman, gönül aşkıyla adressiz buluyordum. Beni bir el oraya götürüyordu. Bu çok ilginçtir aslında. Yine bir gün bunların hocası varmış, onu dinlemeye gittik. Tabii beni hoca ilgilendirmiyordu. Beni ilgilendiren o hâli yaşamaktı. Görüşme çıkışında, bunlar mest, misvak vb. satıyorlardı; tanıştık. Bana, 'Sen iyisin ama yaptığın bu berberlik işini bırak, sünneti kesiyorsun' dediler. Ben de, 'İyi ama berber olmasa saçlarını nasıl keseceksin veya sakalını nereye kadar uzatacaksın?' dedim. Burada mantık ve gönül çatıştı. Bundan sonra bir daha gitmek bir şekilde nasip olmadı.
Aradan yine bir zaman geçti. Ben zikrullahı yaşamak istiyordum. Ve biliyordum ki bir tane doğru kişi var. Beş vakit namazlarımda ve onların haricinde günde birçok kez yalvarıyordum Allah'a, doğru kişiyi bulabilmem için. Bayrampaşa'da çay bahçesi işleten bir arkadaşıma (hala aynı yerde, aynı işi yapmakta); 'Buralara gelip giden, kendisini gördüğümde bana Allah'ı hatırlatacak insanlar var mı?' dedim. 'Birçok kişi ve grup var ama biri farklı, onlar burada olduğu zaman haber ederim' dedi. Günler, günleri; aylar ayları kovaladı. Bir gün 'İsmail, buradalar' dedi. Çok heyecanlanmıştım. Yanlarına gittim ki, benim çocukluk arkadaşlarım: Murat Çabas, Cemal Cintosun, Yusuf Yeni beyefendiler. Ben çok mutlu olmuştum. Çünkü çocukluk arkadaşlarım, şimdi gönül dostlarım olacaktı. O güne kadar bir dua ediyordum ki bu çok önemlidir: 'Allah'ım, bu zamanda seni anlatan ve doğruyu savunan, iftiraları ve ümmetin üzerindeki oyunları bozacak olan Senin gönderdiğin O kulu bulmamı nasip et.'
İşte Allah benim bu duamı kabul etmişti. Prof. Dr. Haydar Baş'ı işte o zaman arkadaşlarım aracılığıyla tanıyacaktım. Hz. Mevlana, 'Heykeltıraşınızı iyi seçin, bir daha geri dönüşünüz yoktur' der. Abdulkadir Geylani Hazretleri'nin, İsmail Hakkı, Mevlana, Yunus Emre Hazretleri'nin 'hikmet veyahut erdem sahibi kişi' tariflerine baktım ki, Haydar Baş Hoca'da hepsi var. Ben heykeltıraşımı bulmuştum. O'na bakıyordum, kendi yaptığım yanlışlarımı görüyordum. Leyla, Mecnun'una; Şirin, Ferhat'a yani âşık, maşukuna kavuşmuştu aslında. Sanki arada 1000 km dünya mesafesi yok da, her zaman yanımdaymış gibi hissediyordum O'nu.
O, bizi bir annenin örgü örmesi gibi, Öğüt dergileriyle, İcmal dergileriyle, Yeni Mesaj dergi ve gazeteleriyle ilmek ilmek dokudu. İslam'ın hakikatini, nasıl bir kul olmamız gerektiğini, İslam'ın özünü kısacası 'adam olmayı' O bize öğretti. Allah (c.c.), herkese O'nu görmeyi nasip etsin, Allah, O'nu başımızdan eksik etmesin." (Muhterem babam, İsmail Akyavuz).
Ne diyor Mevlana:
'Nasibinde varsa, alırsın karıncadan bile ders.
Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters!'
Aradan birkaç yıl geçti. İstanbul'a yerleştim. Okula devam edemedim. Bir işe girdim, çalışmaya. Tabii ben bu arada zikrullahı unutmuş değildim. Onun tadını bir kere aldığım için devamını istiyordum. Birkaç kişiyle irtibata geçtim. Yine bir meclis buldum. Her perşembe, bir araya geliyorduk. Toplandığımız evleri, ellerinde adres olmasına rağmen onlar bulamıyor; ben tek başıma olduğum zaman, gönül aşkıyla adressiz buluyordum. Beni bir el oraya götürüyordu. Bu çok ilginçtir aslında. Yine bir gün bunların hocası varmış, onu dinlemeye gittik. Tabii beni hoca ilgilendirmiyordu. Beni ilgilendiren o hâli yaşamaktı. Görüşme çıkışında, bunlar mest, misvak vb. satıyorlardı; tanıştık. Bana, 'Sen iyisin ama yaptığın bu berberlik işini bırak, sünneti kesiyorsun' dediler. Ben de, 'İyi ama berber olmasa saçlarını nasıl keseceksin veya sakalını nereye kadar uzatacaksın?' dedim. Burada mantık ve gönül çatıştı. Bundan sonra bir daha gitmek bir şekilde nasip olmadı.
