Dış politikadaki zaafiyetlerden biri, belki de birincisi, milli davalarda yorgunluk, bıtkınlık ve çekingenlik göstermektir. Büyük devletler, yıllar, asırlar geçse bile yine milli davalarını, aynı heyecanla savunurlar ve milli haklarını korurlar. Bu, büyük devlet olmanın bir gereğidir. Bunu yapmayan devletler, büyüyemezler, büyük kalamazlar.
Türk milleti, milli davalarını korumanın yanında, 'milli şerefe'e de büyük önem veren bir milletti. Maalesef bugün, 'milli şeref' kavramı unutulmuş, telaffuzu dahi ayıp karşılanır olmuştur. Dahası, milli davalarda aynı akıbete doğru itiliyor. Mesela, "Kıbrıs bizim milli davamızdır" diyenlere, "küreselleşme çağında milli dava olmaz" teziyle karşı çıkılıyor. Bu teze inananlar daha da ileri giderek, "yeter artık 28 yıldır Kıbrıs davasıyla boğuşuyoruz. Bir an önce bu çözülsün de, nasıl çözülürse çözülsün" demeye başladılar.
Kıbrıs davası, gerçekten çok mu uzun sürdü? Hayır, dünyada asırlarca süren milli davalar vardır. Bunun örnekleri çok, sadece birini gösterelim. İngiltere ile İspanya arasındaki Cebelitarık davası. Bu dava tam 300 yıldır sürüyor. Fakat ne İngiltere'de, ne İspanya'da bir yetkili çıkıp da, "bu dava artık bitmelidir" demiyor. Bize ne oluyor ki, Kıbrıs davasından bıktık, usandık? Türk ordusu, Kıbrıs'a barış için asker çıkarmadı mı? Peki, 28 yıldır Kıbrıs'ta barış yok mu? Öyleyse, neden usandık, neden bıktık? Devletlerin hayatında 28 yıl çok uzun mu sayılır? 28 yılı uzun bulanlar, Türkiye'de 80-90 yıl süren arazi davalarına baksınlar. Karadeniz Bölgesi'nde öyle yayla davaları biliriz ki, 100 yıldır sürüyor.
Bu kafa mutlaka değişmeli ve milli davalardan asla taviz verilmemeli. Türk milleti gibi tarihi tecrübeye sahip bir milletin böyle bir zaafiyet göstermesini anlamak mümkün değildir. Halbuki dış politikada Osmanlı'dan kalma pekçok tarihi birikimimiz ve köklü bir geleneğimiz vardır. Bu millet, düşmanlarının bile takdir etmek zorunda kaldığı Sultan Abdulhamit Han gibi bir dış politika dehasını yetiştirmiş bir millettir. İngiltere'nin Dışişleri eski Bakanlarından Edward Grey, Sultan Abdulhamid Han'ın vefatından sonra şöyle demiştir: "Ne büyük bir kayıp. Hasmımdı, ama onun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti". İşte bu büyük dehanın eline geçmeyen fırsatlar, bugün Cumhuriyet Hükümetlerinin eline geçmiştir. Ne yazık ki, bu fırsatlar, ürkek, çekingen, iş bilmez tavırlar sonucu teker teker heba ediliyor.
Dış politikada yapılması gereken şu: Osmanlı döneminde olduğu gibi kendi gücümüzün yanında, dini, tarihi ve kültürel bağlarla bize bağlı olan devletlerin ve hatta devletsiz halkların gücünü de kullanmaktır. Biz bugün pısırıklık ve korkaklık yüzünden kendi gücümüzü dahi kullanamıyoruz. Ülkemizi bölmeye çalışanlar karşısında bile ürkek davranıyoruz. Milli davalar ve haklar bu tavırla, bu anlayışla korunamaz. Batılılar karşısındaki bu ezikliğin sebebi, batı hayranlığıdır. Bu hayranlıktan olsa gerek, Batılıların yanlışlarını, zulümlerini gündeme dahi getiremiyoruz, devamlı suçlu gibi savunmada kalıyoruz. Halbuki Batılıların yanlış uygulamalarını sorgular ve yargılarsak, kendi değerlerimizi ortaya koyarsak, bütün mazlum milletleri yanımızda buluruz. Bu da bizi dış politikada güçlü kılar.
"İnsan haklarını ihlal ediyorsunuz" diyerek bizi sıkıştıranlara karşı elimizdeki güçlü kozları, bir kere olsun kullanmayı düşünmedik. Örnek olsun diye söylüyorum. Önemli insan haklarından biri olan seçme hakkını, vatandaşlarımıza sağlamayan Batılılara, bunun hesabını sormadık. Hesap sormadığımız için de hep hesap verir konumda kaldık. Bunun değişmesini istiyorsak, önce kafamızı değiştirmemiz şarttır. Zaten kafalar ve gönüller değişince, herşey kendiliğinden değişir. Aksi halde, sadece dış politikada değil, her alanda zaafiyet devam eder.
