Dünya bir tiyatro sahnesi, belki de bir simülasyonun içindeyiz veya cam fanusta sıkışmış bir yerdeyiz, ya da burası bir rüya ve hepimiz bir gün uyanacağız.
Dünya ile ilgili benzetmeleri düşünürken, bir kaç gündür zihnimde bir samanlıktır gidiyor. Sonra Kur'an'a baktığımda da benzer teşbihleri gördüm. Kur'an-ı Kerim de (En'am/ 32, Ankebut/64, Muhammed/36) dünya hayatı bir oyun eğlence, süs, gösteriş, öğünme, mal ve evlat çokluğu gibi benzetmeler yapıldıktan sonra (Hadid /20) de bu ekinlerin çokluğu hoşunuza gitse de ardından sapsarı kesilmiş çerçöp haline geldiğini görürsün, dediğini.
İnsanı varoluş sürecini ele aldığımızda bir döngüsel bir süreç içerisinde olduğunu görüyoruz. ''Muhakkak ki Allah geldik ve yine O'na döneceğiz.'' Bakara 2/156 İlk var oluştan, Homo Sapıens olana (Adem-insan) oluşumuza geçen evre genellikle felsefenin, insan olduktan sonra erdeme ulaşıp bilgeliğe erişme süreci ise din/tasavvufun konusudur. Konunun bütünlüğü açısından ilk varoluştan bilgeliğe erişme sürecini felsefenin içerisinde değerlendireceğiz.
Felsefe tarihi boyunca din, bilim, evren, insan ve zaman konularını incelemiştir Özellikle din ve felsefe ilişkisini tartışa gelmiştir. Ancak bunlar hasım değil hısımlardır. Zira akıl da düşünce de insanın kullanıldığı araçlardır. Kuran'ı anlamak için din, felsefe, akıl ve bilimin birer araçlar olması gibi. Zira İnsan gönül, iman ise insanın adeta gözüdür.
Felsefenin tek konusu din olmadığı gibi; dinin tek uygulama alanı felsefe değildir. Zira her ikisi ayrı bilim dallarıdır. İlişkileri elzemdir ancak birbirinin inkarı değildir.''Din'' bilmeden ''Felsefe'' akademik gevezeliktir. ''Felsefe'' bilmeden ''Din'' ise taklittir.
Genel de din özel de İslam'ı ele alırsak bu anlamda Kuran'ın bir tutarsızlık bulamazsınız. Kavrayamadığınız bir durum varsa bu genellikle meal veya tefsirlerden kaynaklanan eksiklikler veya hatalardır. Bunu birkaç meale veya tefsirlere bakarak giderebilirsiniz. Zira ayetler anlaşılsın diye gönderilmiştir. İşte din (İslam) deki aklın yeri buradadır. Akıl bu ayetleri anlamaya çalışır. ''Niçin akletmiyorsunuz?'' ayetleri bu anlamdadır. Vayihe tabi olan bir akıldan bahseder din.
Felsefe'nin ''Hududu sitte'' altı tanımı yapılmıştır. Kelime olarak ''Bilgelik sevgisi'' olan Felsefe, en genel anlamda "düşünmek" demek olduğundan ve Kuran-ı Kerim'in ''Niçin tefekkür etmiyorsunuz? Niçin akletmiyorsunuz, Niçin düşünmüyorsunuz? '' ikazları karşısında felsefenin dini anlamak için bir argüman olarak kullanabileceği kanaatindeyim. Din ile Felsefenin metotları, alanları sonuç ve yöntemleri elbette farklıdır. Ancak dinin felsefeye , felsefenin dine karşı olduğu anlayışı yanlıştır. Bir barışı ya da inkarı söz konusu değildir.
Çünkü iki ayrı dalda bulunan ilim dallarıdır. Felsefe sonuç istemez çünkü. Felsefe, süreç ilmidir. Sonuca yaklaştığı an dahi sonucu sorgular. Felsefe de doğru; kişiye, zamana ve şartlara göre değişebilir ama din de hakikat ilahidir, yani mutlak doğrudur sonuç ilmidir. Oysa felsefe hakikati arayıştır. Zira süreç ilmidir.
Akıl yerine şimdi düşünceyi tabu haline getiriyorlar sanki düşünce sadece akılla yapılıyormuş gibi. Ki düşünde akılla beraber his, ruh, sağduyu, önsezi, rüya gibi birçok öncül vardır. Buna gönülde eklenince tefekkür olur. Modern deyimle düşüncenin merkezi akıl değil kalptir.
Din ve ve Felsefe''yi ne düşman ne kardeş olarak göreceğiz. Felsefe de bilim gibi değişiklik gösterir. Linear (doğrusal) bir yol izlemez. Sürekli başladığı yola dönebilir. Bilim ile din arasında konulmak istenen mesafe; Felsefe ve Din arasında da yapılmak istenmiştir.
Çünkü bir dönem Alman idealistlerin tümü her bilgi objesinin zihnin yani "usun" bir ürünü olduğu savunurlar. Haklıdırlar zira ellerinde ki tek kalan doğru malzeme akıldır. Zira "tinsel" din ve ruh tamamen yitirilmiş kalanı ise siyasal dinin (kilisenin) elinde çürümüştü. Hegel de buna dahildi. Zira "Her gerçek ussaldır, her ussal olan gerçektir" der.
