Ebu İshak Kâzerûnî Hz.
Kâzerûnî; Çin, Hindistan, İran ve Anadolu'da İslamiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücahid veli. İsmi İbrahim Bin Şehriyâr'dır. Annesinin ismi Bânuveyh bin Mehdî'dir. Ebû İshak künyesiyle ve Kâzerûnî nisbesiyle meşhur olmuştur. 963 (H. 352) senesi Ramazân-ı şerif ayında Şirâz civarındaki Kâzerûn kasabasında doğdu. 1034 (H. 426) senesinde Kâzerûn'da vefat etti. Kabri oradadır.
Mecûsi bir aileye mensub olan Ebû İshak Kâzerûnî'nin babası sonradan hidayete kavuşup Müslüman olmakla şereflendi. Müslüman bir anne babadan dünyaya gelen Kâzerûnî'nin doğumundan itibaren üstün halleri görülmeye başladı. Onun dünyaya geldiği gece doğduğu evden göğe doğru yükselen bir nur görüldü. Bu nûr sütununun dalları etrafı aydınlatıyordu. Annesi onu emzirmek istedi. Fakat Ramazan-ı şerif ayı olduğu için emmedi. Bu hali Ramazan ayı boyunca devam etti. Gündüzleri annesini emmiyor, geceleri emiyordu. Ayrıca kardeşi emip karnını doyurmadan emmiyordu. Bu da onun büyük bir zat olacağının ilk işaretleriydi.
Ebû İshâk Kâzerûnî'nin, babası Müslüman olduğu halde dedesi Mecûsi yani ateşperest idi. Babası onun ilk olarak Kur'an-ı Kerim öğrenmesini isteyince, dedesi; "Ona bir sanat öğretmek daha iyi olur" diyerek mani olmaya çalıştı. Küçük İbrahim ise Kur'an-ı Kerim okumak istiyordu. Anne, baba ve dedesiyle meseleyi konuştuktan sonra, dedesini razı etti. Çünkü ilim tahsiline karşı şiddetli bir arzu duyuyordu. Çocuk yaşında ilim tahsiline başlayıp, Kur'an-ı Kerim okumayı öğrendi. Okumaya gittiği sırada diğer çocuklardan daha gayretli olup derste hepsinden erken hazır bulunuyordu.
Kur'an-ı Kerim okumayı ve temel dini bilgileri öğrenip, diğer ilimleri tahsil etmeye başlayacağı sırada büyük bir alim bulup ondan ilim ve feyz almayı arzu etti.
Bunun için Ebû Abdullah Hafif'in derslerine devam etti. Zahirî ve batınî ilimleri tahsil etti. Ayrıca Ebû Ali bin Hüseyin Fîruzabadi el Akkar, Ebû'l-Hasan Ali bin Cehdim Hemedâni ve başka alimlerden çeşitli ilimleri tahsil etti. Hadis âlimlerinden birçoğu ile görüştü. Şiraz, Basra, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevveredeki alimlerden hadis-i şerif rivayet etti, velilerin sohbetlerinde bulundu. Zahiri ilimlerde derin âlim, batın (kalp) ilimlerinde de yüksek bir veli oldu.
Haram ve şüphelilerden sakınmakta, ince din bilgilerini çözmekte ve büyük alimlerin eserlerini anlayıp izah etmekte emsalsiz hale geldi.
Nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle Allah-ü Teala'nın rızasına kavuşmaya çalıştı. Şefkat, merhamet, güzel ahlak ve cömertlikte yüksek dereceye ulaştı. Zamanın sultanları onu çok sevip saydılar ve onun nasihatleriyle hareket etmeye çalıştılar. İlimdeki ve marifetteki yüksek derecesi sebebiyle "Sultan-ül-Evliyâ" ve "Kutb-ül-Aktab" unvanlarıyla mehur oldu.
Kendisine hakaret edenlere, inkarcılık yapanlara elinden geldiğince hep tatlı söz, güler yüz gösterip hepsine hayır duada bulundu. İyi-kötü herkese, güneş gibi ışıklarını yaydı. İyilik ve ihsanlarını kimseden esirgemezdi. Zayıf, güçsüz, yetim ve fakirlere elinden geldiğince yardım eder ve sığınak olur, görüp gözetirdi. Mübarek nefeslerinin bereketi bütün alemi kuşattığından, Mekke-i Mükerremeden Kirman'a kadar pekçok garip, seyyid ve derviş dergahına koşmuştu. Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri her haliyle örnek bir Müslümandı. Derdi, üzüntüsü olanlar onu görünce neşeyle dolar, gam ve kederleri silinir, zalimler zulmünü terk ederdi. Günahkârların pekçoğu onu bir defa görmekle tövbe-i nasuh ederlerdi. Gayet sade giyinir, halk içinde hep Hak teala ile olurdu.
Cömert ve kerem sahibi olan Kâzerûnî hazretleri, çok misafirperverdi. Maddi yönden zayıf olduğunu bilen babası ona; "Sen fakirsin, gelen misafirleri ağırlama gücüne sahip değilsin, sonra bu işte acz içine düşmeyesin" deyince, Kâzerûnî hazretleri cevap vermedi. Derken Ramazan-ı şerif ayında bir misafirlik topluluk geldi. Kâzerûnî'nin evinde bir şey yoktu. Akşam yaklaşmıştı. O anda biri içeri girdi. Ekmek, muz ve incir bulunan büyük bir çantayı bırakıp: "Bunu dervişlere ve misafirlere ikram et" dedi. Bu hali gören babası oğluna dönerek; "Gücün yettiği kadar insanlara hizmet et. Zira Hak teala seni yalnız bırakmayacaktır" dedi.
