İsmailağa Camisindeki hadiseyle başladı bu seferki alacakaranlık kuşağı. Bir camide cinayet işlendi. Türkiye'de birilerinin belirlediği periyotlarla başlayan ve devam eden irtica yaygaraları sürecine de girmiş olduk böylece. Camide cinayet işlenmesi asıl mevzu olmaktan tamamen çıktı, bir tarikat ve bunun üzerinden Türkiye'deki bütün tarikatlar, cemaatler, hiçbir tarikatla alakası olmayan dindar insanlar, başörtülü hanımlar, hepsi birbirine karıştırılıp servis edilmeye başlandı.Günlerce Fatih-Çarşamba'da yaşayan insanların kılık ve kıyafetleri, sakalları, çarşafları gündemi oluşturdu. İsmailağa cemaati ve ibda-c bağlantısı kuruldu. Sauna çetesi ile irtibatlandırıldı. Kasım Zengin'in aylarca önce emniyete verdiği ifade raflardan indirilip gazetelere taşındı. Bu haberlerdeki olayın haber ve senaryo kısmı arka planda, üslup ön planda idi. Vurun dindara, suçlu mu vurun suçsuz mu daha çok vurun, mağdur mu tekmeleyin, mazlum mu yuhalayın..Ortalığın tozu dumanı azalmışken bu sefer de Belbim genel müdürünün kaçamağı ortaya döküldü. Burda da göze sokulan, yasak bir ilişkiden ziyade müdürün eşinin başörtüsü oldu. Bu eş üzerinden yine bütün başörtülü kadınların eşlerine kölelik yaptığı, düşünme ve akıl yürütme yeteneğinden mahrum oldukları gibi kimi doğrudan kimi imalı anlatımlara girişildi.Arkasından Sincan'da bir lisede bir öğretmenin öğrencilerine, irticai mesajlar gönderdiği taşındı manşetlere.Daha sonra Van yüzüncü yıl üniversitesinde bir öğretim üyesinin başörtülü öğrencilere başınızı açmayın diye baskı yaptığı, başörtülüleri başarısız bile olsalar sınıf geçirttiği haberi yapıldı.İşi o kadar abarttılar ki kandil gecesinde camileri dolduran cemaatin, cami avlusunda buldukları tesbihin haberini bile yaptılar.Bu nedir, nasıl bir nefrettir? "Kara sakallı yüzlere" zihinlerinde öfke ve nefret montajlayanlar, acaba kendi yüzlerini aynada okumaya çalışıyorlar mı ki? Başörtülü kadınlara habire cadı avları düzenleyenler hiç vicdanlarıyla baş başa kalıyorlar mıdır?İrtica borazanlığı yapanlar bu işi en çok başörtü üzerinden yapıyorlar. Anladık başörtüsüne tahammülleri yok. Fakat daha ne istiyorlar ki? İrtica yaygaracısı zevatın yoğun mesaileri sonunda başörtülü kadınlar kamu kurumlarında çalışmaktan, öğretmenlik yapmaktan ve üniversitelerde okuma hakkından mahrum edildiler. Toplumun başörtüsüne bakışı ve bu konudaki tavrı da uzun çabalardan sonra değişti. Başörtüsü pek de lüzumlu olmayan, gerektiğinde ve hatta gerekmese de vazgeçilebilecek bir unsur olarak görülmeye başlandı. Başörtülü kadınlar toplum dışına itilmeye başlandı. Resmi kurumlarda, hastanelerde ve hatta mağazalarda bile başörtülü hanımlara bir şeyden anlamaz, cahil, ilkel insan muamelesi yapılabiliyor. Başı açık hanıma "siz" diye hitap eden tezgahtar, başörtülüye "sen" diye hitap ediyor. Psikolojik baskılara dayanamayan pek çok kadın başını açtı. Fakat çoğu yine bunalım yaşamaya devam ediyor.İnsanların hayatları mahvedildi. Yetecek mi dersiniz? Hayır tabii ki.28 Şubat süreci ve sonrasında yapılan yayın ve propagandaların dindarlarla ilgili hükümet nezdinde gerekeni yaptırması ve toplumda makes bulması bugün yeni bir süreci daha başlattı. Elbette başka hesaplar, alınacak sonuçlar da var, bunu başlatanlar için. Ancak başörtülü insanları toplumdan tamamen dışlamak, sokakta bile yürüyemeyecek hale getirmek, hastanelerde başörtülü tedavi olamayacak, resmi kurumlarda işlerini yaptıramayacak duruma getirmek. Böylece ya herkesin başını açmasını sağlamak ya da nereye isterlerse oraya defolup gitmelerini sağlamak.Pek mi ütopik geldi?Bkz. kamusal alan kavramı.Daha önceleri böyle bir kavram var mıydı hayatımızda? Kamusal alanı resmi zevatın girdiği çıktığı, dolaştığı, oturduğu kalktığı her yere kadar genişletenler var. Çünkü yoruma açık, sınırları belirsiz bir kavram. Peki daha önceleri başörtüsünü teferruat olarak gören dindarlar var mıydı? Başörtülü kadınlar hiç bu kadar yalnızlaşmış mıydı bu toplumda?İnsan oldukları, inandıkları için örtünmüş olacakları, azınlıklar kadar onlarında inanç, ifade ve inancına uygun yaşama haklarının olduğu hiç bu kadar unutulmuş ve unutturulmuş muydu? Fakat bu işi yapanların, kotaranların ve yön verenlerin unuttukları, hesaba katmadıkları bir şey var. Allah'ın hesabının bütün hesapların üstünde olduğu ve er ya da geç yaptıkları her şeyin, aldıkları bütün ah'ların hesabını vermek durumunda kalacakları. İnansalar da inanmasalar da.
Hüma Gökçe / diğer yazıları
- Gerçek milliyetçilik / 03.05.2013
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011