Nietzche, Nihilizmi evrensel ahlak yasasının daha üstü bir aşama olarak görmüş ve bu uğurda mutlak doğruların terk edileceğini savunmuştu. Demokrasi ve Sosyalizmi ise Hristiyan ahlak sisteminin de laik düzlemde devam etmekle suçlamıştı. Schelling de insan bilgisininin en yüksek ve koşulsuz öğesi olarak "ben" öğesini postülalaştırmıştı. Hegel insan benleri arasında güç savaşının temel nedenini, insanın öz bilincini gerçekleştirme arzusuna bağlamıştı.
Oysa aklın sınırları vardır alanı belli olan kavramları ve imgeleri ancak anlayabilir.
Baş Hoca'nın dediği gibi, ''Akıl insann kullandığı bir malzemedir. İnsan gönüldür, gönül...'' Akıl bu anlamda Tanrıyı kavrayacak güçte değildir. Alanı içinde olan kavramlardan hareketle ancak Tanrı'nın "ne" olduğunu değil "ne" olmadığını anlayacak kapasitededir. Güneş, ağaç, dağ, ateş, evren olmadığını kavrar ancak yaratıcıyı kavrayacak güç kalptedir. Buna kalp.gözü, gönül gözü veya gönül de diyebiliriz.
Yine de canlılar içinde İçgüdüsü en zayıf canlı insandır. İçgüdüye insan duygusu olarak sezgi, sağduyu dini terminolojide de buna ''ilham'' diyebiliriz. Hayat tüm kurgusunda "ideal insan" olabilmek için bunu güçlendirmeyi amaçlar. Felsefe de, din de, bilimde buna dahildir.
Din açısından edep de ahlak da dünya içindir. Ahirette güzel bir hayat ummak için dünyada güzel bir hayat kurmak zorundayız. Din de yer alan ibadetler de bu mana da sağduyunun, içgüdü (ilham) haline gelmesini sağlayan yegane güçtür . İbadetler, ödevler içgüdüsü en zayıf varlık olan insana içgüdüsel kazanım sağlar. Ve böylece din ahlakı ve edebi öğretir. Ahlaki özellikler zamanla içgüdü halini alır. Ve davranışsal kazanım sağlar.
İşte Felsefe de burada devreye girer. Etik ve düzen olarak felsefe bir anlamda dinin dünya ve beşeri kurgusudur. Din ise felsefenin ilahi ve evrensel kanunudur.
Roger Bacon, "Felsefe, bilgelik yolunda insanın bir araç gibi kullandığı aklı, incelikli bir hale dönüştüren akademik bir uğraştır" diyerek incelikli bir tarifle bilgeliği hedeflemiştir.
Dolayısıyla önce iman etmek sonra da iman edileni anlamak için çaba göstermek gerekir. Aklı terbiye eden bir metoda ihtiyaç vardır. Dinin amacı budur. İmandır. İmanın nesnesi de hakikattir. Hakikatin aklımızda ortaya çıkması aslında Tanrı'nın bizim içinde var oluşunu haber verir. Augustinus'a göre Tanrı hakikatin kendisidir. Yine Augustinus'a göre ''insanın seçme özgürlüğü elbette vardır.
Ancak insan bu özgürlüğü yapması gerekli olan şeyleri yapmak adına kullanamaz. Çünkü insan ilk günah sayesinde özgürlüğünü kaybetmiştir. Yeniden elde etmek için Tanrı'nın inayetine ihtiyaç duyacaktır.''
Eriugena Periphyseon adlı eserinde insanı şöyle tanımlar "İnsan Tanrının zihninde ezeli ve ebedi bir şekilde biçimlenmiş belli bir zihinsel kavramdır."
Bu manada Hz. Ali'nin tanımı müthiştir. ''Akıl insanın kalbindedir.''
Sözün Özü:
Biz samanlığımıza geri dönelim. Ve en değerli eşyamızı kaybedelim. Hem küçük hem değerli olsun bu eşya. Dünya bir "samanlık" kaybolan iğnemiz de en değerli "cevher" olsun.
İşte,
Samanlıkta iğne arama eylemine "felsefe" denir.
Samanlıkta olmayan bir iğneyi aramak "metafizik"tir.
İğneyi bulmak için samanlığı ateşe vermeye "terör" denir.
Samanlıkta mıknatıs ile iğne arama eylemine" bilim" denir.
Samanlıkta iğne aramak ve sonunda o iğneyi bulmakta "din" dir.
Yarın devam edecek nasipse....
- Geylani okulunda Ehl-i Beyt ekolü / 10.08.2022
- Geylani Okulu / 29.07.2022
- Bir tasavvuf anatomisi / 22.07.2022
- Antroposen Çağı / 30.06.2022
- Holosen / Mavi Cennet / 09.06.2022
- Bir Deniz Masalı/ Günebakan Şiiri / 09.05.2022
- Sakız orucu bozar mı? -2- / 19.04.2022
- Sakız orucu bozar mı? -1- / 18.04.2022
- Şiir gibi / 16.04.2022