BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın bir hafta önce Denktaş'a gönderdiği ve "ekselansları" diye başlayan mektubunda aynen şu ifader yer alıyordu
"10 Şubat'ta müzakerelere başlamak için New York'a davet etmek istiyorum. Bu davetimizi kabulünüzü plan (Temel prensipler ve verilen tavizler üzerinde oynama yapmadan) BM'nin desteği ile 31 Mart 2004'e kadar sonlandırmaya ve planda belirtildiği gibi 21 Nisan 2004 tarihinde planın nihai halini referanduma sunmaya yönelik bir taahhüt olarak kabul edeceğim. Bu taahhüde etkinlik vermek için takip edilecek süreç aşağıdaki gibidir:
1. Taraflar, Temel Antlaşma'nın (Ekleri ve ilaveleri dahil) üzerinde yapılacak değişikliklerde mutabık kalmak amacıya, sunduğum planın temelinde alışveriş havasında ve iyi niyetle pazarlık yapabilmeleri için benim veya benim özel danışmanımın nezdinde görüşecek.
Yunanistan ve Türkiye, gereği görüldüğünde güvenlik konuları çerçevesinde görüşecek. Tüm ilgili taraflar ancak planın içeriğindeki parametreler dahilinde değişiklik yapabilecek. Ben ve özel danışmanım 26 Mart 2004 tarihine kadar ve bu tarih de dahil olmak üzere antlaşmaya varılabilmesi için taraflara aktif olarak yardımcı olacağız.
2. Taraflar derhal teknik komite üyeleri atayacaktır. Bu komiteler, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ni bağlayan, bir dizi uluslararası antlaşmaları tamamlayabilmek ve planda öngörüldüğü gibi referandum tarihinden önce sonuçlandırılması gereken, anayasayı ilgilendiren metinleri tamamlayabilmek işbirliği antlaşmaları ve federal hukukları tamamlayabilmek için en geç 16 Şubat 2004 tarihine kadar, Kıbrıs'taki BM nezdinde paralel olarak veya gerektiği yerde alt komiteler de dahil görüşmelere başlanmalıdır. Bu çalışma, son sürecin sonunda komitelere sunulan metinleri temel alacaktır. Bu amaçla görüşen teknik komiteler, en geç 26 Mart 2004 tarihine kadar sonuca varmalıdır."
Bu dayatma mektubu Ankara'da ciddi hayal kırıklığına sebep olmuş ve bu hoşnutsuzluk açık açık dile getirilmişti. Annan'ın üslubu ve "dediğim dedik" havası AKP hükümetini olduğu gibi AB'ci medyayı da olumsuz etkilemişti. Birçok gazete "Bu kafayla olmaz" tarzında manşetler atmıştı.
Fakat bütün bu hayal kırıklığına rağmen Denktaş "arkasından iteklenerek" 10 Şubat'ta New York'a gönderildi. Dört gün süren görüşmelerin ardından New York görüşmeleri sona erdi.
"Türk tarafının zaferi" olarak lanse edilen, medya ve hükümet kanadında, "tebessümden öte sırıtma" refleksiyle karşılanan sonuç şöyle:
Müzakereler 19 Şubat'ta başlayacak.
Türk ve Rum taraflarına 22 Mart'a kadar süre tanıyor. Bu tarihe kadar uzlaşma olmazsa Türkiye ve Yunanistan devreye girecek. Bir hafta içinde (29 Mart'a kadar) yine uzlaşma olmazsa boşlukları Annan dolduracak. Ayrıca Avrupa müktesebatına uydurulma konusunda AB, "teknik konular" da olsa müzakerelere müdahalede bulunabilecek. Annan planı "referans" değil "zemin" olacak
Hem Annan'ın mektubunu hem de dört günlük New York macerası sonrasında ortaya çıkan sonucu bir arada vermemizdeki maksat, medya ve hükümetteki traji komik durumu ve içine düşülen çaresizlik ve çelişkiyi daha iyi görebilmeniz.
Meğer bir haftada ne çok şey değişmiş! Hezimetler zaferle sonuçlanmış, dört günde Annan ve Rum kesimi hizaya çekilmiş, Türkiye masaya yumruğunu vurup 'mağlubiyeti mağruriyete' dönüştürüvermiş!
