FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Fiziki bünyenin gelişmesi olduğu gibi, ruhi bünyenin de gelişmesi vardır. Ve bu gelişme mertebelidir. Ruhi mertebeyi, sevgi, aşk ve ibadet olarak göstermek mümkündür. Çocuk oyuncağını sever. Ergenlik çağına erişen kimse zihninde yaşattığını görünce ona sevdalanır, aşık olur. Yaradılışının sırrını düşünen kimse secdeye kapanır, ibadet eder.
Sevebilen ruhen çocuklaşmış, aşık olabilen ruhen olgunlaşmış ibadet eden ruhen olgunluğun da üzerinde bir kemale ermiştir. Bu üç hal dimağlarda birleştirilmedikçe teker teker geçerli değildir. Çünkü aşağıdan yukarı eksik olan ham, yukarıdan aşağı eksik olan sapıktır.
Başka bir şekilde şöyle anlatabiliriz. Bu kavramlar bir sehpanın üç ayağı gibidir. Birinin olmaması diğerinin düşmesini, yok olmasını neticelendirir. Fakat bunları şahsında birleştiren bir çocuk kadar kaygısız, bir bahar kadar renkli ve dalları basan kiraz kadar meyvelidir. Çünkü, kalbine sevgi çekirdeği atılmıştır. Çünkü tırnak sinirlerine varıncaya kadar aşk ağacı filizlenmiştir. Çünkü, yenmekle tükenmeyen ibadet meyvesi yetişmiştir.
Allah "Ben insanları ve cinleri, ancak ibadet etsinler diye yarattım" buyurmuştur. İşte bundan dolayıdır ki bütün insanlar ibadet yapmaya meyilli bir ruh sahibidir ve ibadet yapmaya mecburdur. Fakat insan Necip Fazıl Kısakürek'in:
"İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su
Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu" diyerek belirttiği gibi hayatın sevgi, aşk ve ibadet yolunda kurulu bir pusu, bir barikat olduğunu düşünmek zorundadır. İbadetin hakiki yönü ile hakikatleşmesi için bu barikatları geçmek şarttır. Yoksa bir ölümün hemen neticesinde, hayat denizinde yolunu şaşıran ve Allah'a yaklaşamayan zavallılardır.
İbadetin meyvesinden yiyenler
Canı cânân isterse minnet canıma
Can nedir kim, kurban etmiyem canıma
diye terennüm ederek erginlik, çağını geçmiş olgunluğa ermişler ve insani aşkın zamanla çürüyen bir ceviz ağacı gibi, olduğunu anlayan ve kurtarıcı yolun Allah'a ibadet yolu olduğunu idrak edenlerdir.
Bu günün nesli aşka bile erişemeden sevgi pususuna düşmüş bir çocuk gibi çırpınıyor. Elinden tutan sihirli bir el bulunmadıkça da çırpınacak ve çırpına çırpına kuvvetleri sıfıra inince garbın zım zım güm gümleriyle baygın bir şekilde raks etmeye devam edeceklerdir.
Cemiyet, çırpınan gençliğin raksa gelişlerini, baygın, uyuşuk halde bulunduğunu, manevi hasletlerini, inancını kaybettiğini görüp, onu uyarmağa, kurtarmağa çalışmazsa, yakın gelecekte tarih ve inandığımız günde Kadir-i Mutlak kendisini, muhakkak tecziye edecektir.
İstiklal marşı şairi büyük Akif'in Leylası, Leylaların en güzeli, değerlisi ve ölümsüzüdür. Onun Leylası İslâm'dır. İslâm'ın izzet ve ikbalidir. Müslümanların uyanması, bir ve beraber olmasıdır. Camilerin eşiklerinde yosun bitmemesi, mihrablarında örümcek bağlamamasıdır.
"Değil mi cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir
Değil mi sinede birdir vuran yürek yılmaz
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz".
Onun Leylası yiğitlerle, şehitlerle dolu olan bu vatandır.
Ne demişler; arayan Mevlasını da bulur, belasını da.
Dilerim ki Yüce Mevla bizi O'nu bulanlardan eylesin.
