Bugün başta ABD olmak üzere Batı toplumları yiyen, içen, tüketen ve ihtiyaçlarının sonu gelmeyen bir "tüketim makinesi" haline gelmiştir. İnsan hakları ve ferdin özgürlüğü sloganlarıyla yola çıkan Batı, ciddi bir ahlâki çöküntünün pençesindedir. Yapılması gereken kendi değerlerimize ve milli kimliğimize dönmektir
Prof. Dr. Haydar Baş
Bilindiği gibi Batı dünyası Rönesans ve Reform gibi bir takım fikrî ve felsefî dönemler, feodalizm, krallık, kapitalizm, komünizm, liberalizm gibi sosyolojik ve siyasî aşamalar geçirmiş ve nihayet günümüzde geçerli olan "insanın kendi kendine zarar vermeden her istediğini yapabilmesi" şeklinde tanımladığı bir hürriyet ve hayat telakkisini kabul etmiştir.Batının bu noktaya gelinceye kadar geçirdiği tarihî ve sosyolojik dönemler iyi tahlil edilmelidir. Ortaçağ boyunca kilise ve ruhban sınıfının sarsılmaz otoritesi altında inleyen Batı insanı, Rönesans ve Reform'la birlikte dini "kilise"ye hapsetmiş ve bu dönemden sonra seküler (din dışı) bir dünya görüşü cemiyete hakim olmuştur.
Batı dünyası: Nefsine düşkün, hedonist, tüketime yönelik bir toplumBugün başta ABD olmak üzere Batı toplumları yiyen, içen, tüketen ve ihtiyaçlarının sonu gelmeyen bir "tüketim makinesi" haline gelmiştir. İnsan hakları ve ferdin özgürlüğü sloganlarıyla yola çıkan Batı, ciddi bir ahlâki çöküntünün pençesindedir. Dönemin ABD Başkanı Carter'ın güvenlik danışmanı Brezinski kendisiyle yapılan bir mülakatta bu hususta şunları söylüyor:"Nefsine düşkün, hedonist, tüketime yönelik bir toplum, dünyaya ahlâkî bir motif sunamaz. Ahlâkî bilincimiz, tüketicilik yüzünden sanki süpermarket raflarında birbiriyle rekabet halindeki mallar karşısındaymışız gibi bütün değerlere gösterdiğimiz kayıtsızlık yüzünden çürümüştür." (NPQ, Türkiye, c. 2, sy. 7).Aynı mülakatta son olarak şu ifadeler kullanılıyor: "Hayatın manevî boyutunun da maddî boyutu kadar önemli olduğunu kabul etmenin zamanı gelmiştir."Bu sözler Batı dünyasının içinde bulunduğu ahlâkî tabloyu yansıtması bakımından mânidardır. Şüphesiz teknolojik sahada ileri giden ancak ahlâken iflas noktasını çoktan geçmiş olan Batı, dünyaya ahlâkî bir model sunamaz ve sunması da mümkün değildir. Zira teknoloji ve medeniyet birbirinden son derece farklı kavramlardır. Teknoloji; insanın maddeyi şekilden şekile sokması, medeniyet ise; insanî ve ahlâkî vasıflarla donanmasıdır. Asıl istenen de ahlâki olgunluktur.
İnsanlık ve medeniyet bizdeBu vasıflar ise bizim dünyamızda mevcuttur. Millet olarak asırlarca adalet, müsamaha, merhamet, sevgi vb. meziyetlerin en mükemmel örneklerini sergilemişizdir. 500 yıl adalet, hak ve hukukla idare ettiğimiz bölgelerin bugünkü hâli ortadadır. Balkanlar Batının insafına terk edildikten sonra, Kafkaslar, Bosna, Kosova ve nihayet Makedonya kan gölüne dönmüştür. Ortadoğu alev alev yanmaktadır. Napolyon bile bu gerçeğin henüz 1807'de farkına varmış ve, "Osmanlı Devleti yıkıldığı zaman peşinden gelecek felâketleri kimse tahmin edemez" demişti. Türkler adalet ve merhamet elini buralardan çektikten sonra, felaketler zinciri birbirini takip etmiştir.Hâl böyleyken bugün, maalesef eşsiz bir medeniyetin sayısız güzellikleriyle dolu geçmişimize değil, Batının çökmüş toplum yapısına yüzümüzü dönmüş, bu cihetten yardım beklemekteyiz. Ne gariptir ki, bu dünyanın en önde gelen isimlerinden biri, içinde bulundukları ahlâkî çöküntüyü itiraf ediyor ve "Nefsine düşkün bir tüketim toplumu, dünyaya ahlâkî bir model sunamaz" diyor.
Batıyı ilericiliğin ve gelişmişliğin ölçüsü kabul etmek vahim bir hataO halde, gittikçe ivme kaybetmekte olan ve insanlığa ahlâkî kokuşmuşluktan başka takdim edecek bir şeyi olmayan bir dünyayı örnek almak, bu dünyaya ait değerleri ilericiliğin ve gelişmişliğin ölçüsü olarak kabul etmek vahim bir hatadır.Asıl yapılması gereken; kendimize dönmek, her problemin çözümünü kendi değerlerimizde, kültürümüzde, maneviyatımızda aramak ve de bulmaktır. Unutmayalım ki, her şeyin başı kendimize güvenmektir. Milletçe bunu başardıktan sonra aşamayacağımız badirenin olmadığını iyi bilmeliyiz.
