Yine eski huyum depreşti, beleşe takılmaya karar verdim, yani gelen e-maillerle yetineceğim.
Sırası gelmişken izah edeyim, "beleş" Arapça bir kelime, açılımı şu; "Bilâ şey". Yani karşılıksız, meccanen.
Ama biz "beleş/beleşçi" deyince pek de hoş bir şey anlamayız.
Manası açık işte.
Gelen e-maillerden ilk üçü eski dost İ.H.M.'den. Hemen söyleyeyim, bunun ikide bir iç işlerimize karışan Avrupa İnsan Haklarıyla bir ilgisi yok. Bu İsmail Hakkı Mumcuoğlu kardeşimin uzun isminin kısaltılmışı.
İ.Hakkı Mumcuoğlu savaş teknolojisi başlıklı e-mailinde bakın neler göndermiş.
"Ölü sayısının artmasından endişe ediliyormuş. Tabii bir günde BİN Iraklıyı öldürdüklerini gururla anlatan Amerikalı komutanın sözlerinden de anlaşılacağı gibi endişe ettikleri, kendi ölüleri. "
Çölde esir düşen oğlu için: "Oğlum şimdi üşüyordur" diye gözyaşı döken Amerikalı annenin dramını anlıyoruz ama, kafası yumurta gibi ikiye ayrılmış çocuğun annesinin gözyaşları tarihin hangi mülevves yüzüne akıyor acaba? diye de sormadan edemiyoruz. "Üçüncü Dalga" adlı kitabıyla gündeme gelen Alvin Toffler, Heidi Toffler ile birlikte yazdıkları "Savaş ve Anti Savaş" adlı kitapta vaktiyle Vietnam'da savaşmış bir Amerikalı komutanla görüşmelerini anlatır. Don Morelli, Amerikan ordusunun en büyük probleminin teknoloji saplantısı olduğunu söyler bu konuşmada. Artık der, strateji teknolojiyi yönetmiyor Amerikan ordusunda, teknoloji stratejiyi güdümlüyor. Amerika hâlâ teknolojiye bağımlı bir askeri yapılanma içinde. "Strateji yolda düzülür" mantığıyla hareket ettikleri, ilk 3 gün içerisinde ortaya çıktı zaten.
Strateji, insan demek; akıl, kalp ve duygu sahibi insanın düşüncesi demek bir yerde. Teknoloji, bu savaşta, bütün bunları bir kara delik gibi emiyor ve ortaya, ağırlıklı olarak sivillerin öldürüldükleri bir "kıtâl/vahşet" çıkıyor. İnsansız silahların, insanlığın göreceği en insanlık dışı savaşlara gebe olduğu açık.
Bir de bizim cepheye bakalım:
Savaşın sesleri ve kum fırtınası, Bağdat semalarında petrol dumanlarıyla karışarak Turner'ın tablolarına misilleme yapar da, medyamız tarihe geçecek tablolar yapma fırsatını kaçırır mı? Beyaz bayraklarıyla teslim olurken vurulan iki Iraklı asker resminin altına utanıp sıkılmadan, "Teslim olmaya fırsat bulamadılar" diye yazmaktan tutun da "meşhur" popüler tarihçimiz Murat Bardakçı'nın, "zaten Arapların dedeleri de İngilizleri çiçekle karşılamışlardı?" tarzı bir yorumla hem tarihi, hem de bugünü çarpıtmasına varıncaya kadar yüzlerce utanç levhası kol geziyor medyamızda.
İkinci e-mail de İ.H.Mumcuoğlu'na ait. "Dün olmuş..." kaydıyla başlıyor e-mail.
CNN Türk'ün "merkez stüdyosu"ndan Mehmet Ali Birand heyecanla "Burçin Bağdat'ta durum nedir? bombardıman sürüyor mu?" diye soruyor.
Burçin "cephe"den büyük bir hayal kırıklığı içinde şefine yanıt veriyor:
"Mehmet Ali Birand, maalesef bombardıman 15 dakika önce sona erdi."
