Batılılar, 16. yüzyılın ortalarında Osmanlı'ya büyük hayranlık duyuyorlardı. Osmanlılar da, Batılıları küçümsüyordu. Osmanlı gerilemeye başlayınca, bu bakış tarzları yer değiştirdi. Batılılar, Osmanlı'yı küçümsemeye, Osmanlılar da Batılıları üstün görmeye başladı. Batılılar, o hayranlık dönemlerinde Osmanlı'yı inceliyor ve üstünlük nedenlerini araştırıyordu. Bir başka deyişle Batılılar, Osmanlı'yı incelerken, ona üsten bakmıyorlardı. O bakımdan inceleme ve araştırmalarını çok kapsamlı yapıyor ve gerçeklere dayandırmak için yoğun gayret sarf ediyorlardı.
Özellikle İngilizler, Müslümanlar arasında çatışma çıkarmak için Sünni ve Şii ayrılığını iyiden iyiye incelemiş ve farklılıkları tespit etmişlerdi. Buna rağmen, yine de Sünni ve Şii çatışmasını çıkaramadılar. Müslüman ülkelerde görevlendirdikleri binlerce ajanlar da amaçlarına tam olarak erişemedi. Bu ajanların bir kısmı, Müslümanların iyiliğinden ve güzelliğinden etkilenerek, İslâm dinini kabul etmiş ve ajanlıktan vazgeçmişlerdir.
Ajanlıktan söz açılmışken bir gerçeğin altını da çizmek gerekir. İslâm ülkelerinde ajanlık denildi mi, ilk akla gelen Lawrence oluyor. Aslında Lawrence'nin rolü, olduğundan çok büyütülmüştür. Bunu da Birinci Dünya Savaşı sonrası Arabistan'a giden araştırmacı gazeteciler yapmışlardır. O gazeteciler, Lawrence'nin ajanlığını abarttılar ve yücelttiler, ama onun hocası olan meşhur oryantalist D. G. Hogarth'tan hiç söz etmediler. İngiltere ile Suudi ailesinin irtibatını sağlayan John Philby ile İngiltere'nin Irak'ı kurmak için görevlendirdiği Gurtrude Bell gibi ajanları da öne çıkarmadılar. Hâlbuki onların yaptıkları, Lawrence'nin yaptığından çok daha büyük ve önemliydi. Lawrence'nin simgeleştirilmesinin nedeni, Müslüman Arapları küçümsemektir. Böyle davranmakla zihinlere şu fikri zerk ediyorlar: "Müslüman Araplar, gelişmemiş insanlardır. Bu kadar basit oyunları göremediler ve kolayca aldatıldılar. Öyle ki Lawrence, Bedevilere küçük bir para karşılığı Sultan Abdülhamid'in yaptırdığı demiryolunu söktürdü." Nitekim zerk edilen bu fikir, İslâm toplumunda karşılık buldu. Müslümanlar, asıl büyük ajanların yaptığı büyük işleri araştırmaları ve ondan ders çıkarmaları gerekirken, hep Lawrence'nin ayak oyunlarını konuştular ve konuşuyorlar.
Günümüzde, İngilizlerin yerini alan ABD, İngilizler gibi İslâm coğrafyasında inceleme ve araştırma yapmış mı? Hayır, yapma gereği duymadı. Çünkü ABD, kendini üstün gördüğü için Müslümanlara üstünkörü baktı. Güç kullanarak her şeyi yapacağını zannetti. Afganistan ve Irak işgallerinde bunun böyle olmayacağını anladı ve yeni arayışlara yöneldi. Bunlardan biri, işgal ettiği ülkelerde ayaklanmaları bastırmak için orduda sosyal bilimcileri istihdam etmek olmuştur. ABD, işgal ettiği ülkelerin kültür ve dillerinden yararlanmayı düşündü. Bu amaçla "Beşeri Bölge Sistemi" adıyla bir proje hazırladı ve söz konusu proje için Pentagon 40 milyon dolar kaynak ayırdı.
Çeşitli sosyal bilim alanlarından seçilen bilim insanları, beşer kişilik ekipler halinde, ABD'nin işgal altında tuttuğu topraklarda ve diğer İslâm ülkelerinde çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmalar, değişik başlıklar altında sürdürülmektedir. Gerçek amaç ve gerçek başlık, daima gizli tutulmaktadır. Peki, ne yapacağız? Cadde-sokak, kasaba-köy gezip ajan mı arayacağız? Böyle yapsak dahi ortalıkta hiçbir ajan bulamayız. Çünkü ajanlar, ajan adıyla görev yapmıyor. Hepsinin doktor, mühendis, öğretmen, yazar, hatta imam ve vaizlik gibi meşru görevleri vardır. Onun için ajanları tanımaktan ziyade, yaydıkları fikirleri tanımak gerekir. Zira o fikirleri tanımak, ajanları tanımaktan daha önemlidir. Ajanların fikirleri tanınır ve onlarla icabına uygun mücadele edilirse, ajanlar ne kadar çok olursa olsun, hiçbir zarar veremezler. Aksi halde tek bir ajan bile çok rahatlıkla İslâm coğrafyasını karıştırır ve Müslümanları birbirleriyle vuruşturabilir. Bu büyük tehlikeden korunmak için Müslümanların her zamankinden daha çok ayık olmaları gerekmektedir.