Türkiye'de medya ve hükümet Annan'ın gönderdiği ve 10 Şubat'ta Denktaş'ı New York'a davet ettiği mektubunda ortaya koyduğu "dayatma" ve "hayal kırıklığı" eğilimli açılımdan bir haftada çark etti. Birkaç tarih oynaması haricinde Annan mektubundan hiçbir farkı olmayan New York belgesi hükümet ve medyanın çelişki patinajları attığı yeni buz pisti.
Annan, mektubunda "en geç 26 Mart tarihine kadar sonuca varılmalıdır" demiş, New York'ta da 29 Mart demiş. Sadece arada üç gün var. Mektubunda "gerektiğinde Türk ve Yunan taraflarının müdahil olmasından" bahsetmiş, son çözüm belgesinde de dörtlü zirve tekrar edilmiş. Son belgede sadece, mektupta 21 Nisan olarak belirtilen referandum tarihinden bahsedilmemiş. İki belgenin en önemli ortak özelliği şu: Boşlukları Annan dolduracak. İpler yine Annan'ın elinde.
Gerçekler olduğu gibi çarpıtılıyor. Bir hafta önce "hezimet" olarak değerlendirilen mektup, bir hafta sonra daha da ağırlaştığı halde neden zafer olarak telakki ediliyor. Bu durumda hükümet ve medya kendi kendinin kandırmanın ötesinde, Türk milletiyle kafa bulup, bir ülkenin kaderiyle oynamıyor mu?
Dört günlük New York görüşmelerinde Türk tarafı neyi mi kaybetmiştir? Kıbrıs'ı.
New York'a giderken, son MGK toplantısında ortaya konulan "olmazsa olmazlarımız" Rumlar'ın "olmazsa olmazları"na uydurulmuştur. New York'a giderken, Annan Planı'nı "referans" olarak değerlendiriyorduk ama ortaya çıkan çözüm belgesinde Rumlar'ın tezi gerçekleşiyor ve Annan Planı "zemin" oluyor. New York'a giderken, Avrupa işin içinde yoktu ama New York'tan dönerken Avrupa "müktesebat" başlığı ve bahanesi altında bizzat olayın içinde.
Hepsinden önemlisi, son noktayı koyacak olan yine Annan.
New York'a giderken bir tünel vardı ve ucu da görünmüyordu. Ama şimdi zorla sokulduğumuz o tünelin ucu görünüyor. Tünelin ucunda ne mi var? Ne yok ki!
"10 Şubat'ta müzakerelere başlamak için New York'a davet etmek istiyorum. Bu davetimizi kabulünüzü plan (Temel prensipler ve verilen tavizler üzerinde oynama yapmadan) BM'nin desteği ile 31 Mart 2004'e kadar sonlandırmaya ve planda belirtildiği gibi 21 Nisan 2004 tarihinde planın nihai halini referanduma sunmaya yönelik bir taahhüt olarak kabul edeceğim. Bu taahhüde etkinlik vermek için takip edilecek süreç aşağıdaki gibidir:
1. Taraflar, Temel Antlaşma'nın (Ekleri ve ilaveleri dahil) üzerinde yapılacak değişikliklerde mutabık kalmak amacıya, sunduğum planın temelinde alışveriş havasında ve iyi niyetle pazarlık yapabilmeleri için benim veya benim özel danışmanımın nezdinde görüşecek.
Yunanistan ve Türkiye, gereği görüldüğünde güvenlik konuları çerçevesinde görüşecek. Tüm ilgili taraflar ancak planın içeriğindeki parametreler dahilinde değişiklik yapabilecek. Ben ve özel danışmanım 26 Mart 2004 tarihine kadar ve bu tarih de dahil olmak üzere antlaşmaya varılabilmesi için taraflara aktif olarak yardımcı olacağız.
2. Taraflar derhal teknik komite üyeleri atayacaktır. Bu komiteler, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ni bağlayan, bir dizi uluslararası antlaşmaları tamamlayabilmek ve planda öngörüldüğü gibi referandum tarihinden önce sonuçlandırılması gereken, anayasayı ilgilendiren metinleri tamamlayabilmek işbirliği antlaşmaları ve federal hukukları tamamlayabilmek için en geç 16 Şubat 2004 tarihine kadar, Kıbrıs'taki BM nezdinde paralel olarak veya gerektiği yerde alt komiteler de dahil görüşmelere başlanmalıdır. Bu çalışma, son sürecin sonunda komitelere sunulan metinleri temel alacaktır. Bu amaçla görüşen teknik komiteler, en geç 26 Mart 2004 tarihine kadar sonuca varmalıdır."
