Günümüzde medya hayatın her alanında varlığını göstermektedir. Öyle ki, artık insanlar, aile içi ilişkilerde bile izledikleri dizilerden, filmlerden sanal karakterleri sahiplenerek gerçeğe dönüştürmek istemektedir. Haliyle sanal olan yani gerçek olmayan bir şeyin gerçeğe dönüştürmeye çalışılması da insanımızı hem kendisinden uzaklaştırdığı gibi aileleri mutsuzluğa, toplumu huzursuzluğa götürmektedir.
Sonra toplumu bilinçlendirme adına yapılan programlar, insanımızın doğrularına soru işaretleri koyduğu gibi gerçekten uzak, başka bir kültürü sevdirme, kabullendirme, olmazsa olmaz algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Medyanın, siyaset boyutunda ise tam bir pazarlama veya pazarcılık anlayışı hakimdir. Yandaş medya, yalaka medya, karşıt medya vb. adlarının sıkça kullanılması bu durumun açık ispatıdır. Hâlbuki medya, hayatın her alanında toplumun sesi, istek ve gerekliliklerini dile getirme amacı gütmesi gerekirken tam aksine belli siyasi anlayışların sözcülüğüne soyunduğunu ibretle izlemekteyiz. Düşünün bir kere! Bugün yandaş, yalaka veya muhalif medya diye adlandırılan grupların hangisi emperyalizme yani AB’ye, ABD’ye “hayır” diyebiliyor. Bu milletin kurtuluşu, tam bağımsızlığı ancak kendi milli ve manevi değerleri ile olur, diyebiliyor? Hiçbirisi. Demek ki, farklı isimleri olsa da hepsinin amacı, ağa babaları bir.
Bugün medya toplumsal ve siyasal anlamda yaşadığımız gerçekleri milletimizden ya saklamakta ya da milli ve manevi kimliğimize ters haber ve çözümler önermektedir. Haliyle insanımız bir boşluğa itilmektedir. Haliyle bu kararsız insanları, hitabet sanatını yine medya aracılığı ve (parasal) gönüllü sözcüleri ile iyi kullanarak, kendi siyasi emellerine çeken siyasi, dini, sosyal anlayışlar zuhur etmektedir ve bu gidiş hayra alamet değildir.
Bu anlayış yeni değildir. Türk Milleti bağımsızlık verirken de bu anlayışlar vardı. Ama Türk Milleti hem bu medyayı, hem itilaf devletlerini (AB’yi) yenmiş, ABD’ye git işine, demişti.
Bugün yandaş, yalaka vb. adlarla anılan medya, Kurtuluş Savaşı yıllarında “Mütareke Basını” adı ile anılıyordu. Şimdi o yıllardan bir iki örnek ben aktarayım, siz son yıllarda yaşadığımız olaylarla kıyaslayın…
“30 Ekim 1918 Çarşamba... 6 asırlık Osmanlı İmparatorluğu yenilmişti!
İmparatorluk adına Deniz Bakanı Rauf Bey ile İngiliz Komutan Amiral Calthorpe, Ege’deki, Limni Adası’nın Mondros Limanı açıklarında, İngiltere bayrağının dalgalandığı “Agamemnon” zırhlısında, çok önemli bir anlaşmaya imza attılar.
İşgal Kuvvetleri Komutanı Calthorpe, galibiyetin verdiği çalımlı bir eda ile ayağa kalktı ve tokalaşmak için Rauf Bey’e ince elini uzattı. Alaylı bakışları Türk heyetini eziyordu. Rauf Bey, amiralin uzattığı eli buruk bir nezaketle sıkarak son bir istekte bulundu;
“Ekselansları, sizden, İstanbul’un işgal edilmemesini ve Yunanlıların İstanbul’a girmemesini Osmanlı Devleti adına rica ederim”.
Bu sözleri duyan İngiliz amiral gülümseyerek şunları söyledi: “Sizi temin ederim ki, İstanbul’a tek bir düşman askeri bile girmeyecektir.”
Verilen bu söze en çok Padişah Vahdettin sevindi. Gazeteler “esaret anlaşmasını” “Diplomatik bir zafer” diye ilan ettiler.
Osmanlı Parlamentosu anlaşmayı oybirliği ile onayladı. Yetkililer, artık milletin barış ve huzura kavuşacağını, Avrupa’nın, Osmanlı Devleti’ne sahip çıkacağını söyleyip, tüm halkı buna inandırdılar. Fakat bir kişiyi inandıramadılar: Mustafa Kemal Paşa...
Beyoğlu meyhanelerinde gayrimüslimlerin eğlenceleri bitmedi. Süslü binalardan sallanan İngiliz ve Yunan bayrakları, ölümün kanatları gibi açılıyordu... Gösteriler taşkınlıklara dönüştü. Sokaklar, fanatik Rum ve Ermeni göstericilerle doluyor, Türklere sebepsiz sataşmalar ve saldırılar oluyordu.