Türk milleti, milli davalarını korumanın yanında, 'milli şerefe'e de büyük önem veren bir milletti. Maalesef bugün, 'milli şeref' kavramı unutulmuş, telaffuzu dahi ayıp karşılanır olmuştur. Dahası, milli davalarda aynı akıbete doğru itiliyor. Mesela, "Kıbrıs bizim milli davamızdır" diyenlere, "küreselleşme çağında milli dava olmaz" teziyle karşı çıkılıyor. Bu teze inananlar daha da ileri giderek, "yeter artık 28 yıldır Kıbrıs davasıyla boğuşuyoruz. Bir an önce bu çözülsün de, nasıl çözülürse çözülsün" demeye başladılar.
Kıbrıs davası, gerçekten çok mu uzun sürdü? Hayır, dünyada asırlarca süren milli davalar vardır. Bunun örnekleri çok, sadece birini gösterelim. İngiltere ile İspanya arasındaki Cebelitarık davası. Bu dava tam 300 yıldır sürüyor. Fakat ne İngiltere'de, ne İspanya'da bir yetkili çıkıp da, "bu dava artık bitmelidir" demiyor. Bize ne oluyor ki, Kıbrıs davasından bıktık, usandık? Türk ordusu, Kıbrıs'a barış için asker çıkarmadı mı? Peki, 28 yıldır Kıbrıs'ta barış yok mu? Öyleyse, neden usandık, neden bıktık? Devletlerin hayatında 28 yıl çok uzun mu sayılır? 28 yılı uzun bulanlar, Türkiye'de 80-90 yıl süren arazi davalarına baksınlar. Karadeniz Bölgesi'nde öyle yayla davaları biliriz ki, 100 yıldır sürüyor.
Bu kafa mutlaka değişmeli ve milli davalardan asla taviz verilmemeli. Türk milleti gibi tarihi tecrübeye sahip bir milletin böyle bir zaafiyet göstermesini anlamak mümkün değildir. Halbuki dış politikada Osmanlı'dan kalma pekçok tarihi birikimimiz ve köklü bir geleneğimiz vardır. Bu millet, düşmanlarının bile takdir etmek zorunda kaldığı Sultan Abdulhamit Han gibi bir dış politika dehasını yetiştirmiş bir millettir. İngiltere'nin Dışişleri eski Bakanlarından Edward Grey, Sultan Abdulhamid Han'ın vefatından sonra şöyle demiştir: "Ne büyük bir kayıp. Hasmımdı, ama onun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti". İşte bu büyük dehanın eline geçmeyen fırsatlar, bugün Cumhuriyet Hükümetlerinin eline geçmiştir. Ne yazık ki, bu fırsatlar, ürkek, çekingen, iş bilmez tavırlar sonucu teker teker heba ediliyor.
Dış politikada yapılması gereken şu: Osmanlı döneminde olduğu gibi kendi gücümüzün yanında, dini, tarihi ve kültürel bağlarla bize bağlı olan devletlerin ve hatta devletsiz halkların gücünü de kullanmaktır. Biz bugün pısırıklık ve korkaklık yüzünden kendi gücümüzü dahi kullanamıyoruz. Ülkemizi bölmeye çalışanlar karşısında bile ürkek davranıyoruz. Milli davalar ve haklar bu tavırla, bu anlayışla korunamaz. Batılılar karşısındaki bu ezikliğin sebebi, batı hayranlığıdır. Bu hayranlıktan olsa gerek, Batılıların yanlışlarını, zulümlerini gündeme dahi getiremiyoruz, devamlı suçlu gibi savunmada kalıyoruz. Halbuki Batılıların yanlış uygulamalarını sorgular ve yargılarsak, kendi değerlerimizi ortaya koyarsak, bütün mazlum milletleri yanımızda buluruz. Bu da bizi dış politikada güçlü kılar.
"İnsan haklarını ihlal ediyorsunuz" diyerek bizi sıkıştıranlara karşı elimizdeki güçlü kozları, bir kere olsun kullanmayı düşünmedik. Örnek olsun diye söylüyorum. Önemli insan haklarından biri olan seçme hakkını, vatandaşlarımıza sağlamayan Batılılara, bunun hesabını sormadık. Hesap sormadığımız için de hep hesap verir konumda kaldık. Bunun değişmesini istiyorsak, önce kafamızı değiştirmemiz şarttır. Zaten kafalar ve gönüller değişince, herşey kendiliğinden değişir. Aksi halde, sadece dış politikada değil, her alanda zaafiyet devam eder.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018