Geçen haftalarda Birleşik Amerika'nın, Telafer'de döktüğü Türkmen kanıyla alakalı yaptığı açıklama, aklı başında pek çok insana inandırıcı gelmedi elbette. Fakat ABD'nin insanların kendisine inanıp inanmamasıyla pek de ilgisi yok. Çünkü "güç"onda. Çünkü eceline susamamış hiçbir devlet kalkıp da ona "gözünün üstünde kaşın var"deme cüretine sahip değil.
Bize gelince, Kuzey Irak'taki Türklerin ne kadar yalnız ve sahipsiz olduklarını bir kez daha gördük. Biz o Türkleri Lozan'dan beri göz göre göre kaderleriyle baş başa bıraktık. Musul, Erbil, Kerkük, Süleymaniye gibi Türk şehirleri dünyanın zengin petrol yataklarına sahip bir bölgedeki kilit noktalar. Amerika'nın bu bölgede Kürtlere sahip çıkması da babasının hayrına değil. Bir zamanlar İngiltere'nin aynı bölgede Araplara sahip (!) çıktığı gibi. Bugün Arap dünyasının kırpık kırpık devletler halinde olması, birbirleriyle asla ve kat'a anlaşamamaları, sanayinin can damarı petrole fazlasıyla sahip olmalarına rağmen ağır sanayilerinin olmaması, dolayısıyla her dem Batı'ya muhtaç olmaları gibi mevzular göz önünde bulundurulunca Amerika'nın yakın ve uzak vadeli planlarını tahmin etmek zor değil.
Amerika ve Avrupa açısından bakarsak, bu hamlelerin onların kendi çıkarlarının (ve tabii İsrail'in çıkarlarının) gereği olması hasebiyle bir de Müslümanları ve Türkleri insandan saymadıkları hesaba katılınca onları suçlamak çözüm değil. Asıl mesele bizim bu denklemin neresinde olduğumuz. Kendi milli çıkarlarımızı, soydaşlarımızı ve onurumuzu koruyup kollayamayacağımız. Binlerce yıllık geçmişin omuzlarımıza yüklediği ağır yükü kaldırıp kaldıramayacağımız..
Musul ve çevresi 1055 yılından beri Türk bölgesidir. 19.asrın sonlarına doğru bölgede petrol yataklarının keşfedilmesiyle stratejik önemi arttı. Özellikle İngilizler'in buraya göz dikmesiyle 2. Abdülhamid Han, buralar devletin elinden çıksa bile petrolü üzerinde hak iddia edebilmek için 1888'de bu bölgeyi "Mülk-ü Şahane"yani kendi hususi mülkü haline getirdi.1912'de İttihatçılar, bu inceliği anlayamadıklarından petrol imtiyazını Maliye Vekaleti'ne verdiler.
Mondros Mütarekesi imzalandığında İngilizler, mütarekeye rağmen ilerleyerek asıl hedefleri olan Musul'u işgal ettiler. Musul Misak-ı Milli sınırlarımız içindedir. Lozan'da Musul, İngilizlerin burayı bırakmak istememeleri yüzünden mesele haline geldi ve Lozan'da çözülemedi. İngilizler sürekli olarak bölgede isyan ve karışıklıklar çıkarıyorlardı. M.Kemal Paşa, Cafer Tayyar Paşa'yı Diyarbakır'a Kolordu Kumandanı olarak gönderirken ona"Musul'u işgal edeceğimizi, bunun için kendisinden işaret beklemesini"söylemişti. Fakat iç isyan ve karışıklıklar buna engel oldu ve Musul'u İngiliz himayesindeki Irak'a bıraktık. Ancak bu arada bölgedeki Türklerden anlaşmada hiç bahsedilmedi ve onlar hakkında hiçbir hukuki teminat alınmadı. Eğer Kuzey Irak'taki Türkler Türkiye tarafından resmi olarak korunmaya alınsalardı herhalde ne 1949'daki Kerkük katliamı yaşanacak ve nakaratı "kanım dilimde şaraptır/beni vuran öz gardaşım Araptır."olan ağıtlar yakılacak ne Saddam zulmüne maruz kalınacak ne de bugün Amerika'nın katliam ya da dayatmalarıyla karşılaşılacaktı. Bilmiyorum, sonuçta yaşanmış olanları değiştirmek mümkün değil. Geçmişle kuru övünmeler kadar geçmişe ağıtlar yakmak da çözüm değil. Sadece bilmek ve dersler çıkarmak gerekiyor.
Bugün Ortadoğu'nun makus talihini değiştirebilecek tek bir ülke var. Geçmişine sahip çıkıp, bugünü kurtaracak ve geleceği kucaklayacak bir Türkiye tarihin akışına yön verebilir. Bu vazifeyi omuzlamakta tereddüt edip tedirgin olanlar, dün başkalarının verdiği gibi yarın da kendilerinin tarihe ve milli vicdana hesap vermek zorunda kalacaklarını unutmamalıdırlar.
