Sabah saat yedi...
İlk ışıkları şehrin bütün caddelerinde...
Duraklarda mahmur gözlü,
esneyen insanlar,
geceden kalmış uykusuz...
Biz de henüz uyumadık...
On buçukta başlayan sohbet
sabah namazı arası hariç devam
ediyor...
Tavşan kanı çaylar ve sıcak
poğaça kokusu, ayık tutuyor insanı
“Eeee” diyor, “Ne olacak bu işin sonu”
diyor...
İş dediği, ömür, hayat, yaşam...
“Akıbet” derdinde bir adam ve akan
giden saatler...
Dilimiz döndüğünce konuşuyoruz,
paylaşıyoruz, anlamak ve anladığımızı
anlatmak istiyoruz iyi niyetlice...
Dönüyor kelimeler beyinde pervane gibi...
Menzilini arayan bir ok,
hedefine kilitlenmiş kurşun gibi...
Açmak istiyorum gönlünün kilidini büyük bir gayretle...
Benim okuduğumu
dinlediğimi
bildiğimi
otuz senedir yaşamak isteyip
istikamet çizgisine oturtmak arzu ettiğimi,
o bir çırpıda anlasın hissetsin istiyorum...
Ve dökülüyor ağzımdan kelimeler:
“Kardeşim, Allah seni biliyorsa
başkası bilmese de olur
sen Allah’ı biliyorsan
başka bir şey bilme.”
Durup bakıyor gözlerime,
“Zor iş bu hacı abi” diyor...
E, öyle biraz...
Kolay iş diyen mi oldu...
Arkasına yaslanıp, çayından bir yudum alıyor…
“Aslında her şey çok kolay,
Yaradan’ı aklından çıkarmazsan
her şey çok kolay.”
Durup kalmak, kalakalmak sırası bende...
Bildiğim, söylediğim bir şey bu,
yeni değil...
Ama ayrı bir yürekten,
dertli dertli çıkınca voltaj yükseliyor;
öğretmek çabası,
öğrenme telaşına dönüşüyor...
Tebessümle arabasına yönelen kardeşimin ardından bakıyorum...
Ağzımda dua...
“Ceddine rahmet, Cemalullah’ı göresin.”
İlk ışıkları şehrin bütün caddelerinde...
Duraklarda mahmur gözlü,
esneyen insanlar,
geceden kalmış uykusuz...
Biz de henüz uyumadık...
On buçukta başlayan sohbet
sabah namazı arası hariç devam
ediyor...
Tavşan kanı çaylar ve sıcak
poğaça kokusu, ayık tutuyor insanı
“Eeee” diyor, “Ne olacak bu işin sonu”
diyor...
İş dediği, ömür, hayat, yaşam...
“Akıbet” derdinde bir adam ve akan
giden saatler...
Dilimiz döndüğünce konuşuyoruz,
paylaşıyoruz, anlamak ve anladığımızı
anlatmak istiyoruz iyi niyetlice...
Dönüyor kelimeler beyinde pervane gibi...
Menzilini arayan bir ok,
hedefine kilitlenmiş kurşun gibi...
Açmak istiyorum gönlünün kilidini büyük bir gayretle...
Benim okuduğumu
dinlediğimi
bildiğimi
otuz senedir yaşamak isteyip
istikamet çizgisine oturtmak arzu ettiğimi,
o bir çırpıda anlasın hissetsin istiyorum...
Ve dökülüyor ağzımdan kelimeler:
“Kardeşim, Allah seni biliyorsa
başkası bilmese de olur
sen Allah’ı biliyorsan
başka bir şey bilme.”
Durup bakıyor gözlerime,
“Zor iş bu hacı abi” diyor...
E, öyle biraz...
Kolay iş diyen mi oldu...
Arkasına yaslanıp, çayından bir yudum alıyor…
“Aslında her şey çok kolay,
Yaradan’ı aklından çıkarmazsan
her şey çok kolay.”
Durup kalmak, kalakalmak sırası bende...
Bildiğim, söylediğim bir şey bu,
yeni değil...
Ama ayrı bir yürekten,
dertli dertli çıkınca voltaj yükseliyor;
öğretmek çabası,
öğrenme telaşına dönüşüyor...
Tebessümle arabasına yönelen kardeşimin ardından bakıyorum...
Ağzımda dua...
“Ceddine rahmet, Cemalullah’ı göresin.”
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Emin Bektaş / diğer yazıları
- Sancaktar / 11.05.2020
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013






























































