Kâzerûnî; Çin, Hindistan, İran ve Anadolu'da İslamiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücahid veli. İsmi İbrahim Bin Şehriyâr'dır. Annesinin ismi Bânuveyh bin Mehdî'dir. Ebû İshak künyesiyle ve Kâzerûnî nisbesiyle meşhur olmuştur. 963 (H. 352) senesi Ramazân-ı şerif ayında Şirâz civarındaki Kâzerûn kasabasında doğdu. 1034 (H. 426) senesinde Kâzerûn'da vefat etti. Kabri oradadır.
Mecûsi bir aileye mensub olan Ebû İshak Kâzerûnî'nin babası sonradan hidayete kavuşup Müslüman olmakla şereflendi. Müslüman bir anne babadan dünyaya gelen Kâzerûnî'nin doğumundan itibaren üstün halleri görülmeye başladı. Onun dünyaya geldiği gece doğduğu evden göğe doğru yükselen bir nur görüldü. Bu nûr sütununun dalları etrafı aydınlatıyordu. Annesi onu emzirmek istedi. Fakat Ramazan-ı şerif ayı olduğu için emmedi. Bu hali Ramazan ayı boyunca devam etti. Gündüzleri annesini emmiyor, geceleri emiyordu. Ayrıca kardeşi emip karnını doyurmadan emmiyordu. Bu da onun büyük bir zat olacağının ilk işaretleriydi.
Ebû İshâk Kâzerûnî'nin, babası Müslüman olduğu halde dedesi Mecûsi yani ateşperest idi. Babası onun ilk olarak Kur'an-ı Kerim öğrenmesini isteyince, dedesi; "Ona bir sanat öğretmek daha iyi olur" diyerek mani olmaya çalıştı. Küçük İbrahim ise Kur'an-ı Kerim okumak istiyordu. Anne, baba ve dedesiyle meseleyi konuştuktan sonra, dedesini razı etti. Çünkü ilim tahsiline karşı şiddetli bir arzu duyuyordu. Çocuk yaşında ilim tahsiline başlayıp, Kur'an-ı Kerim okumayı öğrendi. Okumaya gittiği sırada diğer çocuklardan daha gayretli olup derste hepsinden erken hazır bulunuyordu.
Kur'an-ı Kerim okumayı ve temel dini bilgileri öğrenip, diğer ilimleri tahsil etmeye başlayacağı sırada büyük bir alim bulup ondan ilim ve feyz almayı arzu etti.
Bunun için Ebû Abdullah Hafif'in derslerine devam etti. Zahirî ve batınî ilimleri tahsil etti. Ayrıca Ebû Ali bin Hüseyin Fîruzabadi el Akkar, Ebû'l-Hasan Ali bin Cehdim Hemedâni ve başka alimlerden çeşitli ilimleri tahsil etti. Hadis âlimlerinden birçoğu ile görüştü. Şiraz, Basra, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevveredeki alimlerden hadis-i şerif rivayet etti, velilerin sohbetlerinde bulundu. Zahiri ilimlerde derin âlim, batın (kalp) ilimlerinde de yüksek bir veli oldu.
Haram ve şüphelilerden sakınmakta, ince din bilgilerini çözmekte ve büyük alimlerin eserlerini anlayıp izah etmekte emsalsiz hale geldi.
Nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle Allah-ü Teala'nın rızasına kavuşmaya çalıştı. Şefkat, merhamet, güzel ahlak ve cömertlikte yüksek dereceye ulaştı. Zamanın sultanları onu çok sevip saydılar ve onun nasihatleriyle hareket etmeye çalıştılar. İlimdeki ve marifetteki yüksek derecesi sebebiyle "Sultan-ül-Evliyâ" ve "Kutb-ül-Aktab" unvanlarıyla mehur oldu.
Kendisine hakaret edenlere, inkarcılık yapanlara elinden geldiğince hep tatlı söz, güler yüz gösterip hepsine hayır duada bulundu. İyi-kötü herkese, güneş gibi ışıklarını yaydı. İyilik ve ihsanlarını kimseden esirgemezdi. Zayıf, güçsüz, yetim ve fakirlere elinden geldiğince yardım eder ve sığınak olur, görüp gözetirdi. Mübarek nefeslerinin bereketi bütün alemi kuşattığından, Mekke-i Mükerremeden Kirman'a kadar pekçok garip, seyyid ve derviş dergahına koşmuştu. Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri her haliyle örnek bir Müslümandı. Derdi, üzüntüsü olanlar onu görünce neşeyle dolar, gam ve kederleri silinir, zalimler zulmünü terk ederdi. Günahkârların pekçoğu onu bir defa görmekle tövbe-i nasuh ederlerdi. Gayet sade giyinir, halk içinde hep Hak teala ile olurdu.
Cömert ve kerem sahibi olan Kâzerûnî hazretleri, çok misafirperverdi. Maddi yönden zayıf olduğunu bilen babası ona; "Sen fakirsin, gelen misafirleri ağırlama gücüne sahip değilsin, sonra bu işte acz içine düşmeyesin" deyince, Kâzerûnî hazretleri cevap vermedi. Derken Ramazan-ı şerif ayında bir misafirlik topluluk geldi. Kâzerûnî'nin evinde bir şey yoktu. Akşam yaklaşmıştı. O anda biri içeri girdi. Ekmek, muz ve incir bulunan büyük bir çantayı bırakıp: "Bunu dervişlere ve misafirlere ikram et" dedi. Bu hali gören babası oğluna dönerek; "Gücün yettiği kadar insanlara hizmet et. Zira Hak teala seni yalnız bırakmayacaktır" dedi.