17 Ağustos 1999… Hepimizin hafızasında acı bir iz bırakan tarih. Resmî rakamlara göre 17.480 yurttaşımızı kaybettik, 43.953 kişi yaralandı. Ben de o gün İstanbul'daydım. Sokaklara yayılan feryatları, insanların çaresizliğini bizzat gördüm. O gece sadece binalar değil, aslında devletin ve toplumun hazırlıksızlığı da çökmüştü.
Bugün aradan çeyrek asır geçti. Bilim insanları, önümüzdeki 25 yıl içinde %65 ihtimalle yeni bir büyük depremin kapımızı çalacağını söylüyor. Yani tehlike hâlâ yanı başımızda. Ama siyaset kurumu hâlâ seçimlere, koltuk hesaplarına, günübirlik polemiklere odaklanıyor. Deprem gerçeğini konuşuyor muyuz? Hayır. Fakat depremin bir gün mutlaka geleceğini biliyoruz. İşte tam da bu yüzden, bu mesele aslında siyaset üstü bir varlık-yokluk meselesidir.
KENTSEL DÖNÜŞÜM MÜ, RANTSAL DÖNÜŞÜM MÜ?
Geçtiğimiz günlerde BTP İstanbul Belediye Başkan Adayı Av. Cihan Erdoğanyılmaz'ın bir sözü dikkatimi çekti:
"AKP, İstanbul'da 85 milyar dolardan fazla rant elde etti. Bu parayla İstanbul'u 4 kez dönüştürebilirdik."
Mesele bütçe değil, bakış açısı.
Bu cümle aslında her şeyi özetliyor. Çünkü depremi fırsata çevirip halkı güvenli konutlara kavuşturmak yerine, mesele rant yarışına dönüştürüldü. "Yarısı bizden" kampanyasından bile halktan çok rantçılar fayda görmekteler. Oysa gerçek kentsel dönüşüm, vatandaşın cebini boşaltmadan, devletin sosyal devlet refleksiyle üstleneceği bir görevdir. Eğer devlet deprem gibi bir beka sorununu bile piyasaya havale ediyorsa, yarın enkazdan sadece binalar değil, siyaset kurumunun itibarı da çıkar.
JAPONYA'DAN ALINACAK DERSLER
Peki, dünyada deprem gerçeğiyle yaşayan başka ülkeler ne yapıyor? Örneğin Japonya…
Orada sadece sağlam bina yapmakla yetinilmiyor, toplumsal hafıza diri tutuluyor. Yıkılan bazı yapılar özellikle korunuyor; birer ibret anıtı haline getiriliyor. Bizde ise yıkılan binayı en hızlı şekilde kaldırıp unutmaya çalışıyoruz.
Japon kültüründe bir de Kintsugi diye bir sanat var. Kırılan bir seramik parçası, altın, gümüş ya da platin karıştırılmış reçine ile onarılarak yeniden kullanıma kazandırılıyor. Amaç, kusuru örtmek değil; tam tersine kırığı görünür kılarak geçmişten ders almayı sağlamak. Bizim de aslında buna ihtiyacımız var: Depremi altınla değil ama bilinçle onarmaya. Unutmak yerine yüzleşmeye.
TÜRKİYE'DE DEPREM BİLİNCİ EKSİK
Bizim toplumumuzda ise deprem bilinci çoğu zaman bir düdük dağıtmakla, "çök-kapan-tutun" sloganlarıyla sınırlı kalıyor. Oysa mesele sadece anlık refleksler değil, kuşaktan kuşağa aktarılacak bir hafıza oluşturmak. 17 Ağustos'un yıldönümlerinde birkaç gün konuşup unutuyoruz. Ta ki yeni bir acı kapımıza gelene kadar.
Hafızası kısa bir toplum, aynı felaketi tekrar yaşamaya mahkûmdur. Bizim ihtiyacımız olan şey, depremi unutturmamak; çocuklara, gençlere, siyasetçilere, hatta iş dünyasına sürekli hatırlatmaktır. Çünkü deprem sadece yerin altındaki fay hatlarında değil; aynı zamanda toplumun hafızasında da bir kırılmadır.
AHKAM-I HATİME
Bugün ülke gündeminde anayasa tartışmaları, seçim hesapları, siyasi polemikler var. Elbette bunlar da önemlidir. Ama şunu unutmamalıyız: Deprem gerçeği, bütün bu tartışmaların çok ötesinde bir meseledir. Eğer bir sabah yeniden binlerce vatandaşımızı kaybedersek, anayasanın hangi maddesinin değiştiğini, kimin iktidarda olduğunu kimse hatırlamayacak.
O yüzden siyaset üstü bir sorumlulukla hareket etmeliyiz. Kentsel dönüşümü rant değil, insan odaklı planlamalıyız. Depremi unutmamalı, unutturmamalıyız.
Çünkü depremi unutmak, geleceği kaybetmektir.
Bugün aradan çeyrek asır geçti. Bilim insanları, önümüzdeki 25 yıl içinde %65 ihtimalle yeni bir büyük depremin kapımızı çalacağını söylüyor. Yani tehlike hâlâ yanı başımızda. Ama siyaset kurumu hâlâ seçimlere, koltuk hesaplarına, günübirlik polemiklere odaklanıyor. Deprem gerçeğini konuşuyor muyuz? Hayır. Fakat depremin bir gün mutlaka geleceğini biliyoruz. İşte tam da bu yüzden, bu mesele aslında siyaset üstü bir varlık-yokluk meselesidir.