Aradan yine bir zaman geçti. Ben zikrullahı yaşamak istiyordum. Ve biliyordum ki bir tane doğru kişi var. Beş vakit namazlarımda ve onların haricinde günde birçok kez yalvarıyordum Allah'a, doğru kişiyi bulabilmem için. Bayrampaşa'da çay bahçesi işleten bir arkadaşıma (hala aynı yerde, aynı işi yapmakta); 'Buralara gelip giden, kendisini gördüğümde bana Allah'ı hatırlatacak insanlar var mı?' dedim. 'Birçok kişi ve grup var ama biri farklı, onlar burada olduğu zaman haber ederim' dedi. Günler, günleri; aylar ayları kovaladı. Bir gün 'İsmail, buradalar' dedi. Çok heyecanlanmıştım. Yanlarına gittim ki, benim çocukluk arkadaşlarım: Murat Çabas, Cemal Cintosun, Yusuf Yeni beyefendiler. Ben çok mutlu olmuştum. Çünkü çocukluk arkadaşlarım, şimdi gönül dostlarım olacaktı. O güne kadar bir dua ediyordum ki bu çok önemlidir: 'Allah'ım, bu zamanda seni anlatan ve doğruyu savunan, iftiraları ve ümmetin üzerindeki oyunları bozacak olan Senin gönderdiğin O kulu bulmamı nasip et.'
İşte Allah benim bu duamı kabul etmişti. Prof. Dr. Haydar Baş'ı işte o zaman arkadaşlarım aracılığıyla tanıyacaktım. Hz. Mevlana, 'Heykeltıraşınızı iyi seçin, bir daha geri dönüşünüz yoktur' der. Abdulkadir Geylani Hazretleri'nin, İsmail Hakkı, Mevlana, Yunus Emre Hazretleri'nin 'hikmet veyahut erdem sahibi kişi' tariflerine baktım ki, Haydar Baş Hoca'da hepsi var. Ben heykeltıraşımı bulmuştum. O'na bakıyordum, kendi yaptığım yanlışlarımı görüyordum. Leyla, Mecnun'una; Şirin, Ferhat'a yani âşık, maşukuna kavuşmuştu aslında. Sanki arada 1000 km dünya mesafesi yok da, her zaman yanımdaymış gibi hissediyordum O'nu.
O, bizi bir annenin örgü örmesi gibi, Öğüt dergileriyle, İcmal dergileriyle, Yeni Mesaj dergi ve gazeteleriyle ilmek ilmek dokudu. İslam'ın hakikatini, nasıl bir kul olmamız gerektiğini, İslam'ın özünü kısacası 'adam olmayı' O bize öğretti. Allah (c.c.), herkese O'nu görmeyi nasip etsin, Allah, O'nu başımızdan eksik etmesin." (Muhterem babam, İsmail Akyavuz).
Ne diyor Mevlana:
'Nasibinde varsa, alırsın karıncadan bile ders.
Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters!'
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Haydar AKYAVUZ / diğer yazıları
- ‘Biz korkuyu Kerbela'da bıraktık’ / 30.05.2020
- Anneler Günü’nde Ebe Anne / 12.05.2020
- O bir davetçiydi / 10.05.2020
- Kardeşlerim / 27.04.2020
- Amerika kaybedecek! / 10.01.2020
- Röportaj: CHP İl Gençlik Başkanı Ali Rıza Tufan / 21.12.2018
- Arama Motoru Optimizasyonu (SEO) / 18.12.2018
- Şıkşıkiye Hutbesi / 27.10.2018
- Kahrolsun bazı şeyler / 04.05.2018
- Üniversiteme dokunma / 29.04.2018
- Anneler Günü’nde Ebe Anne / 12.05.2020
- O bir davetçiydi / 10.05.2020
- Kardeşlerim / 27.04.2020
- Amerika kaybedecek! / 10.01.2020
- Röportaj: CHP İl Gençlik Başkanı Ali Rıza Tufan / 21.12.2018
- Arama Motoru Optimizasyonu (SEO) / 18.12.2018
- Şıkşıkiye Hutbesi / 27.10.2018
- Kahrolsun bazı şeyler / 04.05.2018
- Üniversiteme dokunma / 29.04.2018

















































































