Ramazan'ı da idrak ettik, bayramı da... Ama şu anda ikisi de geride kaldı. Avucumuzun içinden ansızın uçup gittiler.
Söz ve yazı olarak eğrisi ile doğrusu ile çok şeyler söylendi ve yazıldı. Ancak genel olarak söylenildiği ve yazıldığı kadar hiçbir şey yapılmadı.
Elbette söylediğinden ve yazdığından daha çok yaşayanlar olmuştur. Bundan şüphemiz yok. Fakat aslolan herkesin kendi nefsinde bir muhasebe yaparak sözle veya yazılı ifadeleri kadar yaptıkları arasında bir denge mi yoksa bir uçurum mu var; bunu görmesidir.
Bugün çok konuşup çok yazıp iddia sahibi olmak moda ya... Şöyle bir sual sorulsa... Çok konuşup az veya hiç yapmamak mı? Yoksa tam tersi hiç konuşmayıp az ya da çok yapmak mı? Akl-ı selim ikinci şıkkı tercih eder ki, doğrusu geçerli olan da budur.
Şimdi bu çerçevede bizzat kendimize, söylediklerimize-söylemediklerimize, yaptıklarımıza-yapmadıklarımıza baktığımız zaman nasıl bir "ben" gördüğümüz çok önemlidir.
Bu cümleden olarak, Ramazan'da ve bayramda gerçekten imanımızın zevkine varabildik mi? Yine bugün imanımız hakkında bir takım endişelerimiz oldu mu? Amel ve ibadet açısından hayırlı ve faydalı işlerde biraz daha fazla aktif olmaz mıydık? Kıldığım namazlardan, tuttuğum oruçlardan, verdiğim zekât ve sadakalardan, yaptığım hayır ve ibadetlerden biraz daha fazlasını yapamaz mıydım?
Kardeş, dost, eş, akraba, arkadaş ziyaretlerine yeteri kadar zaman ayırdım mı? Yoksa hiç mi aklıma gelmedi?
Eksiklerimi tamamlamak, kusurlarımı, günahlarımı ve yanlışlarımı gidermek konusunda elle tutulur, gözle görülür cinsinden ne yaptım?
Daha nice binlerce sual... Ama aslolan bir muhasebedir. Kendimizi Ramazan öncesi, Ramazan içerisi ve Ramazan sonrası gibi üç ayrı zamanda tartıya koyabildik mi?
Eğer bugün; dün için, Ramazan ve bayram için şunu da yapsa idim diyorsak... Ki bu mutlaka herkesin yaşadığı bir gerçektir. Bunun tek çaresi düne takılıp kalmak yerine bugünü olması gerektiği kadar dolu dolu yaşamaktır. Aksi takdirde düne takılıp kalmak bugünü yaşamamıza da engel olur ki o zaman sadece dünü değil, bugünü de kaybetmiş oluruz. Yarına kavuşma garantimizin olmamasının dışında dününü, bugününü kaybedenlerin yarını nasıl olsun?
Devlet ve millet idaresinde de durum aynıdır. Yani siyasi, iktisadi, hukuki, ahlâki ve kültürel hayatımızda da aynı temel kaide geçerlidir. Ayrıca şahsi hayatımızdaki neticeler genelde yine şahsımızı, ancak devlet ve millet idaresindeki neticeler bir toplumu ilgilendirmesi bakımından çok daha önemlidir.
Hele olayların ve gelişmelerin süratle gelişip yayıldığını, bir anda bütün dünyayı etki alanına aldığını düşünürsek devlet ve hükümet adamlarının muhasebeleri, değerlendirmeleri çok daha önem kazanmaktadır.
Son zamanlarda dinimiz, örfümüz, kültürümüz hakkındaki iftiralar, ithamlar, suçlamalar dikkate alındığında bilhassa ilahiyatçı ve ilim erbabı dediğimiz kadroların kendilerini muhasebe, murakabe ve bir değerlendirmeye tâbi tutmaları ne kadar önem kazanır, bunu takdirlerinize bırakıyorum.
Ülkemiz ve dünyamız nereye doğru gidiyor ve biz bu gidişin neresindeyiz? Kimin kayığında, kimin küreğini çekiyoruz?
Bu sualin cevabını herkes ama öncelikle idari, siyasi çevreler mutlaka vermelidirler. Hatta gerekiyorsa -ki gerekebilir- dünyanın dışına ve ötesine çıkarak dünyayı ve dünyadakileri bütün çıplaklığı ile görmek şarttır. Çünkü olaylar bizi öylesine kuşatıyor ki ne onları ne de geldikleri yeri bir türlü göremiyor ve yakalayamıyoruz.
Herkes ne yapar, ne yapmaz bilemeyiz ama, biz yine, evet biz yine kendimize dönelim.
Ne düne takılıp kalalım... Ne de yarınlara havale edelim. Sadece ve sadece bugünü düşünelim, bugünü yaşayalım ve bugünü değerlendirelim.
