Bu durum, aynı zamanda, Mekkelilerin gönlünü fethetmiş ve onların İslâm'ı gönüllü olarak benimsemelerine sebep olmuştur. İşte Mekke'nin fethinde asıl nükte buradadır. Kalpleri fethederek düşmanlığı dostluğa çevirmek.
Mekke'nin fethinde, fâtihler fâtihi Hz. Resûlullah'ın hali, bir başkaydı. O, büyük devlet karşısında en küçük bir gurur alameti göstermeden, devesinin üzerinde sanki secde eder gibi bir tevazû ve fakat heybetle ve de şükrederek Mekke'ye giriyordu. Zira, başarı Allah'tandı. Kulluğun gereği ise, şükür idi.
Gerek harplerde, gerekse diğer işlerde bir Müslüman muvaffakiyetini Allah'tan bilecek ve O'na şükrederecektir. Nefse mâledilen bir başarıda fazilet olmayacağı gibi, böyle bir başarı kalıcı da olamaz.
Kâbe'nin görülmesiyle birlikte Ashab-ı Kiram tekbir getirmeye başlamışlardır ki, onların bu tutumları, bu zaferi Allah'tan bilmelerinin ve her an Allah'ı zikretmelerinin delilidir.
Peygamberimizin, deve üstünde Kâbe'yi tavaf etmesi, küfür karşısında Hakk'ın azametini göstermesi bakımından önemlidir. Keza; Resûlü Ekrem'in elindeki eğri değnekle Kâbe'deki putların itilerek düşürülmesi de putların güçsüzlüğüne ve bâtıl ile alay edilmesine en çarpıcı örneği teşkil eder.
Kâbe'nin, putlardan ve şirk unsurlarından temizlenmesi; nazargah-ı ilahî olan kalplerin de şirk unsurlarından, mâsivadan temizlenmesinin hayatî önemi haiz olduğunu gösterir. Zira, ikisi de Allah'ın evidir. Şu farkla ki, Kâbe, Allah'ın evi olarak vasfedilmekle beraber, kul eliyle inşa edilmiştir. Zaten, Kâbe'nin putlardan temizlenmesi, aslında kalplerin şirk unsurlarından ve mâsivadan temizlenmesinin tabiî sonucudur.
Kâbe'nin putlardan temizlenmesinden sonra Resûlü Ekremin (sav) irad ettiği hutbelerinde üstünlüğün soy sopla değil, iman ve takva ile olduğunu ilan etmesi ve cahiliye devrinden kalma âdet ve ananeleri kaldırması, yeryüzünde tevhidin hakim olması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Mekke'nin fethi, İslâm'ın, bazı ard niyetlilerin iddia ettiği gibi kılıç zoruyla değil, gönüllerin fethiyle yayıldığını göstermektedir. Nitekim daha sonra gerçekleşen pekçok fetihlerde aynı mânâ ve hikmetin korunduğunu görmekteyiz. Zaten fetihle işgal asıl bu noktada ayrılmaktadır.
Yine Mekke'nin fethi göstermiştir ki, hakla beraber kuvvetin de bir arada toplanması, ekseriya, insanların rağbetini celbeder. İnsanların ekserisi güçlünün yanındadır. Her an Hakk'a tâbi olanlar ise, gerçek dâvâ adamlarıdır. Hak'la beraber güçlü olmak ise, zayıf insan tabakalarının Hakk'ı tercihine sebep olacaktır. Bu bakımdan, her devirde, hususiyle günümüzde Müslümanların güçlü olmaları ve karşılarında ittifak etmiş şer güçlere karşı güçlerini birleştirmeleri büyük önem taşımaktadır.
Hz. Peygamber'in Mekke'nin fethinden sonra Medine'ye dönmesi, ensara olan vefakârlığının delili ve ispatıydı. "Hayatım da, vefatım da sizin yanınızda olacaktır", diyerek ensarın vefasına bu anlamlı cevabı veriyordu. Buradan, mü'minin, hususiyle dâvâ adamlarının önde gelen vasıfları arasında vefakârlığın büyük önemi haiz olduğunu anlıyoruz.
Mekke'nin fethi gibi birçok fetih, yeryüzünde de nefis planında da her zaman ve çağda gerçekleşebilir. Yeter ki, o fethi gerçekleştirecek ruhta, vasıf ve dirayette İslâm erleri bulunsun.
Mekke'nin fethi ve hatta İslâm'ın intişarı göstermiştir ki, fetihler, kâmil liderlerin eliyle ve nefsini terbiye ve tezkiye edebilmiş vasıflı Müslümanın gayretiyle gerçekleşebilir. Nefsî plandaki terbiyesini ve kemalini gerçekleştiremeyenler, ne fetih yapabilir ve ne de gönülleri fethedebilirler. O halde; zâhir ve bâtın anlamda fetihler ve nefis tezkiyesi, ancak kâmil insanların ve onların terbiyesiyle yetişmiş ihlâslı mü'minlerin eliyle gerçekleşebilir. Bugün niçin fetihler olmuyor, niçin zillet yaşanıyor? diye sorulursa bu sualin öz cevabı; "Fetih ruhunu yaşayan vasıflı insan yetişmiyor da ondan", şeklinde verilebilir.
Ne mutlu, fetih ruhunu kendine hâl edinenlere!..