Fiziki bünyenin gelişmesi olduğu gibi, ruhi bünyenin de gelişmesi vardır. Ve bu gelişme mertebelidir. Ruhi mertebeyi, sevgi, aşk ve ibadet olarak göstermek mümkündür. Çocuk oyuncağını sever. Ergenlik çağına erişen kimse zihninde yaşattığını görünce ona sevdalanır, aşık olur. Yaradılışının sırrını düşünen kimse secdeye kapanır, ibadet eder.
Sevebilen ruhen çocuklaşmış, aşık olabilen ruhen olgunlaşmış ibadet eden ruhen olgunluğun da üzerinde bir kemale ermiştir. Bu üç hal dimağlarda birleştirilmedikçe teker teker geçerli değildir. Çünkü aşağıdan yukarı eksik olan ham, yukarıdan aşağı eksik olan sapıktır.
Başka bir şekilde şöyle anlatabiliriz. Bu kavramlar bir sehpanın üç ayağı gibidir. Birinin olmaması diğerinin düşmesini, yok olmasını neticelendirir. Fakat bunları şahsında birleştiren bir çocuk kadar kaygısız, bir bahar kadar renkli ve dalları basan kiraz kadar meyvelidir. Çünkü, kalbine sevgi çekirdeği atılmıştır. Çünkü tırnak sinirlerine varıncaya kadar aşk ağacı filizlenmiştir. Çünkü, yenmekle tükenmeyen ibadet meyvesi yetişmiştir.
Allah "Ben insanları ve cinleri, ancak ibadet etsinler diye yarattım" buyurmuştur. İşte bundan dolayıdır ki bütün insanlar ibadet yapmaya meyilli bir ruh sahibidir ve ibadet yapmaya mecburdur. Fakat insan Necip Fazıl Kısakürek'in:
"İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su
Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu" diyerek belirttiği gibi hayatın sevgi, aşk ve ibadet yolunda kurulu bir pusu, bir barikat olduğunu düşünmek zorundadır. İbadetin hakiki yönü ile hakikatleşmesi için bu barikatları geçmek şarttır. Yoksa bir ölümün hemen neticesinde, hayat denizinde yolunu şaşıran ve Allah'a yaklaşamayan zavallılardır.
İbadetin meyvesinden yiyenler
Canı cânân isterse minnet canıma
Can nedir kim, kurban etmiyem canıma
diye terennüm ederek erginlik, çağını geçmiş olgunluğa ermişler ve insani aşkın zamanla çürüyen bir ceviz ağacı gibi, olduğunu anlayan ve kurtarıcı yolun Allah'a ibadet yolu olduğunu idrak edenlerdir.
Bu günün nesli aşka bile erişemeden sevgi pususuna düşmüş bir çocuk gibi çırpınıyor. Elinden tutan sihirli bir el bulunmadıkça da çırpınacak ve çırpına çırpına kuvvetleri sıfıra inince garbın zım zım güm gümleriyle baygın bir şekilde raks etmeye devam edeceklerdir.
Cemiyet, çırpınan gençliğin raksa gelişlerini, baygın, uyuşuk halde bulunduğunu, manevi hasletlerini, inancını kaybettiğini görüp, onu uyarmağa, kurtarmağa çalışmazsa, yakın gelecekte tarih ve inandığımız günde Kadir-i Mutlak kendisini, muhakkak tecziye edecektir.
İstiklal marşı şairi büyük Akif'in Leylası, Leylaların en güzeli, değerlisi ve ölümsüzüdür. Onun Leylası İslâm'dır. İslâm'ın izzet ve ikbalidir. Müslümanların uyanması, bir ve beraber olmasıdır. Camilerin eşiklerinde yosun bitmemesi, mihrablarında örümcek bağlamamasıdır.
"Değil mi cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir
Değil mi sinede birdir vuran yürek yılmaz
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz".
Onun Leylası yiğitlerle, şehitlerle dolu olan bu vatandır.
Ne demişler; arayan Mevlasını da bulur, belasını da.
Dilerim ki Yüce Mevla bizi O'nu bulanlardan eylesin.