Bu zat, ertesi gün rüyasını Ebu Midyen hazretlerine anlattı. Rüyayı dinledikten sonra buyurdu ki; "Ben buralardan ayrılıp, tenhada yalnız kalmak, kendi başıma bulunmak istiyordum. Her şeyden uzaklaşmak niyetindeydim. Senin bu rüyan ise, benim bu niyetime mani oluyor. Meclis kurup, insanlara ilim öğretmeni emrediyor. "Yarın yüksek kimselerle beraber bulunacaksın" sözü, "Allah-ü Teala'yı zikredenlerin, O'nun hatırlandığı, emirlerinin anlatıldığı yerin Cennet bahçelerine benzetildiği" hadis-i şerifine işarettir. "Yüksek kimseler" Cennet ehlinin "İlliyyin" denilen yüksek tabakasına işarettir. "Zürriyetlerin babası olan Adem aleyhisselamın durumundasın" sözü şuna işarettir ki, Adem aleyhisselama, nikah (izdivac) verildi ve nikah yapması emrolundu. Fakat bu nikahdan meydana gelecek zürriyetin hepsinin mümin ve itaatkar olması kuvveti ona verilmedi." İnsanları hidayete kavuşturmak kuvveti yalnız Allah-ü Teala'ya mahsustur. İşte bunun gibi, bize de ilim verildi ve onu yaymak, öğretmek emredildi. Fakat, bu ilim öğrettiklerimizin hepsinin muvaffak olmaları, hepsinin bize tabi olmaları kudreti bize verilmedi."
Muhyiddin-i Arabi hazretleri Fütuhat-ı Mekkiye isimli kıymetli eserinde şöyle anlatıyor:
İnsanlardan bir çoğu, bereketlenmek için Ebû Midyen Mağribi hazretlerine ellerini sürerlerdi ve ellerini öperlerdi. Kendisene sual edildi ki:
"Efendim! Bu hal karşısında hiç nefsinize bir düşünce gelir mi?" Cevabında buyurdu ki: "Hacer-ül-Esved'e bu zamana kadar, nebiler, resuller ve veliler el sürüp, onu öptüler. Ona, onu taş olmaktan çıkaracak bir düşünce gelir mi?" Gelmez. İşte ben de bu hükümdeyim. Bana da öyle bir düşünce gelmez."
Ebû Midyen hazretlerinin kalbi, hep Allah-ü Teala ile meşguldü. Hayatının son kelimesi; "Allah" olmuştur. Kendisinden bir meselede fetva istense, anında cevap verirdi. İnsanlara İslamiyetin doğru bilgilerini anlattığı bir vaaz meclisi vardı. İnsanlar etrafında toplanıp vaaz edeceği zaman, kuşlar üzerinde uçuşmaya başlardı. Vaaz başlayınca, kuşlar da durup dinlerlerdi.
Ebû Midyen hazretlerine bir gün, Allah-ü Teala'ya muhabbet ve O'ndan haya etmek hususunda sual edildi. Cevabında buyurdu ki: "O'nun evveli, Allah-ü Teala'yı devamlı zikretmek, her an O'nu hatırlamak, ortası, zikredilene yakınlık, sonu ise O'ndan başka bir şeyi görmemek, her görünen şeyde, o şeyi yaratan Allah-ü Teala'nın büyüklüğünü düşünmektir".
Yine bir gün kendisine; "Allah-ü Teala'nın emirlerine tam teslim olmanın alameti nedir?" diye sual edildi. Cevabında; "Nefsi, Allah-ü Teala'nın hükümlerinin ifa edildiği meydana göndermek, ona devamlı Rabbimizin razı olduğu şeyleri yaptırmak, bu hususta çekeceği elem ve sıkıntılarda ona şefkat göstermemektir" buyurdu.
Ebû Midyen Mağribi hazretlei bir ara insanlardan uzaklaşıp evine kapandı. Bir yıl müddetle dışarı çıkmadı. Yalnız Cuma namazlarına çıktı. Halk onun ayrılığına dayanamayıp, kapısı önüne yığıldı. Evden çıkıp, kendilerine nasihatte bulunmasını istediler. Sonunda ikna ettiler, dışarı çıktı. Evinin bahçesinde bir ağaç vardı. Üzerine serçe kuşları konmuştu. Kendisini görünce kaçtılar. Bu hale çok üzüldü, hemen içeri girip; "Eğer sizlere ders için faydalı olsaydım, bu kuşlar benden kaçmazdı" buyurdu.