Unutmayalım ki dünü kurtarmanın da, yarına kavuşmanın da yolu bugünü dolu-dolu yaşamaktan geçer.
Söz ve yazı olarak eğrisi ile doğrusu ile çok şeyler söylendi ve yazıldı. Ancak genel olarak söylenildiği ve yazıldığı kadar hiçbir şey yapılmadı.
Elbette söylediğinden ve yazdığından daha çok yaşayanlar olmuştur. Bundan şüphemiz yok. Fakat aslolan herkesin kendi nefsinde bir muhasebe yaparak sözle veya yazılı ifadeleri kadar yaptıkları arasında bir denge mi yoksa bir uçurum mu var; bunu görmesidir.
Bugün çok konuşup çok yazıp iddia sahibi olmak moda ya... Şöyle bir sual sorulsa... Çok konuşup az veya hiç yapmamak mı? Yoksa tam tersi hiç konuşmayıp az ya da çok yapmak mı? Akl-ı selim ikinci şıkkı tercih eder ki, doğrusu geçerli olan da budur.
Şimdi bu çerçevede bizzat kendimize, söylediklerimize-söylemediklerimize, yaptıklarımıza-yapmadıklarımıza baktığımız zaman nasıl bir "ben" gördüğümüz çok önemlidir.
Bu cümleden olarak, Ramazan'da ve bayramda gerçekten imanımızın zevkine varabildik mi? Yine bugün imanımız hakkında bir takım endişelerimiz oldu mu? Amel ve ibadet açısından hayırlı ve faydalı işlerde biraz daha fazla aktif olmaz mıydık? Kıldığım namazlardan, tuttuğum oruçlardan, verdiğim zekât ve sadakalardan, yaptığım hayır ve ibadetlerden biraz daha fazlasını yapamaz mıydım?
Kardeş, dost, eş, akraba, arkadaş ziyaretlerine yeteri kadar zaman ayırdım mı? Yoksa hiç mi aklıma gelmedi?
Eksiklerimi tamamlamak, kusurlarımı, günahlarımı ve yanlışlarımı gidermek konusunda elle tutulur, gözle görülür cinsinden ne yaptım?
Daha nice binlerce sual... Ama aslolan bir muhasebedir. Kendimizi Ramazan öncesi, Ramazan içerisi ve Ramazan sonrası gibi üç ayrı zamanda tartıya koyabildik mi?
Eğer bugün; dün için, Ramazan ve bayram için şunu da yapsa idim diyorsak... Ki bu mutlaka herkesin yaşadığı bir gerçektir. Bunun tek çaresi düne takılıp kalmak yerine bugünü olması gerektiği kadar dolu dolu yaşamaktır. Aksi takdirde düne takılıp kalmak bugünü yaşamamıza da engel olur ki o zaman sadece dünü değil, bugünü de kaybetmiş oluruz. Yarına kavuşma garantimizin olmamasının dışında dününü, bugününü kaybedenlerin yarını nasıl olsun?
Devlet ve millet idaresinde de durum aynıdır. Yani siyasi, iktisadi, hukuki, ahlâki ve kültürel hayatımızda da aynı temel kaide geçerlidir. Ayrıca şahsi hayatımızdaki neticeler genelde yine şahsımızı, ancak devlet ve millet idaresindeki neticeler bir toplumu ilgilendirmesi bakımından çok daha önemlidir.
Hele olayların ve gelişmelerin süratle gelişip yayıldığını, bir anda bütün dünyayı etki alanına aldığını düşünürsek devlet ve hükümet adamlarının muhasebeleri, değerlendirmeleri çok daha önem kazanmaktadır.
Son zamanlarda dinimiz, örfümüz, kültürümüz hakkındaki iftiralar, ithamlar, suçlamalar dikkate alındığında bilhassa ilahiyatçı ve ilim erbabı dediğimiz kadroların kendilerini muhasebe, murakabe ve bir değerlendirmeye tâbi tutmaları ne kadar önem kazanır, bunu takdirlerinize bırakıyorum.
Ülkemiz ve dünyamız nereye doğru gidiyor ve biz bu gidişin neresindeyiz? Kimin kayığında, kimin küreğini çekiyoruz?
Bu sualin cevabını herkes ama öncelikle idari, siyasi çevreler mutlaka vermelidirler. Hatta gerekiyorsa -ki gerekebilir- dünyanın dışına ve ötesine çıkarak dünyayı ve dünyadakileri bütün çıplaklığı ile görmek şarttır. Çünkü olaylar bizi öylesine kuşatıyor ki ne onları ne de geldikleri yeri bir türlü göremiyor ve yakalayamıyoruz.
Herkes ne yapar, ne yapmaz bilemeyiz ama, biz yine, evet biz yine kendimize dönelim.
Ne düne takılıp kalalım... Ne de yarınlara havale edelim. Sadece ve sadece bugünü düşünelim, bugünü yaşayalım ve bugünü değerlendirelim.
Unutmayalım ki dünü kurtarmanın da, yarına kavuşmanın da yolu bugünü dolu-dolu yaşamaktan geçer.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010