F-35 leri teslimatı konusu,
Rahip Brunson'un serbest kalıp kalmayacağı meselesi,
Trump'un twetleri,
BRICS zirvesi,
Kıbrıs Barış Harekâtının yıldönümü,
Erzurum Kongresi'nin yıldönümü?
Geçtiğimiz haftadan devreden ve ülkemizi ilgilendiren önemli bazı başlıklar olarak karşımıza çıkan konular bunlardı. Türkiye ve dünya gündemi o kadar yoğun ki ayak uydurmak çok zor. Ülkemizi dolayısıyla insanımızı ilgilendiren bu gelişmelerden hepsi ayrı ayrı birer ders niteliğinde.
F-35 savaş uçakları ile ilgili mesele hakikaten gündemimizdeki tazeliğini korumaya devam ediyor. Zira bizimde ülke olarak bizzat proje ortağı olarak yer aldığımız/parça tedarikçisi olarak yer aldığımız bir proje. Esasen projenin geçmişi 2002'li yıllara dayanıyor. Diğer ortaklar Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, İsrail, İtalya, Finlandiya, Japonya, Hollanda, Norveç, İngiltere, Güney Kore ve ABD.
ABD'li bazı vatandaşların tutuklu olması, Rusya'dan S-400'lerin alınması konusu gibi bahaneler ileri sürülerek yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimiz halde uçakların teslim edilip edilmeyeceği konusu sürekli önümüze konuluyor. Dikkat edin yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimiz halde yani para ödüyor olduğumuz halde?
Esasen bu ve buna benzer meseleler yeni de değil. Yüz yıllık bir süreci şöyle bir gözümüzün önüne getirdiğimiz zaman değişik zaman dilimlerinde önümüze gelen bir durum.
1911 yılında yani 1. Dünya Savaşından 3 yıl önce Osmanlı Devleti İngiltere'ye iki adet zırhlı gemi (Sultan Osman ve Reşadiye) siparişi verir. Gemiler de yapılmıştır. Parasının neredeyse tamamı ödenmiştir. Ama gemilerimizi bir türlü teslim alamamışızdır. Gemileri teslim almaya giden Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki heyet eli boş dönmüştür. Dönemin İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churchill tarafından gemilere el konulduğu bizzat açıklanmıştır. (Winston Churchill siyasi ve askeri kariyerinde belki de en büyük yenilgisini Çanakkale Savaşlarında, Yarbay rütbesinde iken göstermiş olduğu üstün başarılardan dolayı Albay rütbesini alan Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal karşısında almıştır).
Kendi ayaklarımız üzerinde duramadığımız için başımıza neler geliyor ortada.
Kıbrıs adasında 1931'den sonra Enosis'i (Yunanistan ile birleşme) hayata geçirmek için harekete geçen Rumlar, 1954'ten sonra ise şiddet olaylarının dozunu giderek arttırıyorlardı. Sokak ortasında güpegündüz adam vuran savunmasız çocuk ve kadınlara acımadan mermi atan EOKA mensubu Rumlara kimse dur demiyordu. İcabında barış ve insanlık havarisi kesilen batı dünyası, ölen kişiler Müslüman/Türk olunca her zamanki gibi sessiz kalıyordu.
Bu olaylar sonrasında düzenlediğimiz 20 Temmuz 1974 1. Kıbrıs Barış Harekâtı ve 14 Ağustos 2. Harekâttan aylar sonra hatırlayalım ABD ülkemize yönelik silah ambargosuyla gündeme gelmişti. Burada da yine kendi ayaklarımız üzerinde durmanın önemi tekrar ortaya çıkmıştı.
Değerli okurlar bu birkaç gelişmeyi önemli bir hakikati ortaya koymak için gündeme getirdim. Ülkemizde Prof. Dr. Haydar Baş'a ait olan Milli Ekonomi Modeli var. Ülkelerin gerektiğinde her türlü mal ve hizmeti üretebilme gücüne sahip olmasının yanı sıra, iç ve dış harcamamalarını borçlanmadan temin edebilmesinin formülüne Milli Ekonomi Modeli denir. Milli Ekonomi Modeli ekonomik bağımsızlığımızın yegâne yoludur. Bu modeli uygulayabilirsek savaş uçakları/savaş gemileri/gerekli teknoloji/top /tank/tüfek? ne varsa kendi kendimize üretebilme imkanına sahip olabiliriz.
Yeter ki modelin sahibine kulak verelim. El ele verip müreffeh yarınlara hep beraber koşalım.
Rahip Brunson'un serbest kalıp kalmayacağı meselesi,
Trump'un twetleri,
BRICS zirvesi,
Kıbrıs Barış Harekâtının yıldönümü,
Erzurum Kongresi'nin yıldönümü?
Geçtiğimiz haftadan devreden ve ülkemizi ilgilendiren önemli bazı başlıklar olarak karşımıza çıkan konular bunlardı. Türkiye ve dünya gündemi o kadar yoğun ki ayak uydurmak çok zor. Ülkemizi dolayısıyla insanımızı ilgilendiren bu gelişmelerden hepsi ayrı ayrı birer ders niteliğinde.