Bir daha evinde kaldı. Sonra halk yine toplandılar ve sohbetine tekrar istediler. Dışarı çıktı. Bu sefer kuşların kendilerinden kaçmadıklarını gördü ve insanlarla konuşmaya başladı. Öyle konuşmalar yapardı ki, kuşlar gelip önünde sevinerek kanat çırparlardı. Hatta bir kısmı düşüp can verirdi. O konuşmaları dinleyen cemaatten bazıları, kendinden geçerek düşüp bayılırdı.
Muhyiddin-i Arabi hazretleri Fütuhat-ı Mekkiye isimli kıymetli eserinde şöyle anlatıyor:
İnsanlardan bir çoğu, bereketlenmek için Ebû Midyen Mağribi hazretlerine ellerini sürerlerdi ve ellerini öperlerdi. Kendisene sual edildi ki:
"Efendim! Bu hal karşısında hiç nefsinize bir düşünce gelir mi?" Cevabında buyurdu ki: "Hacer-ül-Esved'e bu zamana kadar, nebiler, resuller ve veliler el sürüp, onu öptüler. Ona, onu taş olmaktan çıkaracak bir düşünce gelir mi?" Gelmez. İşte ben de bu hükümdeyim. Bana da öyle bir düşünce gelmez."
Ebû Midyen hazretlerinin kalbi, hep Allah-ü Teala ile meşguldü. Hayatının son kelimesi; "Allah" olmuştur. Kendisinden bir meselede fetva istense, anında cevap verirdi. İnsanlara İslamiyetin doğru bilgilerini anlattığı bir vaaz meclisi vardı. İnsanlar etrafında toplanıp vaaz edeceği zaman, kuşlar üzerinde uçuşmaya başlardı. Vaaz başlayınca, kuşlar da durup dinlerlerdi.
Ebû Midyen hazretlerine bir gün, Allah-ü Teala'ya muhabbet ve O'ndan haya etmek hususunda sual edildi. Cevabında buyurdu ki: "O'nun evveli, Allah-ü Teala'yı devamlı zikretmek, her an O'nu hatırlamak, ortası, zikredilene yakınlık, sonu ise O'ndan başka bir şeyi görmemek, her görünen şeyde, o şeyi yaratan Allah-ü Teala'nın büyüklüğünü düşünmektir".
Yine bir gün kendisine; "Allah-ü Teala'nın emirlerine tam teslim olmanın alameti nedir?" diye sual edildi. Cevabında; "Nefsi, Allah-ü Teala'nın hükümlerinin ifa edildiği meydana göndermek, ona devamlı Rabbimizin razı olduğu şeyleri yaptırmak, bu hususta çekeceği elem ve sıkıntılarda ona şefkat göstermemektir" buyurdu.
Ebû Midyen Mağribi hazretlei bir ara insanlardan uzaklaşıp evine kapandı. Bir yıl müddetle dışarı çıkmadı. Yalnız Cuma namazlarına çıktı. Halk onun ayrılığına dayanamayıp, kapısı önüne yığıldı. Evden çıkıp, kendilerine nasihatte bulunmasını istediler. Sonunda ikna ettiler, dışarı çıktı. Evinin bahçesinde bir ağaç vardı. Üzerine serçe kuşları konmuştu. Kendisini görünce kaçtılar. Bu hale çok üzüldü, hemen içeri girip; "Eğer sizlere ders için faydalı olsaydım, bu kuşlar benden kaçmazdı" buyurdu.
Bir daha evinde kaldı. Sonra halk yine toplandılar ve sohbetine tekrar istediler. Dışarı çıktı. Bu sefer kuşların kendilerinden kaçmadıklarını gördü ve insanlarla konuşmaya başladı. Öyle konuşmalar yapardı ki, kuşlar gelip önünde sevinerek kanat çırparlardı. Hatta bir kısmı düşüp can verirdi. O konuşmaları dinleyen cemaatten bazıları, kendinden geçerek düşüp bayılırdı.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.