Benim gibi bu anı kaçırmışsınız diye düşünerek aldım buraya.
Son e-mail Kilis'ten, Kilis Postası adlı gazetede çıkan bir haber. Murat Çobanoğlu gönderdi:
Televizyonda Iraklıların "tekbir ve salavat" getirerek savaşa karşı gösteri yapmalarını izleyen anne ve babasına , "Bunlar bizim gibi niye konuşuyorlar. Bunlarda mı Türk?" diye sorması üzerine annenin, "Hayır yavrum onlar Arap Müslümanlardır. Tekbir ve salavat tüm Müslümanların ortak sözüdür" diye cevap vermesi karşısında küçük çocuk yeni bir soruyla anne ve babasını köşeye sıkıştırır:
Öyleyse bunlarda bizim gibi Camiye gidiyorlar,yani onların Kilisesi yok mu? Bu çıkışı cevaplandıran baba : "Kızım Müslümanların Kilisesi hiç olur mu? Müslümanların hepsi Camilerde ibadetlerini yaparlar. Kiliseler Hıristiyanlar için vardır" der.
Küçük çocuğun anne ve babasına sorduğu son ölümcül soru ise şöyle: "Öyleyse biz neden Iraklılardan yana değil de ABD'den yana oluyoruz. Yoksa biz de artık Kiliseye mi gideceğiz?..."
Olayı bu şekilde anlatan ana ve baba çocuklarına ne cevap vereceklerini bilemediklerini Kilis Postası'na anlattı:
"Çocuklarımız artık olayları bizden daha iyi anlıyorlar. Suallerine cevap veremiyoruz lütfen yetkililerimiz bizleri aydınlatsın ve çocuklarımızın sorularına cevap versinler. Onlara ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten artık yollarımız Kiliselere mi deşecek?"
İşte size farklı yerlerden, farklı ama aynı kapıya çıkan tablolar.
Sırası gelmişken izah edeyim, "beleş" Arapça bir kelime, açılımı şu; "Bilâ şey". Yani karşılıksız, meccanen.
Ama biz "beleş/beleşçi" deyince pek de hoş bir şey anlamayız.
Manası açık işte.
Gelen e-maillerden ilk üçü eski dost İ.H.M.'den. Hemen söyleyeyim, bunun ikide bir iç işlerimize karışan Avrupa İnsan Haklarıyla bir ilgisi yok. Bu İsmail Hakkı Mumcuoğlu kardeşimin uzun isminin kısaltılmışı.
İ.Hakkı Mumcuoğlu savaş teknolojisi başlıklı e-mailinde bakın neler göndermiş.
"Ölü sayısının artmasından endişe ediliyormuş. Tabii bir günde BİN Iraklıyı öldürdüklerini gururla anlatan Amerikalı komutanın sözlerinden de anlaşılacağı gibi endişe ettikleri, kendi ölüleri. "
Çölde esir düşen oğlu için: "Oğlum şimdi üşüyordur" diye gözyaşı döken Amerikalı annenin dramını anlıyoruz ama, kafası yumurta gibi ikiye ayrılmış çocuğun annesinin gözyaşları tarihin hangi mülevves yüzüne akıyor acaba? diye de sormadan edemiyoruz. "Üçüncü Dalga" adlı kitabıyla gündeme gelen Alvin Toffler, Heidi Toffler ile birlikte yazdıkları "Savaş ve Anti Savaş" adlı kitapta vaktiyle Vietnam'da savaşmış bir Amerikalı komutanla görüşmelerini anlatır. Don Morelli, Amerikan ordusunun en büyük probleminin teknoloji saplantısı olduğunu söyler bu konuşmada. Artık der, strateji teknolojiyi yönetmiyor Amerikan ordusunda, teknoloji stratejiyi güdümlüyor. Amerika hâlâ teknolojiye bağımlı bir askeri yapılanma içinde. "Strateji yolda düzülür" mantığıyla hareket ettikleri, ilk 3 gün içerisinde ortaya çıktı zaten.
