Eğitim ve öğretim fert ve cemiyet açısından büyük önem taşır.
Geçenlerde bir tv kanalında konuşan kişiye, "Zekatımı torunuma verebilir miyim?" diye soruldu. Görevde olduğum yıllarda, buna benzer sorular ile karşılaşırdım.
İşte siz bir örnek:
Genç bir delikanlı namazdan sonra elinde tesbih ile gelip yanıma oturdu. "Hocam bir şey soracağım" dedi.
"Buyurun" dedim.
"Elimdeki şu tesbihin rengi dine uygun mu? Kadın için mi erkek için mi?" dedi.
Kendine lazım olan en asgari bilgileri de bilmiyor. (zarurat-ı diniyye).
Öğrenim ve öğretimi iki yönü ile başarmalıyız. Eğitmenler muhterem ve mükemmel yetiştirilmelidir.
İmam-hatip ve öğretmenler, Atatürk'ün hedeflediği, çağın şartlarında her bakımdan yetenekli kişiler olarak yetişmelidir. Özellikle imam-hatip görevinde olanlar, mesleki bilgileri yanında, matematik, biyoloji, coğrafya, yabancı dil, tarih, edebiyat, pedagoji, psikoloji, felsefe, mantık hakkında yeterli donanıma sahip olmalıdırlar.
Gazi Mustafa Kemal binlerce kitap okuyarak, adeta okuma ve okutmayı da bir askeri disiplinle yaymıştır.
Atatürk'ün sadece bu yönü iftihar ve minnet olarak yeterlidir. Hani, Bursa'da eşek sırtında giden yaşlı bir adama soruyor: "Amca nereye gidiyorsun?"
"Heybemde elif ba var. Köylere götürüyorum. Kur'an-ı okumayı öğrensinler" diyor ihtiyar.
Gazi, Bursa öğretmen evi konuşmasında bu yaşlı amcayı örnek olarak anlatıyor.
Almanya Berlin'de bir adamı kaldırımda kitap okurken görünce dakikalarca bakmıştım. Telefon kutusu üzerine koyduğu kitabı ayakta dakikalarca okuyordu. Yine kapı önlerine kutular içinde kitaplar. Üzerine, 'Es ist ein Geschenk' (Hediyedir) yazılıyor. "Ücretsiz alabilirsiniz" demektir.
Hangi meslek olursa olsun, kitap okuma alışkanlığı, becerisi, gayreti olmayan bir milletin ilerlemesi asla mümkün değildir. Araştırmaz, muhakeme yapmaz, düşünmez, akletmez, anlamaz. Böyle olunca kendini geliştirmez. Okuyan sürekli meyve veren ağaca benzer. Okumayan ise kuruyan ağaca benzer.
Yıllar önce bir öğrenci velisi yanıma geldi ve "Bu çocuğu hafız yapacaksın" dedi.
Ben de, "Bu çocuk hafızlık yapamaz" dedim. Adam küplere bindi. Bana baskı yapmaya kaltı.
İlim, bilim ve teknolojinin hızla yayıldığı bu dönemde hâlâ Kur'an-ı Kerim kurslarında böyle bir ön eleme yapılmamaktadır. Hafızlık yapmak sadece zekâ ile ilgili değildir. Hâfızada bilgiyi depolama, tutma alanı ile ilgilidir. Konuyu genişletmek istemiyorum.
Anne-baba-dede ve ninelere çok iş düşüyor. Her eve bir hoca gelmesi mümkün değildir.
Dini bilgilerde ilk önce çocuklara Besmele-i Şerifi, sonra, Kelime-i Tevhidi, (La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah), sonra Kelime-i Şehadeti (Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh), sonra Sübhaneke duasını, Kevser suresini, İhlas suresini, Fatiha suresini tekrar ettirerek öğretelim.
Onları sevgi ve neşe ile ödüllendirelim. Sonra abdestin farzlarını, iman ve İslam'ın şartlarını; kısaca, Siyer-i Nebi (Peygamberimizin hayatını) öğretelim.
Yaşı ilerledikçe bunu bir okul gibi görün. Aile okulumuz. Küçük yaşından itibaren, gerek bilgi ve gerek tatbikat ile çocuklarımızın milli ve manevi değerlerini takip ederek dikkatle yetiştirmeliyiz.
Abdest aldırmaya sadece yüzünü yıkamakla başlatıp, "aferinnnn" diyerek güler yüz ve bir tiyatro mahareti ile rol yapabiliriz.
Özetle diyorum ki: Oruçlarımıza alıştırır anneler, nineler, dedeler, babalar. "Hadi bakalım, bir saat tuttu afferin" Sonra yarım gün...
Teravih namazına gelen çocuklar bir rekat, yarım yamalak anne babası ile kılsın. Cami yolunu bilsin. Cemaate alışsın. İbadete, yardımseverliğe alıştıralım.
Okullarda da buna dikkat edilmelidir. Okul öncesi eğitimlerde, çocuklara trafik ışıkları görsel olarak öğretilmelidir. Alıştırmak hemen olacak bir şey değildir. Uzun soluklu olacaksınız. Kızmadan, kırmadan sabır ve tatlılıkla başaracaksınız.
Unutmayalım ki en büyük kazanç kendi evlatlarımızdır.