Olaylar Anadolu’ya da sıçradı. Ermeni ve Rumlarla yaşanan bin yıllık hoşgörü, kine dönüştü birden... Türkler katlediliyordu fakat Türk gazeteleri bir tuhaftı. İngiliz Amiral Calthorpe, galip devletlerin komutanı olarak 7 Kasım 1918’de, 61 parçalık savaş donanmasıyla İstanbul Boğazı’na girerken, İstanbul basını bakınız neler yazıyordu:
Vakit; “Memleket artık barış ve huzura kavuştu!”
Tasviri Efkar; “Çevresi çiçeklerle bezenmiş, üstünden güneş doğan bir barış!”
Hadisat; (Yerde boylu boyunca yatan ölmüş bir Türk karikatürü ile) “Zaten hasta değil miydi?”
İkdam; “Allah’ın yardımıyla ateşkes yapıldı.”
Sabah; “İngiliz milleti, kainatın en azimli milletidir.”
23 Mart 1920 tarihli Alemdar gazetesi; “İdrak edilmelidir ki, Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf devletlerinin kırgınlığına sebep olur…”
21 Nisan 1919 ve 16 Mart 1920 Alemdar Gazetesi; “Azimli bir hükümet, “Kuvayı Milliye” adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor?” O günlerin gazete patronları ve köşe yazarları…
Ali Kemal; “Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye haddini bildirecektir.” (20 Nisan 1920 Peyami Sabah)
Ref’i Cevat; “İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak.”
“Mustafa Kemal isyancıdır, cezası ağır olmalıdır!” (29 Nisan 1920 Peyami Sabah)
(Alıntılar, Aydın Keleşoğlu’nun “İhanet Basını” (Bilgi Yayınevi) adlı kitabından derlenmiştir.)
Sonra toplumu bilinçlendirme adına yapılan programlar, insanımızın doğrularına soru işaretleri koyduğu gibi gerçekten uzak, başka bir kültürü sevdirme, kabullendirme, olmazsa olmaz algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Medyanın, siyaset boyutunda ise tam bir pazarlama veya pazarcılık anlayışı hakimdir. Yandaş medya, yalaka medya, karşıt medya vb. adlarının sıkça kullanılması bu durumun açık ispatıdır. Hâlbuki medya, hayatın her alanında toplumun sesi, istek ve gerekliliklerini dile getirme amacı gütmesi gerekirken tam aksine belli siyasi anlayışların sözcülüğüne soyunduğunu ibretle izlemekteyiz. Düşünün bir kere! Bugün yandaş, yalaka veya muhalif medya diye adlandırılan grupların hangisi emperyalizme yani AB’ye, ABD’ye “hayır” diyebiliyor. Bu milletin kurtuluşu, tam bağımsızlığı ancak kendi milli ve manevi değerleri ile olur, diyebiliyor? Hiçbirisi. Demek ki, farklı isimleri olsa da hepsinin amacı, ağa babaları bir.
Bugün medya toplumsal ve siyasal anlamda yaşadığımız gerçekleri milletimizden ya saklamakta ya da milli ve manevi kimliğimize ters haber ve çözümler önermektedir. Haliyle insanımız bir boşluğa itilmektedir. Haliyle bu kararsız insanları, hitabet sanatını yine medya aracılığı ve (parasal) gönüllü sözcüleri ile iyi kullanarak, kendi siyasi emellerine çeken siyasi, dini, sosyal anlayışlar zuhur etmektedir ve bu gidiş hayra alamet değildir.
Bu anlayış yeni değildir. Türk Milleti bağımsızlık verirken de bu anlayışlar vardı. Ama Türk Milleti hem bu medyayı, hem itilaf devletlerini (AB’yi) yenmiş, ABD’ye git işine, demişti.
Bugün yandaş, yalaka vb. adlarla anılan medya, Kurtuluş Savaşı yıllarında “Mütareke Basını” adı ile anılıyordu. Şimdi o yıllardan bir iki örnek ben aktarayım, siz son yıllarda yaşadığımız olaylarla kıyaslayın…
“30 Ekim 1918 Çarşamba... 6 asırlık Osmanlı İmparatorluğu yenilmişti!
İmparatorluk adına Deniz Bakanı Rauf Bey ile İngiliz Komutan Amiral Calthorpe, Ege’deki, Limni Adası’nın Mondros Limanı açıklarında, İngiltere bayrağının dalgalandığı “Agamemnon” zırhlısında, çok önemli bir anlaşmaya imza attılar.