Strateji, insan demek; akıl, kalp ve duygu sahibi insanın düşüncesi demek bir yerde. Teknoloji, bu savaşta, bütün bunları bir kara delik gibi emiyor ve ortaya, ağırlıklı olarak sivillerin öldürüldükleri bir "kıtâl/vahşet" çıkıyor. İnsansız silahların, insanlığın göreceği en insanlık dışı savaşlara gebe olduğu açık.
Bir de bizim cepheye bakalım:
Savaşın sesleri ve kum fırtınası, Bağdat semalarında petrol dumanlarıyla karışarak Turner'ın tablolarına misilleme yapar da, medyamız tarihe geçecek tablolar yapma fırsatını kaçırır mı? Beyaz bayraklarıyla teslim olurken vurulan iki Iraklı asker resminin altına utanıp sıkılmadan, "Teslim olmaya fırsat bulamadılar" diye yazmaktan tutun da "meşhur" popüler tarihçimiz Murat Bardakçı'nın, "zaten Arapların dedeleri de İngilizleri çiçekle karşılamışlardı?" tarzı bir yorumla hem tarihi, hem de bugünü çarpıtmasına varıncaya kadar yüzlerce utanç levhası kol geziyor medyamızda.
İkinci e-mail de İ.H.Mumcuoğlu'na ait. "Dün olmuş..." kaydıyla başlıyor e-mail.
CNN Türk'ün "merkez stüdyosu"ndan Mehmet Ali Birand heyecanla "Burçin Bağdat'ta durum nedir? bombardıman sürüyor mu?" diye soruyor.
Burçin "cephe"den büyük bir hayal kırıklığı içinde şefine yanıt veriyor:
"Mehmet Ali Birand, maalesef bombardıman 15 dakika önce sona erdi."
Benim gibi bu anı kaçırmışsınız diye düşünerek aldım buraya.
Son e-mail Kilis'ten, Kilis Postası adlı gazetede çıkan bir haber. Murat Çobanoğlu gönderdi:
Televizyonda Iraklıların "tekbir ve salavat" getirerek savaşa karşı gösteri yapmalarını izleyen anne ve babasına , "Bunlar bizim gibi niye konuşuyorlar. Bunlarda mı Türk?" diye sorması üzerine annenin, "Hayır yavrum onlar Arap Müslümanlardır. Tekbir ve salavat tüm Müslümanların ortak sözüdür" diye cevap vermesi karşısında küçük çocuk yeni bir soruyla anne ve babasını köşeye sıkıştırır:
Öyleyse bunlarda bizim gibi Camiye gidiyorlar,yani onların Kilisesi yok mu? Bu çıkışı cevaplandıran baba : "Kızım Müslümanların Kilisesi hiç olur mu? Müslümanların hepsi Camilerde ibadetlerini yaparlar. Kiliseler Hıristiyanlar için vardır" der.
Küçük çocuğun anne ve babasına sorduğu son ölümcül soru ise şöyle: "Öyleyse biz neden Iraklılardan yana değil de ABD'den yana oluyoruz. Yoksa biz de artık Kiliseye mi gideceğiz?..."
Olayı bu şekilde anlatan ana ve baba çocuklarına ne cevap vereceklerini bilemediklerini Kilis Postası'na anlattı:
"Çocuklarımız artık olayları bizden daha iyi anlıyorlar. Suallerine cevap veremiyoruz lütfen yetkililerimiz bizleri aydınlatsın ve çocuklarımızın sorularına cevap versinler. Onlara ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten artık yollarımız Kiliselere mi deşecek?"
İşte size farklı yerlerden, farklı ama aynı kapıya çıkan tablolar.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Hz. Muhammed'den (saa) kim niye rahatsız olur? / 17.03.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024