Bu dayatma mektubu Ankara'da ciddi hayal kırıklığına sebep olmuş ve bu hoşnutsuzluk açık açık dile getirilmişti. Annan'ın üslubu ve "dediğim dedik" havası AKP hükümetini olduğu gibi AB'ci medyayı da olumsuz etkilemişti. Birçok gazete "Bu kafayla olmaz" tarzında manşetler atmıştı.
Fakat bütün bu hayal kırıklığına rağmen Denktaş "arkasından iteklenerek" 10 Şubat'ta New York'a gönderildi. Dört gün süren görüşmelerin ardından New York görüşmeleri sona erdi.
"Türk tarafının zaferi" olarak lanse edilen, medya ve hükümet kanadında, "tebessümden öte sırıtma" refleksiyle karşılanan sonuç şöyle:
Müzakereler 19 Şubat'ta başlayacak.
Türk ve Rum taraflarına 22 Mart'a kadar süre tanıyor. Bu tarihe kadar uzlaşma olmazsa Türkiye ve Yunanistan devreye girecek. Bir hafta içinde (29 Mart'a kadar) yine uzlaşma olmazsa boşlukları Annan dolduracak. Ayrıca Avrupa müktesebatına uydurulma konusunda AB, "teknik konular" da olsa müzakerelere müdahalede bulunabilecek. Annan planı "referans" değil "zemin" olacak
Hem Annan'ın mektubunu hem de dört günlük New York macerası sonrasında ortaya çıkan sonucu bir arada vermemizdeki maksat, medya ve hükümetteki traji komik durumu ve içine düşülen çaresizlik ve çelişkiyi daha iyi görebilmeniz.
Meğer bir haftada ne çok şey değişmiş! Hezimetler zaferle sonuçlanmış, dört günde Annan ve Rum kesimi hizaya çekilmiş, Türkiye masaya yumruğunu vurup 'mağlubiyeti mağruriyete' dönüştürüvermiş!
Türkiye'de medya ve hükümet Annan'ın gönderdiği ve 10 Şubat'ta Denktaş'ı New York'a davet ettiği mektubunda ortaya koyduğu "dayatma" ve "hayal kırıklığı" eğilimli açılımdan bir haftada çark etti. Birkaç tarih oynaması haricinde Annan mektubundan hiçbir farkı olmayan New York belgesi hükümet ve medyanın çelişki patinajları attığı yeni buz pisti.
Annan, mektubunda "en geç 26 Mart tarihine kadar sonuca varılmalıdır" demiş, New York'ta da 29 Mart demiş. Sadece arada üç gün var. Mektubunda "gerektiğinde Türk ve Yunan taraflarının müdahil olmasından" bahsetmiş, son çözüm belgesinde de dörtlü zirve tekrar edilmiş. Son belgede sadece, mektupta 21 Nisan olarak belirtilen referandum tarihinden bahsedilmemiş. İki belgenin en önemli ortak özelliği şu: Boşlukları Annan dolduracak. İpler yine Annan'ın elinde.
Gerçekler olduğu gibi çarpıtılıyor. Bir hafta önce "hezimet" olarak değerlendirilen mektup, bir hafta sonra daha da ağırlaştığı halde neden zafer olarak telakki ediliyor. Bu durumda hükümet ve medya kendi kendinin kandırmanın ötesinde, Türk milletiyle kafa bulup, bir ülkenin kaderiyle oynamıyor mu?
Dört günlük New York görüşmelerinde Türk tarafı neyi mi kaybetmiştir? Kıbrıs'ı.
New York'a giderken, son MGK toplantısında ortaya konulan "olmazsa olmazlarımız" Rumlar'ın "olmazsa olmazları"na uydurulmuştur. New York'a giderken, Annan Planı'nı "referans" olarak değerlendiriyorduk ama ortaya çıkan çözüm belgesinde Rumlar'ın tezi gerçekleşiyor ve Annan Planı "zemin" oluyor. New York'a giderken, Avrupa işin içinde yoktu ama New York'tan dönerken Avrupa "müktesebat" başlığı ve bahanesi altında bizzat olayın içinde.
Hepsinden önemlisi, son noktayı koyacak olan yine Annan.
New York'a giderken bir tünel vardı ve ucu da görünmüyordu. Ama şimdi zorla sokulduğumuz o tünelin ucu görünüyor. Tünelin ucunda ne mi var? Ne yok ki!