Bize gelince, Kuzey Irak'taki Türklerin ne kadar yalnız ve sahipsiz olduklarını bir kez daha gördük. Biz o Türkleri Lozan'dan beri göz göre göre kaderleriyle baş başa bıraktık. Musul, Erbil, Kerkük, Süleymaniye gibi Türk şehirleri dünyanın zengin petrol yataklarına sahip bir bölgedeki kilit noktalar. Amerika'nın bu bölgede Kürtlere sahip çıkması da babasının hayrına değil. Bir zamanlar İngiltere'nin aynı bölgede Araplara sahip (!) çıktığı gibi. Bugün Arap dünyasının kırpık kırpık devletler halinde olması, birbirleriyle asla ve kat'a anlaşamamaları, sanayinin can damarı petrole fazlasıyla sahip olmalarına rağmen ağır sanayilerinin olmaması, dolayısıyla her dem Batı'ya muhtaç olmaları gibi mevzular göz önünde bulundurulunca Amerika'nın yakın ve uzak vadeli planlarını tahmin etmek zor değil.
Amerika ve Avrupa açısından bakarsak, bu hamlelerin onların kendi çıkarlarının (ve tabii İsrail'in çıkarlarının) gereği olması hasebiyle bir de Müslümanları ve Türkleri insandan saymadıkları hesaba katılınca onları suçlamak çözüm değil. Asıl mesele bizim bu denklemin neresinde olduğumuz. Kendi milli çıkarlarımızı, soydaşlarımızı ve onurumuzu koruyup kollayamayacağımız. Binlerce yıllık geçmişin omuzlarımıza yüklediği ağır yükü kaldırıp kaldıramayacağımız..
Musul ve çevresi 1055 yılından beri Türk bölgesidir. 19.asrın sonlarına doğru bölgede petrol yataklarının keşfedilmesiyle stratejik önemi arttı. Özellikle İngilizler'in buraya göz dikmesiyle 2. Abdülhamid Han, buralar devletin elinden çıksa bile petrolü üzerinde hak iddia edebilmek için 1888'de bu bölgeyi "Mülk-ü Şahane"yani kendi hususi mülkü haline getirdi.1912'de İttihatçılar, bu inceliği anlayamadıklarından petrol imtiyazını Maliye Vekaleti'ne verdiler.
Mondros Mütarekesi imzalandığında İngilizler, mütarekeye rağmen ilerleyerek asıl hedefleri olan Musul'u işgal ettiler. Musul Misak-ı Milli sınırlarımız içindedir. Lozan'da Musul, İngilizlerin burayı bırakmak istememeleri yüzünden mesele haline geldi ve Lozan'da çözülemedi. İngilizler sürekli olarak bölgede isyan ve karışıklıklar çıkarıyorlardı. M.Kemal Paşa, Cafer Tayyar Paşa'yı Diyarbakır'a Kolordu Kumandanı olarak gönderirken ona"Musul'u işgal edeceğimizi, bunun için kendisinden işaret beklemesini"söylemişti. Fakat iç isyan ve karışıklıklar buna engel oldu ve Musul'u İngiliz himayesindeki Irak'a bıraktık. Ancak bu arada bölgedeki Türklerden anlaşmada hiç bahsedilmedi ve onlar hakkında hiçbir hukuki teminat alınmadı. Eğer Kuzey Irak'taki Türkler Türkiye tarafından resmi olarak korunmaya alınsalardı herhalde ne 1949'daki Kerkük katliamı yaşanacak ve nakaratı "kanım dilimde şaraptır/beni vuran öz gardaşım Araptır."olan ağıtlar yakılacak ne Saddam zulmüne maruz kalınacak ne de bugün Amerika'nın katliam ya da dayatmalarıyla karşılaşılacaktı. Bilmiyorum, sonuçta yaşanmış olanları değiştirmek mümkün değil. Geçmişle kuru övünmeler kadar geçmişe ağıtlar yakmak da çözüm değil. Sadece bilmek ve dersler çıkarmak gerekiyor.
Bugün Ortadoğu'nun makus talihini değiştirebilecek tek bir ülke var. Geçmişine sahip çıkıp, bugünü kurtaracak ve geleceği kucaklayacak bir Türkiye tarihin akışına yön verebilir. Bu vazifeyi omuzlamakta tereddüt edip tedirgin olanlar, dün başkalarının verdiği gibi yarın da kendilerinin tarihe ve milli vicdana hesap vermek zorunda kalacaklarını unutmamalıdırlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüma Gökçe / diğer yazıları
- Gerçek milliyetçilik / 03.05.2013
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011