Muhammed Haşim-i Keşmi demiştir ki: "Oğulları odadan çıkınca, kalblerindeki sıkıntıyı ve ölçülemeyen üzüntüyü, bu fakîr gördüm. Her birinin ağlamaktan boğazı tıkanıyordu. Böyle olduklarını görünce, kendilerine ne için bu kadar ağladıklarını sordum. Babaları İmâm-ı Rabbâni hazret hazretlerinin vefatının yakın olduğunu açıklaması üzerine sebebini öğrendim. Fakat İmâm-ı Rabbâni hazretleri, bu haberden oğullarının çok üzgün olduğunu, kalblerindeki sıkıntı ve darlığı görünce, aynı zamanda kendisine daha bir yıldan çok yaşayacakları bildirilince, tekrar oğullarını çağırdılar ve; "Bir takım işleri tamamlamak için daha bir müddet yaşayacağımı bildirdiler" buyurdu. Bunun üzerine iki kardeş çok sevindi. Sonra bu hadiseyi bana anlattılar. Bunun beraber, bu fakîrin gözyaşlarının aktığı rahneleri (çukurları) açmış oldular. Fakat, bu müjdelerinden, kıymetli oğulları ve bu kalbi yaralı aşık, uzun yıllar yaşayacaklarını ümid ettik."
İmâm-ı Rabbâni hazretleri o günlerde, Hâce Muinüddin Çeşti hazretlerinin mezarını ziyaret gitti. Bir müddet kalblerine murakabe ederek oturdu. Kalkınca, buyurdu ki: "Hazret-i Hace çok iltifat edip, çok şefkat gösterdiler. Kendi hususi bereketlerinden ziyafetler verdiler. Konuştuk ve çok sırlar açıklandı. Konuşulanlardan biri şudur: Buyurdu ki: "Bu asker arasında bulunmaktan kurtulmağa çalışmayınız. Kendinizi Allah-ü Teala'nın rızasına bırakınız." Bu arada o mezarda hizmet gören türbedarlar gelip, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin elini öpmekle şereflendiler.
Muînüddin Çeşti hazretlerinin kabrinin örtüsünü her sene değiştirip, eskisini evliyanın büyüklerinden birine gönderirlerdi yahud da zamanın padişahına verirler, o da kıymetli inci ve mücevherat gibi, bir sandıkta teberrüken saklardı. O gün, o mezarın örtüsünü değiştirdiler ve eskisini İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin huzuruna getirip, buna en çok layık olan sizsiniz diyerek takdim ettiler. İmâm-ı Rabbâni hazretleri tam bir edeble kabul etti. Örtüyü hizmetçilerine verip, kalbden bir ah çekti ve; "Hazret-i Hâce'ye bundan daha yakın bir libas, bir örtü yoktur. Bunu saklayın, bana kefen olsun" buyurdu.
İmâm-ı Rabbâni hazretleri Ecmir seferinde Serhend'e dönünce, artık evinde inzivaya çekildi. Bir müddet, beş vakit namaz ve Cuma namazı hariç, evden dışarı çıkmadı. Nûr ve esrar menbaı olan hususi odasına; Muhammed Hâşim-i Keşmi'den, yüksek oğullarından, talebelerinden ve hizmetçilerinden iki üç kişi hariç, başkalarının girmesi çok nadir oluyordu. Halveti seçtiği günlerden bir gün, soğuk bir nefes çekip; "Şeyhülislam'ın (Ebû Ali Dekkak'ın) meşrebi çok yükselince, meclisinde insan kalmadı" sözünü söyledi. Burada olduğu gibi, ömrünün sonuna doğru, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin meşrebi de o kadar yüksek oldu ki, talebelerinin en yüksekleri bile onun yanında mektebe yeni başlayan küçük çocuklar gibi kalıyorlardı.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin talebelerinden biri şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin ömrünün son günlerinde, hasat olduğu sırada huzuruna çıkıp, bir kaç günlüğüne memleketime gidip gelmek için izin istedim. "Bir gün dur!" buyurdu. Fakat; "Gidip en kısa zamanda huzurunuza döneceğim" deyince, izin verdi ve : "Sen nerede, biz nerede, ilkbahar nerede?" mısraını okudu. Bu sözünden birkaç gün sonra vefat etti.
Bunun gibi, hususi mahremleri ve onlara çok yakın olanlar bu günlerde İmâm-ı Rabbâni hazretlerine inziva ve insanlardan uzak kalmalarına temasla; "Çoluk-çocuğunuzdan ve bütün insanlardan ayrılmanızın, uzlete çekilmenizin sebebi nedir?" diye sorunca, cevabında; "Bu dünyadan göçmemi çok yakın görüyorum. İş böyle olunca, tamamen inziva ve ayrılığı tercih edip, daima istiğfar ediyorum, af diliyorum. Bunları zaruri görüyorum. Bütün vakitlerimi ve nefeslerimi, zahiri ve batıni ibadetlerle geçirmeyi elzem buluyorum. Bu da ancak, insanlaran ayrılmak ve yalnız kalmakla ele geçer. Bunun için beni bırakınız, benden ayrılınız ve beni Allah-ü Teala'ya ısmarlayınız" buyurdu.