-Ne oldu oğlum?
-Yine işten ayrıldım.
-Mutlaka bir bahanen vardır.
-Anne!... Çırakla kavga ettim diye gelip kulağımı çekti.
-Öyle mi haklısın herhalde...
***
-Ne oldu yine!...
-İşten ayrıldım.
-Mutlaka bir bahanen vardır
-Anne!... Adam beni bakkala yolluyor. Ben işimin dışında bir işe gidemem.
-Öyle mi haklısın herhalde.
***
-Yine işten ayrıldın.
-Evet. Çünkü adamın bakışları iyi değildi.
***
Anne oğul gidiyorlar...
-Hadi hazırlan trene geç kalıyoruz.
-Tamam hazırım.
-Sakın yolda aksilik yapma. Kimseye sataşma. Önüne gelen herkesle yüz göz olma. Baban yok diye beni zahmete sokma.
-Olur anneciğim!.. Neden böyle konuşuyorsun sanki.
Anne ile oğlu trene binerler. Tren Eskişehir'i geçmişti. Çocuk geniş arazilere, yüksek dağlara bakmak için koridor camına dirseklerini dayamış duruyordu. Yanına biri geldi. Başında kirli şapkası. Sırtında yamalı çeketi, kaşe kumaştan dikilmiş pantolonun dizleri sökük. Ayaklarında da kara lastik var...
Ama yüzü insana korku vermiyor. İlk bakışta hani annesinin sıkı sıkıya tembihlediği "sakın tanımadıklarınla yüz göz olma" sözünden dolayı biraz temkinliydi sadece.
Bakın bir şeyler mırıldanıyor:
-Buna dayanma
Buna dayanma
Bundan başka
Bundan başka!
Allah Allah! Ben birşey anlamadım. İşte yine başladı:
-Bundan başka
Bundan başka.
Çocuğun kendisine meraklı bakışlarını biliyordu. Geldi geldi çocuğun dışarıya baktığı camın önünde durdu. Dizlerini kırıp dirseklerini aynı çocuk gibi yapıp dışarı bakıyordu. Şapkası uçmasın diye alıp dizlerinin arasına bir güzel yerleştirdi. Yanık yanık başladı yine gazel:
-Bundan başka
Bundan başka
Buna dayanma
Buna dayanma!
Gazeli bitince beni anladın mı minik yavru dercesine gözlerini büzerek tebessümle çocuğa bakıyordu.
Aslında görevlilere ve çoğu kişilere kaşlarını çatarak bakardı.
Anne çocuğunun bir garip adamla konuştuğunu farkedince hemen kapıyı açıp oğlunun yanına gitti. Çocuğun elinden tutup:
-Hadi yavrum içeri gir. Bak rüzgar dokunacak.
Adam birden kaşlarını çattı çattı. Kadına hışımla baktı. Kadıncağız heyecanlamaya bile başladı.
İçinden bu adamı kızdırdım mı diye sorular geçiriyordu.
Bahane bulduğunu bunun içinden rüzgar çarpar diyerek yalan konuştuğumu mu anladı yoksa...
Bu endişeyle adama bakarken bir yandan da içeri geçiyordu ki adam birden yerinden kalktı, şapkasını başına koydu ve başladı gazele:
-Bundan başka
Bundan başka
Buna dayanma
Buna dayanma!
Kadın çocuğunu almış, kompartımanda bulunan yolculara manalı manalı bakmıştı. Bu mevkide iki karı koca oturuyorlardı. Orta yaşlı gözüküyorlar. Bir an aklından geçenleri ortaya atıp tedirginliğini çözmek istedi. Sonra vazgeçti. Düşüncleri arasından korku perdesi yavaş yavaş kalkmıştı.
O adamı kandırmıştı. Neden? Çocuğunu korumak için. O çocuğa kötülük mü yaptı? Bugüne kadar çocuğun her bahanesinin ardından böyle davrandığından, değil miydi çocuk bir türlü işinde devam edemez...
Kadın bu düşünce dehlizinde dolaşırken ani bir refleksle elini kaldırdı ve:
-Anladım ve buldum dedi. Çocuk da, iki orta yaşlı aile de şaşkın şaşkın bakıyorlardı.
Kadın bu bakışlara hiç aldırış etmemişti. Çünkü o meczup adamın dili ile anlatamadığı sırrı anlamıştı.
"Bir işi yaparken bir işe girişirken kişilere takılma. Umma ki yıkılma. Sabırla azimle bunu aş. Böylece başarıya ulaş. Bu çocuk için, bir ilaç. "Bundan başka" deyişi budur. Devamlı yeni adım lazım. Bıkkınlık tembellik pişmanlık verir. "Buna dayanma" deyişi de bundandır. Kadın birden dar koridora çıkıp görevliye o meczup adamı sordu. Meczup adam meğer istasyonda inmiş anne ve çocuğa şapkasını sallayarak gazelini okuyordu:
-Buna dayanma
Buna dayanma
Bundan başka
Bundan başka!