İşgal Kuvvetleri Komutanı Calthorpe, galibiyetin verdiği çalımlı bir eda ile ayağa kalktı ve tokalaşmak için Rauf Bey’e ince elini uzattı. Alaylı bakışları Türk heyetini eziyordu. Rauf Bey, amiralin uzattığı eli buruk bir nezaketle sıkarak son bir istekte bulundu;
“Ekselansları, sizden, İstanbul’un işgal edilmemesini ve Yunanlıların İstanbul’a girmemesini Osmanlı Devleti adına rica ederim”.
Bu sözleri duyan İngiliz amiral gülümseyerek şunları söyledi: “Sizi temin ederim ki, İstanbul’a tek bir düşman askeri bile girmeyecektir.”
Verilen bu söze en çok Padişah Vahdettin sevindi. Gazeteler “esaret anlaşmasını” “Diplomatik bir zafer” diye ilan ettiler.
Osmanlı Parlamentosu anlaşmayı oybirliği ile onayladı. Yetkililer, artık milletin barış ve huzura kavuşacağını, Avrupa’nın, Osmanlı Devleti’ne sahip çıkacağını söyleyip, tüm halkı buna inandırdılar. Fakat bir kişiyi inandıramadılar: Mustafa Kemal Paşa...
Beyoğlu meyhanelerinde gayrimüslimlerin eğlenceleri bitmedi. Süslü binalardan sallanan İngiliz ve Yunan bayrakları, ölümün kanatları gibi açılıyordu... Gösteriler taşkınlıklara dönüştü. Sokaklar, fanatik Rum ve Ermeni göstericilerle doluyor, Türklere sebepsiz sataşmalar ve saldırılar oluyordu.
Olaylar Anadolu’ya da sıçradı. Ermeni ve Rumlarla yaşanan bin yıllık hoşgörü, kine dönüştü birden... Türkler katlediliyordu fakat Türk gazeteleri bir tuhaftı. İngiliz Amiral Calthorpe, galip devletlerin komutanı olarak 7 Kasım 1918’de, 61 parçalık savaş donanmasıyla İstanbul Boğazı’na girerken, İstanbul basını bakınız neler yazıyordu:
Vakit; “Memleket artık barış ve huzura kavuştu!”
Tasviri Efkar; “Çevresi çiçeklerle bezenmiş, üstünden güneş doğan bir barış!”
Hadisat; (Yerde boylu boyunca yatan ölmüş bir Türk karikatürü ile) “Zaten hasta değil miydi?”
İkdam; “Allah’ın yardımıyla ateşkes yapıldı.”
Sabah; “İngiliz milleti, kainatın en azimli milletidir.”
23 Mart 1920 tarihli Alemdar gazetesi; “İdrak edilmelidir ki, Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf devletlerinin kırgınlığına sebep olur…”
21 Nisan 1919 ve 16 Mart 1920 Alemdar Gazetesi; “Azimli bir hükümet, “Kuvayı Milliye” adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor?” O günlerin gazete patronları ve köşe yazarları…
Ali Kemal; “Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye haddini bildirecektir.” (20 Nisan 1920 Peyami Sabah)
Ref’i Cevat; “İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak.”
“Mustafa Kemal isyancıdır, cezası ağır olmalıdır!” (29 Nisan 1920 Peyami Sabah)
(Alıntılar, Aydın Keleşoğlu’nun “İhanet Basını” (Bilgi Yayınevi) adlı kitabından derlenmiştir.)
Akın Aydın / diğer yazıları
- Siyasetçiler Yasak Elma ve Kızılcık Şerbeti dizilerini mi izliyor! / 28.03.2024
- Dünya lideri demek kolay, olmak zor / 27.03.2024
- Siyasette de hep masa kazanıyor / 25.03.2024
- Erdoğan neden sözlerinin esiri olmuyor? / 24.03.2024
- Erdoğan ‘seçimden sonrası tufan diyenleri’ not alıyormuş / 23.03.2024
- Müslümanların kan ile iftarı ve son fetva / 22.03.2024
- Erdoğan’a biat ve bozkurtların aklaşması / 21.03.2024
- Hüseyin Baş: 'Bunlarda hiçbir değer ve kutsal yok' / 20.03.2024
- Parası olan kaçırıyor, olmayan kaçıyor / 19.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Dünya lideri demek kolay, olmak zor / 27.03.2024
- Siyasette de hep masa kazanıyor / 25.03.2024
- Erdoğan neden sözlerinin esiri olmuyor? / 24.03.2024
- Erdoğan ‘seçimden sonrası tufan diyenleri’ not alıyormuş / 23.03.2024
- Müslümanların kan ile iftarı ve son fetva / 22.03.2024
- Erdoğan’a biat ve bozkurtların aklaşması / 21.03.2024
- Hüseyin Baş: 'Bunlarda hiçbir değer ve kutsal yok' / 20.03.2024
- Parası olan kaçırıyor, olmayan kaçıyor / 19.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024