F-35 savaş uçakları ile ilgili mesele hakikaten gündemimizdeki tazeliğini korumaya devam ediyor. Zira bizimde ülke olarak bizzat proje ortağı olarak yer aldığımız/parça tedarikçisi olarak yer aldığımız bir proje. Esasen projenin geçmişi 2002'li yıllara dayanıyor. Diğer ortaklar Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, İsrail, İtalya, Finlandiya, Japonya, Hollanda, Norveç, İngiltere, Güney Kore ve ABD.
ABD'li bazı vatandaşların tutuklu olması, Rusya'dan S-400'lerin alınması konusu gibi bahaneler ileri sürülerek yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimiz halde uçakların teslim edilip edilmeyeceği konusu sürekli önümüze konuluyor. Dikkat edin yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimiz halde yani para ödüyor olduğumuz halde?
Esasen bu ve buna benzer meseleler yeni de değil. Yüz yıllık bir süreci şöyle bir gözümüzün önüne getirdiğimiz zaman değişik zaman dilimlerinde önümüze gelen bir durum.
1911 yılında yani 1. Dünya Savaşından 3 yıl önce Osmanlı Devleti İngiltere'ye iki adet zırhlı gemi (Sultan Osman ve Reşadiye) siparişi verir. Gemiler de yapılmıştır. Parasının neredeyse tamamı ödenmiştir. Ama gemilerimizi bir türlü teslim alamamışızdır. Gemileri teslim almaya giden Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki heyet eli boş dönmüştür. Dönemin İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churchill tarafından gemilere el konulduğu bizzat açıklanmıştır. (Winston Churchill siyasi ve askeri kariyerinde belki de en büyük yenilgisini Çanakkale Savaşlarında, Yarbay rütbesinde iken göstermiş olduğu üstün başarılardan dolayı Albay rütbesini alan Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal karşısında almıştır).
Kendi ayaklarımız üzerinde duramadığımız için başımıza neler geliyor ortada.
Kıbrıs adasında 1931'den sonra Enosis'i (Yunanistan ile birleşme) hayata geçirmek için harekete geçen Rumlar, 1954'ten sonra ise şiddet olaylarının dozunu giderek arttırıyorlardı. Sokak ortasında güpegündüz adam vuran savunmasız çocuk ve kadınlara acımadan mermi atan EOKA mensubu Rumlara kimse dur demiyordu. İcabında barış ve insanlık havarisi kesilen batı dünyası, ölen kişiler Müslüman/Türk olunca her zamanki gibi sessiz kalıyordu.
Bu olaylar sonrasında düzenlediğimiz 20 Temmuz 1974 1. Kıbrıs Barış Harekâtı ve 14 Ağustos 2. Harekâttan aylar sonra hatırlayalım ABD ülkemize yönelik silah ambargosuyla gündeme gelmişti. Burada da yine kendi ayaklarımız üzerinde durmanın önemi tekrar ortaya çıkmıştı.
Değerli okurlar bu birkaç gelişmeyi önemli bir hakikati ortaya koymak için gündeme getirdim. Ülkemizde Prof. Dr. Haydar Baş'a ait olan Milli Ekonomi Modeli var. Ülkelerin gerektiğinde her türlü mal ve hizmeti üretebilme gücüne sahip olmasının yanı sıra, iç ve dış harcamamalarını borçlanmadan temin edebilmesinin formülüne Milli Ekonomi Modeli denir. Milli Ekonomi Modeli ekonomik bağımsızlığımızın yegâne yoludur. Bu modeli uygulayabilirsek savaş uçakları/savaş gemileri/gerekli teknoloji/top /tank/tüfek? ne varsa kendi kendimize üretebilme imkanına sahip olabiliriz.
Yeter ki modelin sahibine kulak verelim. El ele verip müreffeh yarınlara hep beraber koşalım.
Emin Üstün / diğer yazıları
- YKS ile ilgili bilmemiz gerekenler / 20.06.2021
- Daha ne olması gerekiyor / 11.05.2021
- Daha ne olması gerekiyor / 09.05.2021
- Çözüm odaklı düşünmek / 04.05.2021
- Çözüm odaklı düşünmek / 02.05.2021
- Büyük bayram / 26.04.2021
- Bayramımız Kutlu Olsun / 23.04.2021
- Bu vatan kimin? / 30.03.2021
- Bu vatan kimin ? / 28.03.2021
- Milli Mücadele / 21.03.2021
- Daha ne olması gerekiyor / 11.05.2021
- Daha ne olması gerekiyor / 09.05.2021
- Çözüm odaklı düşünmek / 04.05.2021
- Çözüm odaklı düşünmek / 02.05.2021
- Büyük bayram / 26.04.2021
- Bayramımız Kutlu Olsun / 23.04.2021
- Bu vatan kimin? / 30.03.2021
- Bu vatan kimin ? / 28.03.2021
- Milli Mücadele / 21.03.2021