KENTSEL DÖNÜŞÜM MÜ, RANTSAL DÖNÜŞÜM MÜ?
Geçtiğimiz günlerde BTP İstanbul Belediye Başkan Adayı Av. Cihan Erdoğanyılmaz'ın bir sözü dikkatimi çekti:
"AKP, İstanbul'da 85 milyar dolardan fazla rant elde etti. Bu parayla İstanbul'u 4 kez dönüştürebilirdik."
Mesele bütçe değil, bakış açısı.
Bu cümle aslında her şeyi özetliyor. Çünkü depremi fırsata çevirip halkı güvenli konutlara kavuşturmak yerine, mesele rant yarışına dönüştürüldü. "Yarısı bizden" kampanyasından bile halktan çok rantçılar fayda görmekteler. Oysa gerçek kentsel dönüşüm, vatandaşın cebini boşaltmadan, devletin sosyal devlet refleksiyle üstleneceği bir görevdir. Eğer devlet deprem gibi bir beka sorununu bile piyasaya havale ediyorsa, yarın enkazdan sadece binalar değil, siyaset kurumunun itibarı da çıkar.
JAPONYA'DAN ALINACAK DERSLER
Peki, dünyada deprem gerçeğiyle yaşayan başka ülkeler ne yapıyor? Örneğin Japonya…
Orada sadece sağlam bina yapmakla yetinilmiyor, toplumsal hafıza diri tutuluyor. Yıkılan bazı yapılar özellikle korunuyor; birer ibret anıtı haline getiriliyor. Bizde ise yıkılan binayı en hızlı şekilde kaldırıp unutmaya çalışıyoruz.
Japon kültüründe bir de Kintsugi diye bir sanat var. Kırılan bir seramik parçası, altın, gümüş ya da platin karıştırılmış reçine ile onarılarak yeniden kullanıma kazandırılıyor. Amaç, kusuru örtmek değil; tam tersine kırığı görünür kılarak geçmişten ders almayı sağlamak. Bizim de aslında buna ihtiyacımız var: Depremi altınla değil ama bilinçle onarmaya. Unutmak yerine yüzleşmeye.
TÜRKİYE'DE DEPREM BİLİNCİ EKSİK
Bizim toplumumuzda ise deprem bilinci çoğu zaman bir düdük dağıtmakla, "çök-kapan-tutun" sloganlarıyla sınırlı kalıyor. Oysa mesele sadece anlık refleksler değil, kuşaktan kuşağa aktarılacak bir hafıza oluşturmak. 17 Ağustos'un yıldönümlerinde birkaç gün konuşup unutuyoruz. Ta ki yeni bir acı kapımıza gelene kadar.
Hafızası kısa bir toplum, aynı felaketi tekrar yaşamaya mahkûmdur. Bizim ihtiyacımız olan şey, depremi unutturmamak; çocuklara, gençlere, siyasetçilere, hatta iş dünyasına sürekli hatırlatmaktır. Çünkü deprem sadece yerin altındaki fay hatlarında değil; aynı zamanda toplumun hafızasında da bir kırılmadır.
AHKAM-I HATİME
Bugün ülke gündeminde anayasa tartışmaları, seçim hesapları, siyasi polemikler var. Elbette bunlar da önemlidir. Ama şunu unutmamalıyız: Deprem gerçeği, bütün bu tartışmaların çok ötesinde bir meseledir. Eğer bir sabah yeniden binlerce vatandaşımızı kaybedersek, anayasanın hangi maddesinin değiştiğini, kimin iktidarda olduğunu kimse hatırlamayacak.
O yüzden siyaset üstü bir sorumlulukla hareket etmeliyiz. Kentsel dönüşümü rant değil, insan odaklı planlamalıyız. Depremi unutmamalı, unutturmamalıyız.
Çünkü depremi unutmak, geleceği kaybetmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Dün SHP, bugün AKP-MHP: Senaryo aynı / 22.08.2025
- Transfer sezonu: Siyaset mi, toplum mu? / 21.08.2025
- Depremi unutmak, geleceği kaybetmektir / 20.08.2025
- Halkın sessiz çığlığı: Siyasete düşen pay / 19.08.2025
- Türkiye’nin dış politika serüveni: Kaçırılan fırsatlar ve büyük tehditler / 18.08.2025
- Egemenlik ve Ekümenlik: Lozan’dan günümüze sessizlik ve hassasiyet / 17.08.2025
- Terörsüz Türkiye Komisyonu: Devlet politikası mı, siyasi proje mi? / 16.08.2025
- Sorunun adını doğru koymak / 15.08.2025
- Napolyon’dan Trump’a: “Dost” maskesiyle gelen stratejiler / 14.08.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ın bıçak misali ve bugünün Türkiye’si / 13.08.2025
- Transfer sezonu: Siyaset mi, toplum mu? / 21.08.2025
- Depremi unutmak, geleceği kaybetmektir / 20.08.2025
- Halkın sessiz çığlığı: Siyasete düşen pay / 19.08.2025
- Türkiye’nin dış politika serüveni: Kaçırılan fırsatlar ve büyük tehditler / 18.08.2025
- Egemenlik ve Ekümenlik: Lozan’dan günümüze sessizlik ve hassasiyet / 17.08.2025
- Terörsüz Türkiye Komisyonu: Devlet politikası mı, siyasi proje mi? / 16.08.2025
- Sorunun adını doğru koymak / 15.08.2025
- Napolyon’dan Trump’a: “Dost” maskesiyle gelen stratejiler / 14.08.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ın bıçak misali ve bugünün Türkiye’si / 13.08.2025