Özellikle İngilizler, Müslümanlar arasında çatışma çıkarmak için Sünni ve Şii ayrılığını iyiden iyiye incelemiş ve farklılıkları tespit etmişlerdi. Buna rağmen, yine de Sünni ve Şii çatışmasını çıkaramadılar. Müslüman ülkelerde görevlendirdikleri binlerce ajanlar da amaçlarına tam olarak erişemedi. Bu ajanların bir kısmı, Müslümanların iyiliğinden ve güzelliğinden etkilenerek, İslâm dinini kabul etmiş ve ajanlıktan vazgeçmişlerdir.
Ajanlıktan söz açılmışken bir gerçeğin altını da çizmek gerekir. İslâm ülkelerinde ajanlık denildi mi, ilk akla gelen Lawrence oluyor. Aslında Lawrence'nin rolü, olduğundan çok büyütülmüştür. Bunu da Birinci Dünya Savaşı sonrası Arabistan'a giden araştırmacı gazeteciler yapmışlardır. O gazeteciler, Lawrence'nin ajanlığını abarttılar ve yücelttiler, ama onun hocası olan meşhur oryantalist D. G. Hogarth'tan hiç söz etmediler. İngiltere ile Suudi ailesinin irtibatını sağlayan John Philby ile İngiltere'nin Irak'ı kurmak için görevlendirdiği Gurtrude Bell gibi ajanları da öne çıkarmadılar. Hâlbuki onların yaptıkları, Lawrence'nin yaptığından çok daha büyük ve önemliydi. Lawrence'nin simgeleştirilmesinin nedeni, Müslüman Arapları küçümsemektir. Böyle davranmakla zihinlere şu fikri zerk ediyorlar: "Müslüman Araplar, gelişmemiş insanlardır. Bu kadar basit oyunları göremediler ve kolayca aldatıldılar. Öyle ki Lawrence, Bedevilere küçük bir para karşılığı Sultan Abdülhamid'in yaptırdığı demiryolunu söktürdü." Nitekim zerk edilen bu fikir, İslâm toplumunda karşılık buldu. Müslümanlar, asıl büyük ajanların yaptığı büyük işleri araştırmaları ve ondan ders çıkarmaları gerekirken, hep Lawrence'nin ayak oyunlarını konuştular ve konuşuyorlar.
Günümüzde, İngilizlerin yerini alan ABD, İngilizler gibi İslâm coğrafyasında inceleme ve araştırma yapmış mı? Hayır, yapma gereği duymadı. Çünkü ABD, kendini üstün gördüğü için Müslümanlara üstünkörü baktı. Güç kullanarak her şeyi yapacağını zannetti. Afganistan ve Irak işgallerinde bunun böyle olmayacağını anladı ve yeni arayışlara yöneldi. Bunlardan biri, işgal ettiği ülkelerde ayaklanmaları bastırmak için orduda sosyal bilimcileri istihdam etmek olmuştur. ABD, işgal ettiği ülkelerin kültür ve dillerinden yararlanmayı düşündü. Bu amaçla "Beşeri Bölge Sistemi" adıyla bir proje hazırladı ve söz konusu proje için Pentagon 40 milyon dolar kaynak ayırdı.
Çeşitli sosyal bilim alanlarından seçilen bilim insanları, beşer kişilik ekipler halinde, ABD'nin işgal altında tuttuğu topraklarda ve diğer İslâm ülkelerinde çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmalar, değişik başlıklar altında sürdürülmektedir. Gerçek amaç ve gerçek başlık, daima gizli tutulmaktadır. Peki, ne yapacağız? Cadde-sokak, kasaba-köy gezip ajan mı arayacağız? Böyle yapsak dahi ortalıkta hiçbir ajan bulamayız. Çünkü ajanlar, ajan adıyla görev yapmıyor. Hepsinin doktor, mühendis, öğretmen, yazar, hatta imam ve vaizlik gibi meşru görevleri vardır. Onun için ajanları tanımaktan ziyade, yaydıkları fikirleri tanımak gerekir. Zira o fikirleri tanımak, ajanları tanımaktan daha önemlidir. Ajanların fikirleri tanınır ve onlarla icabına uygun mücadele edilirse, ajanlar ne kadar çok olursa olsun, hiçbir zarar veremezler. Aksi halde tek bir ajan bile çok rahatlıkla İslâm coğrafyasını karıştırır ve Müslümanları birbirleriyle vuruşturabilir. Bu büyük tehlikeden korunmak için Müslümanların her zamankinden daha çok ayık olmaları gerekmektedir.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018