Prof. Dr. Haydar Baş
Bilindiği gibi Batı dünyası Rönesans ve Reform gibi bir takım fikrî ve felsefî dönemler, feodalizm, krallık, kapitalizm, komünizm, liberalizm gibi sosyolojik ve siyasî aşamalar geçirmiş ve nihayet günümüzde geçerli olan "insanın kendi kendine zarar vermeden her istediğini yapabilmesi" şeklinde tanımladığı bir hürriyet ve hayat telakkisini kabul etmiştir.Batının bu noktaya gelinceye kadar geçirdiği tarihî ve sosyolojik dönemler iyi tahlil edilmelidir. Ortaçağ boyunca kilise ve ruhban sınıfının sarsılmaz otoritesi altında inleyen Batı insanı, Rönesans ve Reform'la birlikte dini "kilise"ye hapsetmiş ve bu dönemden sonra seküler (din dışı) bir dünya görüşü cemiyete hakim olmuştur.
Batı dünyası: Nefsine düşkün, hedonist, tüketime yönelik bir toplumBugün başta ABD olmak üzere Batı toplumları yiyen, içen, tüketen ve ihtiyaçlarının sonu gelmeyen bir "tüketim makinesi" haline gelmiştir. İnsan hakları ve ferdin özgürlüğü sloganlarıyla yola çıkan Batı, ciddi bir ahlâki çöküntünün pençesindedir. Dönemin ABD Başkanı Carter'ın güvenlik danışmanı Brezinski kendisiyle yapılan bir mülakatta bu hususta şunları söylüyor:"Nefsine düşkün, hedonist, tüketime yönelik bir toplum, dünyaya ahlâkî bir motif sunamaz. Ahlâkî bilincimiz, tüketicilik yüzünden sanki süpermarket raflarında birbiriyle rekabet halindeki mallar karşısındaymışız gibi bütün değerlere gösterdiğimiz kayıtsızlık yüzünden çürümüştür." (NPQ, Türkiye, c. 2, sy. 7).Aynı mülakatta son olarak şu ifadeler kullanılıyor: "Hayatın manevî boyutunun da maddî boyutu kadar önemli olduğunu kabul etmenin zamanı gelmiştir."Bu sözler Batı dünyasının içinde bulunduğu ahlâkî tabloyu yansıtması bakımından mânidardır. Şüphesiz teknolojik sahada ileri giden ancak ahlâken iflas noktasını çoktan geçmiş olan Batı, dünyaya ahlâkî bir model sunamaz ve sunması da mümkün değildir. Zira teknoloji ve medeniyet birbirinden son derece farklı kavramlardır. Teknoloji; insanın maddeyi şekilden şekile sokması, medeniyet ise; insanî ve ahlâkî vasıflarla donanmasıdır. Asıl istenen de ahlâki olgunluktur.
İnsanlık ve medeniyet bizdeBu vasıflar ise bizim dünyamızda mevcuttur. Millet olarak asırlarca adalet, müsamaha, merhamet, sevgi vb. meziyetlerin en mükemmel örneklerini sergilemişizdir. 500 yıl adalet, hak ve hukukla idare ettiğimiz bölgelerin bugünkü hâli ortadadır. Balkanlar Batının insafına terk edildikten sonra, Kafkaslar, Bosna, Kosova ve nihayet Makedonya kan gölüne dönmüştür. Ortadoğu alev alev yanmaktadır. Napolyon bile bu gerçeğin henüz 1807'de farkına varmış ve, "Osmanlı Devleti yıkıldığı zaman peşinden gelecek felâketleri kimse tahmin edemez" demişti. Türkler adalet ve merhamet elini buralardan çektikten sonra, felaketler zinciri birbirini takip etmiştir.Hâl böyleyken bugün, maalesef eşsiz bir medeniyetin sayısız güzellikleriyle dolu geçmişimize değil, Batının çökmüş toplum yapısına yüzümüzü dönmüş, bu cihetten yardım beklemekteyiz. Ne gariptir ki, bu dünyanın en önde gelen isimlerinden biri, içinde bulundukları ahlâkî çöküntüyü itiraf ediyor ve "Nefsine düşkün bir tüketim toplumu, dünyaya ahlâkî bir model sunamaz" diyor.
Batıyı ilericiliğin ve gelişmişliğin ölçüsü kabul etmek vahim bir hataO halde, gittikçe ivme kaybetmekte olan ve insanlığa ahlâkî kokuşmuşluktan başka takdim edecek bir şeyi olmayan bir dünyayı örnek almak, bu dünyaya ait değerleri ilericiliğin ve gelişmişliğin ölçüsü olarak kabul etmek vahim bir hatadır.Asıl yapılması gereken; kendimize dönmek, her problemin çözümünü kendi değerlerimizde, kültürümüzde, maneviyatımızda aramak ve de bulmaktır. Unutmayalım ki, her şeyin başı kendimize güvenmektir. Milletçe bunu başardıktan sonra aşamayacağımız badirenin olmadığını iyi bilmeliyiz.